Güncelleme Tarihi:
İzmir’de bir barda tanışıyoruz Berk karakteriyle. Kayıpları sonrası hayata, aşka karşı heyecanını yitirmiş bir adam. Derken zamanın ve mekânın kalıpları kırılıyor, hikâye bambaşka bir yöne evriliyor... Metal grubu Pentagram’ın gitaristi, solo projeleriyle tanıdığımız müzisyen Demir Demirkan ilk romanıyla adeta bize ters köşe yapıyor. ‘Zamanda Saklı’ Demirkan’ın ‘Sandık Hikâyeleri’ adını verdiği roman serisinin ilki. Evlendikten sonra 2016’da ABD’ye taşınan, 9 yaşında bir oğlu olan ve iki ülke arasında mekik dokuyan müzisyenle edebiyat yolculuğunu ve hayatı konuştuk.
‘Zamanda Saklı’ ilk romanınız. Yazmak, bir sabah uyanıp aldığınız bir karar değil bildiğimiz kadarıyla. Temeli üniversitede İngiliz edebiyatı okurken mi atıldı?
Evet, İngiliz edebiyatı çoğu öğrencinin isteyerek seçtiği bir bölüm değildi. Açıkçası ben çok severek okudum. O zamanlar Pentagram’a yeni katılmıştım ve ‘Trail Blazer’ albümünü yazarken oldukça faydası olmuştu okulun. Şarkılar belirli hikâyeler ve görseller üzerine kuruluydu. Bunların söze ve şarkı formuna dönüşmesi bilmecesini çözmek benim için çok eğlenceliydi. Yaratıcılığıma yeni bir boyut kattı. Yazmaya o zaman başladım.
O dönem hangi yazarları okumayı seviyordunuz?
En sevdiğim, İngiliz edebiyatının romantik dönemiydi. Lord Byron, Mary Shelley, T. S. Eliot gibi edebiyatçıları sayabilirim. Tom Robbins, Virginia Woolf, İhsan Oktay Anar da en sevdiğim yazarlar arasında. O zamandan şimdiye kadar kısa hikâyeler ve bunlardan bazılarının üzerine müzik kompozisyonları yazdım. Birkaç da roman taslağı vardı elimde ama bir romanı tam olarak yazıp bitirmenin zamanı şimdiymiş.
‘Zamanda Saklı’ aşk temalı bir roman. Bir yandan da içsel çalışmalarınıza ilk kez tanık olduğumuz bir konusu var. Ezoterizm, transandantal meditasyon ve tasavvufa ilginiz nasıl başladı?
Roman, kahramanın acı çektiği bir varoluştan aşk sayesinde ruhunu özgürleştirdiği içsel yolculuğunu anlatıyor. İçsel gelişim ve çalışmalara lise yıllarımda transandantal meditasyon yaparak başladım. Kendimi bildim bileli ‘daha fazla bir şeyler olmalı’ diye bir his içinde yaşadım. Bildiğimiz evrende ‘en zeki varlık’ diye kendimizle övünürken hâlâ aldı-verdi kavgası ve siyası idealler uğruna birbirimize kıyarak geçirdiğimiz bu kısa yaşam bütün bu varoluşun çıktısı, çok ciddi bir israf söz konusu. Yaşam, can, hayat dediğimiz bu kıymetli şeyin başka bir şeylere yarıyor olması gerektiğini düşünmeye başladım çocukken. Bunun tuhaflığının farkına vardığımda sakladım düşüncelerimi ve yaptığım çalışmaları. Kendimi ‘daha normal’ gösterme çabası çok can sıkıcıydı açıkçası ama yaş 50’yi geçince bu konuda bir kaygısı kalmıyor insanın ve maskeni çıkarıp atıyorsun.
‘DRAMDA BİRLEŞİYORUZ’
Aşkı farklı bir yerden anlatıyorsunuz romanda. Bir olma halinden, kalp bağından bahsediyorsunuz. Günümüz ilişkilerine bakınca birçok insanın ‘gönül gözünde’ bir sorun var gibi... Siz ne dersiniz?
Bir sorun yok, sadece yanlış bir seçim var. Kendimizi acılarımızla tarif ediyoruz ve trajedide, dramda birleşip ilişki kuruyoruz. Acı çekmeye müptela bir toplum olduk ve artık farkında olmadan yeni acılar doğurmaya programladık kendimizi. Toplumsal uyanış falan gibi bir yere getirmeye çabalamıyorum konuyu. Varoluş tamamen bireysel bir yolculuk ve herkesin kendi sorumluluğunu alması gerekiyor. Tabii, şayet kendi acınızla, kendinizle ve dünyayla mücadelenizle, kavganızla, husumetinizle içten içe mutluysanız hiçbir şey yapmanıza gerek yok, böyle de devam edilebilir.
