‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

Güncelleme Tarihi:

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm
Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 2023 07:00

Bu sezon ona kayıtsız kalmak zor. Birbirinden farklı işlerle karşımıza çıkıyor. Oynadığı her karaktere kattığı enerjisiyle fark yaratıyor, “Arka arkaya doğruları yapmaya ve ufak ufak onun meyvesini yemeye başladım” diyor. Yiğit Kirazcı ile buluşuyoruz; yaşadığı değişimleri, çarpıcı hayat hikâyesini, defolarını, karanlık yanlarını ve bilinmeyenleri konuşuyoruz...

Haberin Devamı

Kısa süre önce yeni sinema filminin tanıtımı için Roma’daydı. Döner dönmez buluşuyoruz. Kıvırcık saçları, yüzündeki muzip hava ona neşeli bir ifade veriyor, zaten kendini “Sempatik, esprili, kendiyle dalga geçebilen biriyim” diye anlatıyor. Ukulele çalıyor, felsefeyle ilgileniyor, konuştukça karşısındakini şaşırtıyor. Yiğit Kirazcı’yla muhabbete başlıyoruz...

- Bir Ferzan Özpetek filmi, iki dizin var. Üç koldan geliyorsun...

Denk geldi diyeyim, dizi ve filmi başka zamanlarda çektik ama ne zaman yayımlanacaklarını bilmiyordum. Hepsi bir arada oldu.

- Şöhretin havasını yaşıyor musun?

Bunu geçmiş yıllarda yaşayıp tecrübe ettim. Hayatımda müthiş şeyler oldu diyemem.

- Neden?

Çünkü bir şey iyi gidiyorsa, hep öyle gidecek gibi bir illüzyon oluşuyor, fakat öyle değil. Günün sonunda bu bizim işimiz, bazen yaptığın işle popüler oluyorsun, bazen de bir-iki sene iş yapamıyorsun. Geçiş dönemi yaşıyorsun. Kendi adıma iki senedir benim için de bir geçiş dönemi oldu. Bu geçişte yaşın etkisi de olabilir. Yaş alıyorum ve bundan da keyif alıyorum aslında.

Haberin Devamı

- 40 yaşına geldin, değil mi?

Evet, 40’ın bir adı var. Dört 10’luk oluyorsun, 30’lar bitiyor.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

- Neler değişiyor?

Artık genç tavırlı olmuyorsun. Ben de arka arkaya doğruları yapmaya ve ufak ufak onun meyvesini yemeye başladım. Mesela bir hafta sonra sevdiğim bir sahne oynayacağım, onu her gün okumaya başlıyor, her gün düzenli üzerinde çalışıyorum. Sette beklerken vakti değerlendiriyorum, kitap okuyorum, ukulele çalıyorum. Neye “Hayır” diyeceğimi ve önceliklerimi biliyor, şikâyet etmemeye çalışıyorum. Bu arada Stoa felsefesi okumaya başladım, hoşuma gitti.

- Ne oldu Stoa felsefesinde seni çeken?

Şu an canımı sıkan şey, değiştirebileceğim bir şey mi? Ben üzüldüğümde bir şey değişiyor mu? Yok. Dolayısıyla kabul etmek ve bunun üzerinden ne yapabilirim ona odaklanmaya çalışıyorum. Ve sorunla yüzleşiyorum, kendi kendimi yemenin bir manası yok.

Haberin Devamı

- “Ukulele çalıyorum” dedin...

Evet, sürekli telefonu elime alıp, video izleyip hayatım boyunca işime yaramayacak şeyleri bilmek istemiyorum. Onun yerine telefonuma bir program indirdim. Ukulele tıngırdatıyorum, kendi kendime şarkı söylemeye çalışıyorum.

- Yeni yaşın ve bu değişimler ilişkilerine de yansıyor mu?

Bilmiyorum, 1,5-2 senedir kimseyle beraber değilim. Ama ilişkilerde de daha ciddi oluyorsun diyebilirim.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

- Çapkın mısın?

Gençken olması gerektiği kadar çapkındım.

- Nedir onun dozu?

Sen daha iyi bilirsin! Ben pek bir yere gitmiyorum, evcimenim. Bir de birini sevdiğim zaman çapkınlık bende biter.

