Güncelleme Tarihi:
‘Ufak Tefek Cinayetler’de hem sıkı fıkı olan hem de birbirinin kuyusunu kazmaktan çekinmeyen dört kadının hikâyesini izliyoruz. Kadınların dünyası gerçekten böyle mi sizce?
- Maalesef böyle. İnsanların bu tarz kötücül ve her şeyi kontrol etme hırslarını komik buluyorum. Oyunculuktan önce bir yıl başka bir sektörde staj yapmıştım. Şeflerim kadındı. Hayatın içinde bu insanları gördüm.
Bu kadın dünyası sizi korkutuyor mu?
- Genelde erkek seyirciler, “Kadınları anlayamadığımızı düşünüyorduk ama anlaşılmayacak kadar korkunçmuşsunuz, kafanızda tilkiler dolaşıyor” diyor. Bazı sahnelerden sonra ben de “Gerçekten bir insan bu kadarını yapabilir mi” diye düşünüyorum.
Mesleğim hayatımın
merkezinde değil
Bir gün bir karakterle ekran fenomeni olacağınızı düşünüyor muydunuz?
- Ben ‘top’ noktaya inanmıyorum. Bugün varım, iki yıl sonra dizim tutmaz, kimse beni hatırlamaz. Popüler kültür suya yazı yazmak gibi bir şey. Seyirci izliyor, kalkıp bir su içmeye mutfağa gittiğinde ben yok oluyorum. Bu böyle bir şey. Benim hayattaki derdim ve var olma sebebim de bunlar değil.
Nedir?
- Popülerlikle yaşarken aslında çok daha normal bir hayat sürmeye çabalıyorum. Ruhumu, evreni ve toplumu anlayıp onlarla bir bütün olmaya, bunu da popüler bir oyuncu olarak değil, iyi bir insan olarak yapmaya çalışıyorum.
Oyunculuk için yaşayanlardan mısınız?
- Hayır, limon da satarım. Yanlış anlama, bu işi iyi yaptığımı biliyorum ve olumlu reaksiyonlar almak hoşuma da gidiyor ama mesleğim hayatımın merkezinde değil.
Yıllardır ekranda klişe bir Türk zengini algısı vardı; konaklar, müştemilatlar... Sizin dizide yeni bir ‘zengin hayat’ anlatımı var. O dünyayı anlatır mısınız?
- Benim gözümden oldukça fantastik bir dünya. Dizide site hayatını, ‘sitecilik’ kavramını görüyoruz. Lükse bulanmış kadınlar, maddi-manevi şeylerin yarışı üzerinden yaşanan hayatlar...
Sizin lüksle aranız nasıldır?
- Uzun zaman önce alışveriş yapmayı bıraktım. Ben fazlasına sahip olduğum için bazı kişilerde yok diye düşünüyorum. Her yazı iki şort, bir elbise ve bir çift parmak arası terlikle geçiriyorum. Koca kış dört kombinle sete geldim, kimse “Hep aynı kıyafetle geliyorsun” demedi. Örtünmek için giyinenlerdenim.
O halde bir yıldır ekranda izlediğimiz kadının çok azı sizsiniz...
- Daha önce bana bu kadar uzak bir karakteri oynamamıştım. Enerjisi çok yüksek. Bazen onun davranışlarını ve sözlerini anlayabilmek için saatlerimi veriyorum. Merve’nin savunulacak bir yanı yok. Öyle yazılıyor, ben de oynuyorum. Akrabam olsa düğünde yanına oturmaya çekinirim, o kadar söyleyeyim.
Merve gibi dominant da değil misiniz?
- Ne lisede popülerdim ne kız grubum oldu... Ne marka çanta düşkünüyüm ne etrafımdakileri organize ederim... Bütün arkadaşlarımın sinirlerini bozacak kadar, “Fark etmez, ben uyarım” diyen bir kadınım.
Merve sevdiği erkek için her şeyi yapan bir kadın. Aşk bu kadar sert olabilir mi?
- O aşk mı yoksa hırs mı? Ben duruma Nâzım’ca yaklaşıyorum, “Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart değil”. Giden gitmiştir, bitmiştir. Zaten yeterince savaştığımız bir evrendeyiz. Bari, aşkta savaşmayalım, sulh yaşayalım.
15 gün boyunca her gün sette önüme baskül koydular
En son kilolarınız üzerinden sizi eleştiren birine, “Tatlım senin başka bir kadının bedenini kafaya takman ne olacak? Acil kendine başka dertler bulman lazım” diye cevap verdiniz. Bununla hayat boyu mücadele ettiniz mi?
- O mesajı benim ergenliğimde yaşadıklarımı başkaları yaşamasın diye yazdım.
Ne yaşadınız ergenlikte?
- O dönem kilo aldım. Annemler denize gideceğiz dediklerinde bile evde otururdum, peştamali çıkaracağım korkusuyla hamama gidemezdim. Çok acısını çektim. Çocukluğumu heba ettim. Akıl sonradan başa geliyor.
Vücudunuzla barıştınız mı şimdi?
- 35 yaşımdayım, barıştım tabii! O paylaşımdan sonra bu sorunu yaşayanlardan da çok mesaj aldım. 88 kiloyla mide ameliyatına girip böbrek yetmezliği yaşayanlar, blumia’dan kız kardeşini kaybedenler. Bunu aşmamız gerek. Kimse 90-60-90 olmak zorunda değil. Bir insanın bedeniyle derdinin olması aslında hayatta her şeyiyle ilgili derdi olduğunu gösterir.
Dünyada da oyunculukta belli görsel kalıplar var. Bundan çektiniz mi?
- Tabii, bir işe girdim, 15 günlük prova sürecinde her gün önüme baskül koydular. Kostümde bir sorun olsa yapımcı menajeri arayıp, “Aslıhan kilo almış” derdi. Ya da “Şu burnunu şöyle mi yapsak”, “Solaryuma mı girsen” gibi laflar işittim. “O zaman gidin daha küçük size’la (beden ölçüsü) çalışın, bendeki beden bu” dediğim oldu. Ekrana bak, herkes İskandinav gibi ama sokakta onlar yok.
Nedir bunun öyle gösterilme sebebi?
- Tüketim dünyasına hizmet etmek için kusursuz olunması gerektiğine inandırılıyor. Oysa biz hayatın içindeki insanları oynamıyor muyuz? Benim gibisi de var, zayıf olanı da... İnsan nasıl mutluysa öyle kalmalı. Bu süreç kırılacak!
Tiyatrocu olmaktan vazgeçti
İstanbul doğumluyum. Beş yaşımda babamın işi için İnegöl’e gittik. Yıllarca orada yaşadım. İki kardeşiz. İşçi çocuğuyum, annem ev hanımıydı.
Çocukken taklit yeteneğim iyiydi. Hayalim, Devlet Tiyatrosu oyuncusu olmaktı. Ama konservatuvarda, üçüncü sınıfta o sistem bana uymadığı için vazgeçtim. Bir oyunu üç yıl süreyle oynayamayacağımı fark ettim.