‘GÜNÜMÜZ MÜZİĞİNİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM’
Romanın kahramanlarından Berk’in yaşadığı rock&roll hayat,
yabancı bir hayat değil özellikle gençliği 90’lara denk gelenler için. Berk’in kırılma noktaları var romanda.
Sizin de oldu mu?
Birkaç kez. Sınırsız yaşamak, maksimum hayat gibi kodladığım kavramlar vardı büyürken. Dışarıdan serserilik, rock&roll hayat gibi de görülebilir tabii. Bunları yüzümde bir gülümsemeyle hatırlıyorum. O riskleri almasaydım şu anda başka bir adam olurdum. Pişmanlıklarım var mı? Elbette var ama iyi ki de var. Onlar da bazı kırılmalara neden oldu ve her defasında bir derece başkalaşmış olarak devam ettim. Bakalım daha neler olacak…
Geçen şubat ayında Umay Umay’la konuştuğumda 90’lardaki Beyoğlu’nu anlatırken “Tüm kötülüklere karşı tek kurşunda ölebilecek kadar yalnız ama umutluyduk” diyerek özetlemişti o dönemki gençliği.
Siz geriye dönüp o günlere baktığınızda ne hissediyorsunuz?
‘Umut’ kısmına kesinlikle katılıyorum. O günleri bu günlerden ayıran en büyük özellik ‘umut’ bence. Belki cahillikten, belki vurdumduymazlıktan, belki gençliğin verdiği cesaretten; ama şimdiki o yaştaki insanları izlediğimde gördüğüm en büyük fark bu umudun yoksunluğu. Gözlemlediğim, bunun çok büyük bir değer ve motivasyon kaybına neden olması. ‘Olsam ne olur, olmasam ne olur’, ‘Ne fark eder ki’, ‘Zaten olmaz’, ‘Ne işe yarayacak ki’ ve benzeri bir ruh hali söz konusu. Bilemiyorum belki de fazla genelliyorum ama bir enerji ve motivasyon kaybı olduğu kesin.
Gençliğimden beri dinlediğim grupları düşününce şunu hissettim: Bir The Cure daha olmayacak, bir Pentagram da…
O zaman o zamandı, şimdi de şimdi. Zamanın ruhu bu. Biz o müzikleri yapıp dinlerken bizden önceki nesil de bizim için aynı şeyi söylüyordu. Ben o çukura düşmeyi reddediyorum. Şimdinin kültürünü, müziğini kötü, değersiz, yanlış, yüzeysel ya da benzeri şekilde yorumlamak haksızlık olur. Anlamaya çalışıyorum. Daha önce bahsettiğim bize umutsuzluk, değer kaybı, motivasyonsuzluk gibi gelen hal de
bu zamanın insanlarının oluş biçimi.
Bu da geçecek. Bu insanlar da ‘bir önceki nesil’ olacak ve yeni nesil için onlar da benzer şeyler söyleyecekler. Hiçbir farkımız yok. Şimdikiler ‘Boomer Kuşağı’ deyip etiketliyor, onlardan sonrakiler de bunu diyenlere başka etiketler takacaklar. İyi ki bizim yaptığımız müziğe hâlâ değer verip dinleyen bir yeni nesil var. Tek yapabileceğim müteşekkir olmak.
‘BİRAZ DEĞİŞTİM, ARTIK 30’LARIMDA HİSSEDİYORUM’
Bir süredir ABD ve Türkiye arasında gidip geliyorsunuz. Aileniz orada… Oğlunuz Atlas kaç yaşında oldu? Müziğe ilgisi var mı?
Evet, bir oradayım, bir burada.
Pek kolay değil iki farklı kültürde, aynı anda var olmak ama elimden geleni yapıyorum. Sınırları zorlamaya devam yani… Atlas 9 olacak yakında. Çok yetenekli. O kadar doğal geldi ki ona müzik yeteneği, herhangi bir yetisi gibi cepte sayıp pek üzerine gitmiyor. Zorlamaya da niyetim yok. Kendini var etme çabasına hayranım. Çocukları örnek almak lazım. İsyanları da kural tanımazlıkları da insana umut veriyor, insana kendi insanlığını hatırlatıyor. Biz kalıplara sığmak ya da sınırların içinde yaşamak için doğmadık ama böyle bir hayatı kabullenmek zorunda bırakıldık. Çocukları izleyince insan o içgüdüsel özgürlüğünü hatırlıyor. İzlemek lazım, düşünmek de lazım. Bize olanı onlara yaşatmamak lazım.
2019’da sizinle yaptığımız söyleşide “47 yaşımda bir adam olduğumu çoğu zaman unutuyorum. Kendimi 20’lerimde filan zannediyorum” demiştiniz. O günden bugüne çok şey yaşadık. Şimdi nasıl hissediyorsunuz?
Biraz değiştim, artık 30’larımda hissediyorum (gülüyor).