Haberin Devamı

- Senin için “Dizime yatsa da kıvırcık saçlarını okşasam”, “Öyle bir şey var ki bu adamda çılgınlıklara sürüklüyor bizi” gibi yorumlar yapılmış sosyal medyada. Bu tip iltifatlar seni nasıl etkiliyor?

Çok etkilemiyor, teşekkür ediyor, hayatıma devam ediyorum. Ayrıca hiç dışarıda soyunup üstüme atlayan da olmadı.

- Dışarıdan bakıldığında hem serseri hem cool bir havan var. Şu an sohbet ederken de komik ve sempatiksin. Gerçek Yiğit’i nasıl anlatırsın?

Sessiz ve bir şey yapmadan durduğum zaman sert, belki biraz cool bir maske oluyor yüzümde, bahsettiğin havayı o veriyor anladığım kadarıyla. Ama normalde sempatik, esprili, kendiyle dalga geçebilen biriyim.

Haberin Devamı

- Neden ödün vermezsin?

Köpeğimi yalnız bırakmıyorum, bundan ödün vermem. Spora, tatile, her yere benimle geliyor. Çiftleştirmek, torun sahibi olmak da istiyorum. Kendime bulamadım, bari ona bulayım (gülüyor).

- Defoların neler?

Çabuk sıkılabilirim. Bir şeyi denerim, olmuyorsa çok üstüne gitmeyebilirim. Bu bir kitap da olabilir, enstrüman da... Mesela mızıka aldım, baktım zor, bıraktım.

- Canlandırdığın karakterlerin karanlık yanları da oluyor. Senin karanlık taraflarında neler var?

Kendime acıma olabiliyor, değersiz olduğunu düşünme, insanların beni sevmesi için bir şey yapmam gerekiyor gibi hissetme... Şimdi bunları fark ettikçe gereksiz olduğunu anlıyorum.

Haberin Devamı

40’lı yaşlarda neye “Hayır” diyeceğimi ve önceliklerimi biliyor, şikâyet etmemeye çalışıyorum.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

HOCAMIZ GELİP TERİMİZİ KOKLARDI

- Oyunculuk yapmaya başlamak hikâyenin neresinde?

Ailem reklamcı olmamı istiyordu. Özel üniversitede burslu reklam bölümünü okudum, bitirdim. Ama o dönem izlediğim bir belgesel beni çok etkiledi, reklamcı olmak değil, oyunculuk yapmak istiyordum. Bir tiyatroya girdim, iki sene öğrenci oldum. Ardından asistanlık, sonra tiyatro oyunlarında reji yapmaya başladım. Sahneye çıktım. İlk oynadığım dizi 2006’daydı. Eğitimler de aldım ve 15 senedir buradayım.

- Ne umdun, ne buldun meslekte?

İnanılmaz bir umudum yoktu. Reklamcı olmamaya karar verdiğimde ‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm.

- O buluta denk geldin mi?

Şimdilik o buluta denk geldiğimi düşünüyorum, çok şükür sevdiğim işi yapıyorum. Dünyanın yüzde kaçı sevdiği işi yapıyordur... Para kazanıyorum, kendime bakıyorum, daha ne isteyebilirim...

- Bu mesleğe başlarken ilk motivasyonun neydi?

İşin kendini seviyordum. Özellikle hazırlanma aşaması, en az oynamak kadar zevkli. Kendinde başka birini görebilmek, başka biri olmak harika. Bizim bir hocamız gelip terimizi koklardı, “Olmamış daha” derdi.

- Nasıl yani?

“Sen doğru oynarsan, yani başkası gibi oynamayı başarırsan, terin sen gibi kokmaz” derdi.

- İlk defa duydum...

Ben de duyduğumda şaşırmıştım.

- Peki, takipçi sayısı ve popülerlikle gelen başroller gibi şeylere bakınca sence ne kadar adil bir iş yapıyorsun?

Adil bir iş değil tabii ama hayatta ve doğada adaleti biz yaratıyoruz. Ben yine adalete ve karmaya inanıyorum. Başıma gelmesini istemediğim bir şeyi başkasına yapmıyorum.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

KENDİ ALANIMI KORUYORUM

- Bu sektör sana nasıl bir ders verdi?

Samimi ve mesafeli olmayı öğrendim. Gönül kırmadan kendi alanımı koruyorum.

- Mesleki açıdan hayalin ne?

Nuri Bilge Ceylan filminde oynamak isterdim. Yurtdışında İngilizce oynamayı da isterim tabii.

