Güncelleme Tarihi:
Herkesin bakım sırlarını sorduğu, her daim kuaförden yeni çıkmış gibi duran, uzun, sarı saçları imzası gibiydi onun. Çok yorgun olduğunda bile hep özenle şekillendirdi o saçları; kirpikçisine, tırnakçısına gitmeyi hiç ihmal etmedi. İki kilo alsa toplantı erteliyor, bir haftalık detoksun ardından yapıyordu o toplantıyı. Bunları kendine bir yatırım olarak görüyordu.
Demet Işıl Yılmaz bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğinde 2019’un eylül ayıydı... Kendi deyişiyle vücudu çok sıkışmıştı. Eşine “Ben hasta oluyorum. Hissediyorum” dedi. Bunu söyledikten iki ay sonra bir cumartesi akşamı televizyon karşısında otururken rastladı vücudundaki kitleye...
Verdiği sözü unutmadı
Anne-baba ayrılığı, ergenlik çağına girdiğinde annesinin kanser olması, 16 yaşında medya sektöründe çalışmaya başlaması, maddi sıkıntılar, babasından alamadığı onayı mesleki başarıyla tamamlamaya çalışması... Bütün bunlar daha gençliğinde büyük bir yorgunluk vermişti ona ve işte o akşam, televizyon izlerken fark ettiğinde o kitleyi “Artık hayat bana bunu da yaşatmaz” diye düşündü. Ama yaşatacaktı.
12 Kasım’da meme kanseri teşhisi kondu Yılmaz’a. Hemen araştırmalara başladı: “Mutlaka birileri süreci anlatmıştır dedim ama baktım ki kimse kemoterapi sürecindeki halini göstermemiş. Neslican (Tay) mesela, olabildiğince ayrıntılı anlatmış ama kemoterapide video çekmemiş. O gün masanın başından ‘Bir daha hiçbir kadın bu interneti benim gibi bilgi edinmeden kapatmayacak’ dedim.”
15 Kasım’da tedavisi başladı. İlk kemoterapi sonrasında hastanenin koma öncesi hastalar için verdiği ve halk arasında ‘ölmek üzere’ diye bilinen ‘mavi kod’ alarmının kendisi için verileceğini... Saç parfümünün kokusunu değil, kendi deyişiyle ‘ölen hücrelerinin çürük kokusu’nu almaya başlayacağını... “Bitti” dedikleri Nisan 2020’ye kadar, yani beş ay gibi kısa bir sürede altı ameliyat geçireceğini, 18 kere kemoterapi, 25 kere radyoterapi alacağını, hormonlarını durdurmak için her ay iğneyle ilaç tedavisi olacağını... Hiçbirini henüz bilmiyordu.
Hastaneyle ev arasında geçen hayatına renk katmak için tırnak süsleme ve ahşap boyama öğrendi ama her yaptığı şeyin sonunda yorgunluktan günlerce yattı. 2.5 yaşındaki oğlu Emir’in ilk gösterisine ancak videolarla dahil olabildi, yine de görebildiğine şükrederek... Bütün bunlar olurken kendine verdiği sözü hiç unutmadı. Nerelerden alışveriş yaptığını, çocuğunun iki yaş sendromuna bulduğu çözümleri, nasıl kilo verdiğini paylaştığı YouTube kanalında hastalık sürecini anlatmaya 13 Aralık 2019’da yayımlanan ‘Kanser olduğumu kendim nasıl anladım?’ başlıklı videoyla başladı.
Yılmaz o günü, doktorla konuşmasını “Pazardan 1 kilo elma aldım” der gibi müthiş bir sakinlikle anlatıyor üstelik. Peki ama nasıl? “Eskiden çok iyi rol yapıyormuşum. Yıkıldığım birçok şey oldu ama o role o kadar iyi bürünmüştüm ki her zaman hep aynı surat ifadem vardı. Geçen gün bir videomu gördüm. Çocuğuma menenjit aşısı yaptırmaya gidiyorum, cildim pırıl pırıl, botoksum yeni yapılmış, saçlarım fönlü, 38 bedenim. Şu an anlıyorum ne kadar yorgun olduğumu, ne kötü göründüğümü... Hastalığımı anlattığım o videodaki de eski Demet işte... Çok iyi rol yaptığım zamanlar...” diyor.
