Güncelleme Tarihi:
Bir yandan sette, artan vakitlerindeyse tiyatro sahnesinde. Çok yoğun ve çok popüler. Dizisinde canlandırdığı karaktere o kadar inandırıyor ki, karşımda kösele ayakkabılı, şiveli bir adam bekliyordum. Ama spor kıyafetler içinde, berrak ve şivesiz Türkçe kullanan biriyle karşılaştım. Kendisi de “Beni ekran dışında görünce acayip şaşırıyorlar” diyor. 1980 doğumlu, ekranda göründüğünden çok daha genç. Konuşmayı çok seviyor. Kendini uzun sohbetlerin yapıldığı bir sofra insanı olarak tanımlıyor. Onu bulmuşken başlıyoruz muhabbete...
FOTOĞRAFLAR: Muhsİn Akgün/MASTÜDYO
◊ Şu ana kadar birçok dizi, film ve tiyatro oyununda rol almışsın. Ama şimdi tam bir fenomen oldun. Şöhret olmak için geç kaldığını düşünüyor musun?
Hayır, düşünmüyorum. Şöhretle ilgili derdim yok. Oynadığım bütün işlerde bir kitlem oldu, tabii ‘Yalı Çapkını’ başka bir kitle oluşturdu. Çok insana ulaştı. Dolayısıyla tanınırlık çok genişledi, onun adı da şöhret.
◊ Tanındıkça hayatında neler değişti?
Çok tanınmanın güzel yanları da var, korkunç yanları da.
◊ Güzel yanlarını hepimiz tahmin ediyoruz da korkunç yanlarını merak ettim…
Daha dikkatli davranmanız gerekiyor, özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Dışarıdan çok özgür ruhlu ve öyle yaşayan insanlar olarak düşünülüyoruz ama aslında durum farklı. Şöhretin ne kadar artarsa o kadar kısıtlanıyorsun, yanlış anlaşılabiliyorsun. Ama iyi yanları daha güzel, bu sebeple şikâyetçi değilim.
◊ ‘Kâzım Ağa’yı bu kadar fenomen yapan ne?
Gerçekliği.
‘Sen saya iyi bak!’
◊ Kâzım karakteri özellikle başlarda daha agresif ve kötü bir karakterdi. Tüm dünyada ekrandaki kötü karakterler daha popüler oluyor. Sence neden kötüleri seviyoruz?
Kötünün defoları oluyor, problemleri oluyor, problem yaratıyor. Biz öyle insanları takip etmeyi daha çok seviyoruz. Ama kahramanların defoları olmuyor. O kadar kusursuz birini görmek istemiyor seyirci, ben de istemem yani.
◊ Senin defoların var mı?
Çooook. Mesela hemen çalışmaya başlayabilen biri değilim, önce sindirmem gerekiyor, yavaş yavaş kabulleniyorum. Başlayınca da sonuna kadar devam ettirip daha iyisini yapmaya çalışıyorum.
◊ Sokakta sert tepkiler aldığın oldu mu?
Ben genelde kötü karakterleri sevdirmeyi seviyorum ama bunu da ahlaklı ve namuslu bir şekilde yapmak gerekiyor. Başlarda karakterden dolayı Erol Taş muamelesi göreceğimi sanıyordum ama sonra onu iyi tarafa doğru çektik. İnsanlar bu durumu çabuk kabullendi. O da bence şundan kaynaklı, memlekette iyiyle kötü arasında çok büyük bir fark yok. Yani herkesin içinde iyi tarafları da kötü tarafları da var. Kötü taraflarını siz görmüyorsunuzdur ama o kişi evde veya başka bir yerde onu başka insanlara gösteriyordur. Çünkü bu dünyada yaşarken çok sağlıklı bir ruhsal donanıma sahip olamıyorsunuz. O yüzden Kâzım Ağa bu dünyadaki insanlardan çok farklı değil.
◊ Peki, asıl soruyu atladık; sokakta nelerle karşılaşıyorsun?