- Ferzan Özpetek’in Roma’da çekilen filminde rol aldın. Nasıldı onunla çalışmak?

Ferzan Bey’le çalışmak çok keyifli, zaten duayen, kendinizi ona teslim ediyorsunuz. İşi gördüm, ağzım açık kaldı. İnanılmaz görüntüler, ışık, açılar... Çok güzel bir deneyimdi.

- Başka projelerin var mı?

‘Sarmaşık Zamanı’ devam ediyor, orada bir komiseri canlandırıyorum. ‘Kızılcık Şerbeti’ne dahil oldum.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

ALDATTIĞIMI DÜŞÜNMÜYORUM

- Bir kadında ilk neye dikkat edersin?

Gözüne.

- Totemlerin var mı?

Yolda yürürken asla çizgilere basmam... Ya da sağ ayağımla basmışsam, solla da basarım simetrik bir şekilde.

- Küçükken odanda kimin posteri vardı?

Che Guevara ve Erkin Koray, hâlâ da asılıdır. Oda duvarlarım hep yazıyla doluydu. ‘Görme Biçimleri’ diye bir kitap okumuştum, sürekli gördüğün şeylerin bilinçaltına geçtiği yazıyordu. Ben de şarkı sözleri ya da “Sakin ol”, “Dur, nefes al” gibi şeyler yazardım.

- Hiç aşk acısı çektin mi?

Çektim.

- Hiç aldattın mı ya da aldatıldın mı?

Bildiğim kadarıyla aldatılmadım. Aldattığımı da düşünmüyorum.

- Ya aldatmışsındır ya aldatmamışsındır. Nedir senin için bunun ölçüsü?

Bazen sen ayrıldığını söylüyorsun ama karşı taraf kabul etmiyor.

‘Kendimi bir uçurumdan aşağıya bırakıyorum, umarım bir buluta denk gelebilirim’ diye düşünmüştüm

BÖYLE BİR ŞEYİ YAŞAMAK ASLINDA TRAVMA...

- Senin hikâyen nerede başlıyor?

Şişli Can Hastanesi’nde. Tek çocuğum. Annem Örenli, babam İskeçe’de doğmuş ama onun da babası Niğdeli. Bana nerelisin diye sorarsan Örenliyim derim, küçüklüğümden beri her yaz oraya giderim, oranın insanını çok severim.

- Sen varlıklı bir çocukluk yaşamışsın. Sonra baban felç geçiriyor sanırım... Neler yaşadın?

2000 yılının ilk pazartesi günü babam felç geçirdi. 17 yaşımdaydım. Reklam ajansımız vardı ama sonra da “Yarına yiyecek yemek yok” gibi bir şey yaşamadık Allah’a şükür.

- O rahatsızlık nasıl yaşandı?

Babam Filipinler’den bir fuardan dönüyordu. O zamanlar uçaklarda, uzun saatler uçulduğunda ayağa kalkıp yürünmesi gerektiğine dair anonslar da yokmuş sanırım. Çünkü yürünmesi gerek, kan hareket etsin, vücutta pıhtı atmasın. Babam dönerken bir kadeh bir şey içiyor ve uyuyor. Sekiz saat sonra da ülkeye dönüyor. Biz her pazar basket oynardık. O pazar da öyle geçti, pazartesi okula gittim, lisedeydim. Babamın yoğun bakıma kaldırıldığına dair bir telefon geldi. Sabah uyanmış ve sol tarafını hissetmiyor. Bir pıhtı atıyor ve sol beyne giden atardamarı tıkıyor, beynin bir tarafı ölüyor. Böyle bir şeyi yaşamak aslında travma. Çünkü babam benim rol modelim. Ama artık gülümseyerek hatırlıyoruz, babam durumla dalga geçmeyi biliyor, çok güçlü biri, annem de aynı şekilde.

- Bu hayatınızı nasıl etkiledi?

İlk zamanlar sürekli hastaneye gidip gelmeye başladım, o sene sınıfta kaldım. Ardından babam sürekli çalışan biriyken 24 saat evde olmaya başladı. Ben o dönemde üniversite sınavına hazırlanıyordum, gençtim. Aramızda çatışmalar başladı. Sonra onlar da geçti. Ben büyüdüm, babam yaşlandı. Dolayısıyla aramız da daha sütlimana dönüştü.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!