2020’ye girdiğimiz akşam hayatında ilk defa sofra kurmaktan, ilk defa ailesiyle olmaktan bu kadar mutluluk duyduğunu hissetti, sadece bu anların devamının olmasını diledi. Öncekilerde hep “Şöyle başarılı olayım, böyle şeyler yapayım” derken o yıl aklında sadece oğlu Emir’in sonraki yıllarını görmek vardı. Üstelik içinde yakın arkadaşları ve akrabalarının da olduğu bir grup insan onu yarı yolda bırakmak üzereydi. Her gece rüyasında kendi cenazesini görürken hem de... “Hastalandığınızda ‘Geçmiş olsun’ diyenlerin yüzde 70’i yolda gidecek. Onları anlıyorum. Kimileri kötü şeylere gözlerini kapatmak istiyor. Eşimin annesi yanıma gelmedi, benim ailemi aramadı. Sosyal medyadan ‘Canım kızım, kalbim seninle’ diye yorumlar yazdı. Şimdi ben eşimin annesi gelmemişken mesai arkadaşıma neden kırılayım? Ya da ablam... Sadece bir kere geldi. Bazı insanlarda hastalığı reddetme psikolojisi var. Veya o halimi görmek istemediler, bilmiyorum. Bana herkes ‘Sen çok güçlüsün’ diyordu ama ben güçlü değilim. Benim 2.5 yaşında bir çocuğum vardı ve ben o çocuğu doğurmak için bütün doktorları gezdim, o çocuktan önce ölü bir bebek doğurdum. Kimin başına gelse bu mücadeleyi verirdi. Ha, belki video çekmeyebilirdi.”
Videolarında her halini gösterdi, hastane odasından vlog’lar çekti, kemoterapi günlerinde yediklerini, karantinada yaşadıklarını anlattı. Akşamları da sosyal medya hesabında ‘Mücadelesi güzel kadınlar’ diye bir canlı yayın yapmaya başladı; pek çok kadınla yaşadıklarını konuştu, dertleşti. Aralarında çocuğunu istismar eden bir adamın karısı da vardı, oğlu intihar eden de...
Alarm kurmayı bıraktı
Demet Işıl Yılmaz’ın geçen ay Destek Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Mecburiyetsiz’ iş hayatını, aile hayatını, sosyal medyayı, kanser olduktan sonra bambaşka bir kadına dönüştüğü yolu anlatıyor.
Kitabının adı, yeni hayatının motto’su aynı zamanda. Bir sabah doktoru “Ameliyatlarım var, 9.00’da gel” dedi. Garip bir şekilde telefonda kayboldu, nereden, nasıl alarm kuracağını bulamadı. Düşündü... Ne zamandır alarm kurmuyordu, hiçbir mecburiyeti yoktu. “Ben mecburiyetsizim, kimseye müsamaha göstermek zorunda da değilim” dedi o an. “-meli, -malı’larım yok artık hayatımda. 38 beden olmak zorunda değilim. Eşim beni herkes gibi sevmek zorunda değil. Oğluma en iyileri almak zorunda da hissetmiyorum kendimi, varlığım yeter noktasında mecburiyetsizim. Çünkü bir ailenin sadece sağlıklı bireylere, bir işin sadece sağlıklı bir çalışana ihtiyacı olduğunu öğrendim. Çok acı oldu ama öğrendim” diyor ve ekliyor: “Her şeyi kabul ettim. Yıkıldım ben. Benim binam yıkıldı. Baraka mı artık her ne derseniz, bir daha yıkılmamasını sağlayacak bir şey kurdum kendime.
Ya tekrar olursa? İşte o zaman beni bir daha kimse göremez. Çünkü anlattım. Her şeyi anlattım. Tekrar olursa, kendi içime döner, tedavimi alırım.”
Benim kadar kabullenememişler
“Anne olmasaydım aynı hastalığı atlatan annemin ne kadar acı çektiğini görmeyecektim. Çünkü o benden daha fazla acı çekmiş, tedavi gördüğü 10 ay boyunca odadan hiç çıkmamıştı. O dönemden tek bir kare bile fotoğrafı yok, onu kimse hasta haliyle görmedi. Çoğunluk gibi o da saklanmıştı. Bir haber dosyası için oğlum Emir’le bir fotoğraf çekimi yapınca bana çok kızdı, ‘Emir annesinin adını internete yazdığında seni böyle görecek, değer mi’ dedi. Ablam da ‘Neden bize böyle bir kötülük yaptı’ demiş. Şaşırdım, hastalığı benim kadar kabullenmemiş olduklarını gördüm.”