Sokakta “Kâzım Ağa”, “Esmeee”, “Sen saya iyi bak” gibi laflarla sesleniyorlar.
◊ Bu dillere dolanan şive senin eserin mi?
Senaryomuz güzel yazılıyor, bana da alan veriliyor. Ama tabii şive bana ait. Antep’e gittik, orada şive koçumuz vardı, Murat Baykan. Bu vesileyle ona da buradan geçmiş olsun derken tüm ülkemizle başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimi paylaşıyorum. Murat Baykan’ın da ailesinden kayıpları varmış. Kendisi Adıyamanlıydı, Antep’te yaşıyor. Ondan şiveyi duyarak çalıştım; duymak çok önemli, kulak da olacak. Benim söylediklerim bilinmeyen kelimeler değil ama onların melodilerini duymak önemli. Mesela Hatay, Antep şiveleri birbirinden farklı ama melodileri benziyor.
Birbirimizi rehabilite ettik
◊ Bir kız babasısın. Kâzım Ağa dizinin ilk zamanlarında kızlarına şiddet uygulayan bir
karakterdi. Zor muydu o sahneleri çekmek?
Çok zordu, zorlandık. Afra (Saraçoğlu), Beril (Pozam), Sezin (Bozacı) birbirimizi rehabilite ediyorduk. Öyle bir sahne çektiğimizde gidip bir şeyler içip, oturup o durumdan kendimizi kurtarmaya çalışıyorduk. Bir de hikâyede karakterin üzerinde toplumsal baskı var. Antep’te bir ağa fakat bildiğimiz ağalardan değil, aslında ağalığını kaybetmiş, babasını kaybetmiş, ondan sonra işler yolunda gitmemiş… Arsa, ev satarak o düzenini devam ettirmeye çalışıyor. Güç ve bu toplumsal baskı aslında ona bunları yaptırıyor. İstanbul’a geldiğinde çok rahatladı. Çünkü öyle bir sorumluluğu yok. Yeni bir aileye girdi, artık eşi dostu var. Bunlar hoşuna gidiyor bence çünkü Antep’te çok yalnız bir adam.
◊ Kadına şiddet hassas bir konu. Sen bu karakteri oynarken kendinde neleri sorguladın?
Kadına şiddet memleketimizde var, bu bir gerçek. Sadece kadına da değil, insana şiddet, hayvana şiddet var. Ve birilerinin bunları oynaması gerekiyor. Gözünün döndüğü anlarda insanın nasıl bir canavara dönüşebileceğini öngörmemi sağlıyor. Çünkü onun üzerine düşünüyorsun. Gidip bir insana tokat atmam ve o tokadı atmak için bir sebep bulmam gerekiyor kendime, o karaktere. Ve o da insanın normal hayatında da ne kadar hatalı davranışlarda bulunabileceğini öngörmesini sağlıyor.
Gelecek kaygısı olan biri değilim
◊ ‘Taxim’ isimli tiyatro oyunun başladı…
Evet, iki oyun oynadık bile. Bu hafta da var.
◊ Orada nasıl bir karaktere hayat veriyorsun?
‘Taxim’de karısını ve çocuğunu bir tren kazasında kaybetmiş, adalet arayışında bir adamı oynuyorum. Ama kafa gitmiş…
Bir gün ‘Taxim’ diye bir kafeye gidiyor ve orada macera başlıyor. Bir virüs nedeniyle dışarıya çıkanlar sniper’lar tarafından vuruluyor. Ve bambaşka karakterdeki insanlar birlikte hayat mücadelesine giriyorlar. Şevket Abi (Çoruh) ile dönüşümlü oynuyoruz. O turnelerde oynuyor, ben İstanbul’daki oyunlarda.
◊ Evli misin?
11 yıldır evliyim. 10 yaşında bir kızım var.
◊ Şöhretin ilişkide kıskançlık yaratıyor mu?
Yok, kendime göre bir şöhretim vardı zaten. Ama ben kıskanç bir adamım, arkadaşlarımı da kıskanırım.
◊ Dizide boyu kadar kızları olan, kösele ayakkabı ve takım elbise giyen bir adamsın. Ama dışarıda spor bir tarzın varmış…
Beni ekran dışında görünce acayip şaşırıyorlar, yaşımı genç buluyorlar. Türkçeyi şivesiz konuşuyorum. Garipsiyorlar.
◊ Hayatta dertlerin neler?
Gelecek kaygısı olan biri değilim. Ama çocuğum olduktan sonra gelecek kaygısı oluşmaya başladı. Bir yandan da kendime ‘Bu onun hayatı, senin kaygılanacağın bir şey yok’ diyorum, ama dünyamız çok sorunlu. Dünyadaki katı sistem herkesi korkutuyor.
◊ Oyunculuk dışındaki tutkuların neler?
Basketbolu çok seviyorum. Aşırı Beşiktaşlıyım. Takıntı dedin ya, bazen Beşiktaş’ı o kadar seviyorum ki, kendime ‘Böyle bir şey değil oğlum’ diyorum, ben bile şaşırıyorum.
Beni öyle kolayca yıkamazsınız
◊ Kendini hiç tanımayan birine birkaç kelimeyle nasıl anlatırsın?
Merhametli, komik, düzgün biri, bu kadar. Dümdüzümdür.
◊ Adın Diren, insanlar isimleri gibi yaşar derler. Seninki de direndiğin bir hayat mıydı?
Biraz memleket kaynaklı bir isim, zor koşullar, zor hayat... Ama benim direnme eşiğim yüksektir, ruhsal
olarak da fiziksel olarak da. Beni öyle kolayca yıkamazsınız.
◊ Nerelisin?
Babam Tunceli, Ovacık; anne tarafım Malatya, Akçadağlı. Hepsine selam olsun, depremden çok etkilendiler.
◊ Kayıpların oldu mu?
Oldu, Malatya’da da, Akçadağ, Ören Köyü’nde de neredeyse bütün evler yıkıldı; annemin köyü.
◊ Başınız sağ olsun…
Teşekkür ederim. Hepimiz milletçe çok acı çektik.
◊ Nasıl bir ailede büyüdün?
Anne ve babam muhasebeci, emekliler. İki kardeşiz biz, bir kız kardeşim var. Abimi kaybettim haziran ayında. 47 yaşındaydı, kalp krizi geçirdi. O kaybın üstüne deprem oldu, öncesi pandemiydi zaten...
◊ Genç yaşta ağabeyini kaybetmek seni nasıl etkiledi?
İlk defa bu kadar yakınımı kaybettim. Çok zordu, hâlâ da zor. Üzüldüm, hâlâ çok üzülüyorum. Şunu anladım ki, ne olursa olsun o hayatımdan çıkmayacak. Her gün belirli aralıklarda onu düşünecek, onun için üzülecek, belki bazen burada yaptığım gibi hafif bir tebessümle onu anacağım ve o yaşayacak.
◊ Nerede okudun?
Nevşehir’de altı sene okudum, o yüzden kendimi Nevşehirli sayarım. İşletmeyi kazandım. Oyunculukla hiç ilgim yoktu. 1’inci sınıfta neredeyse hiç okula gitmedim, sınavlara girmedim. Bir sene uzattım okulu. Uzatınca canım sıkıldı, çalışmaya başladım. Orası kış turizminde iyi bir yer. Organizasyonlar yapmaya, biraz para kazanmaya başladım. Hem çalışıp hem gezdiğin ‘Work and Travel’ programıyla Alaska’ya gittim. Balık temizledim orada. Londra’ya gittim beş ay, bir restoranda çalıştım. Döndüm. 4’üncü sınıfta ne yapacağıma karar vermem gerektiğini düşündüm. Film izlemeyi çok severim. Acaba dedim, oyunculuk yapabilir miyim?
◊ E, ne yaptın?
İnternete girdim, oyunculuk okullarına baktım. Devlet okulları için yaş sınırı vardı, ben kaçırmıştım. Sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin ilanını gördüm. Sınavına girip kazandım. 25 yaşında falan da sınavlar için Nevşehir’e gidip gelip 8 senenin sonunda işletmeyi bitirdim. Bu sırada tiyatro sahnesinde yer almaya başladım. 4-5 sene Müjdat Hoca’mla çalıştım, sonra piyasaya atıldım.
Özel hayatımda çok sofracıyımdır
◊ Mert (Ramazan Demir) dizide tipik bir kahraman değil, defoları olan, problemleri, yer yer kötü özellikleri olan bir karakter, çok da güzel oynuyor. Dışarıda da çok harika bir çocuk. Afra da (Saraçoğlu) öyle. Antep’te bir ay her gün beraberdik, çekimden otele gidip, otelde yemek yiyip muhabbet ediyorduk. Orada gerçekten onların babası gibi davranıyordum. Neredeler, ne yapıyorlar, iyiler mi? Bu da bir sahiplenme ve çok yakınlık hissettiriyor.
◊ Özel hayatımda çok sofracıyımdır, muhabbeti çok severim. Anlatırım, dinlerim, dinlediğimden bir şey üretmeye çalışırım.
◊ Biraz patavatsızımdır ama romantik değilim de diyemem, yani patavatsız romantik diyelim. Bazen iltifat etmeye çalışırsın, pot kırarsın falan ya, öyle işte. Düz adamım, istediğimi söylerim, içimde kalmaz.
Oyunculuk meslek olamaz
◊ Hangi noktada oyunculuk benim mesleğim olur dedin?
Hiç demedim, hâlâ da demiyorum. Meslek olarak da bakmıyorum, genelde iş denildiği için iş diyorum.
◊ Neden?
Oyunculuk meslek olamaz, oyunculuğu meslek olarak alırsam ben yapamam, bir başkası yapabilir ama ben yapamam. Çünkü mesleğin belli kuralları, belli saatleri olur, benim öyle bir şeyim yok. Ben 24 saat çalışan biriyim. Benim kafamın bir yerinde hep oynayacağım ‘Kâzım’ var. O bitmiyor ve bu beni hem ruhsal hem fiziksel olarak da çok yoruyor.
◊ Bu durumu nasıl çözüyorsun?
Günlük rutinlerim var, sokağa çıkarım ve anlamsız bir şekilde uzun mesafeler boyunca yürürüm, sebebi de düşünmek çünkü oturduğum yerde düşünemiyorum.
◊ Böyle başka takıntıların var mı?
Çok. Mesela evden çıkacağım, çok acelem de var. Ocağı kapattım mı, bir şeyi ateşte bıraktım mı, bir yer yanabilir mi gibi takıntı yapıyorum. Gidip asansöre biniyorum, bir arkadaşım aklıma geliyor, eğer eve dönüp buna bakmazsam çok sevdiğim birinin öleceğini düşünüyorum. Bazen de çok sevmediğim biri geliyor aklıma (gülüyor). Önce ‘Boş ver, bir şey olmaz’ diyorum, kapıdan çıkıyorum, sonra yok, yine geri dönüp kontrol ediyorum. Bu yüzden geç kaldığım çok yer oluyor.
◊ Çok acayipmiş...
Mesela şu önümüzde duran bardak, sağına dokundum, sol tarafına da aynı ölçüde dokunmam gerekiyor. Anlatması zor ama… Beni dışarıdan izlediğinde çok garip hallerim olabiliyor. Yürüyorum, nereye yürüdüğümü bilmiyorum, o da problem olabiliyor. İnsanlar sesleniyor, seslendiği zaman cevap veremeyebiliyorum çünkü o an gerçekten düşünüyorum; çocuk ruhluyum, hayal kuruyorum, bambaşka bir dünyada oluyorum.