Güncelleme Tarihi:
Televizyon tarihinin fenomen yarışmalarından ‘Kelime Oyunu’ hafta içi her gün teve2’de yayımlanıyor. Kısa bir süre önce yarışmanın sunuculuğunu üstlenen oyuncu İbrahim Selim ve yarışmacılar 20.00’de yerlerini alıyorlar ve kelimelerin havada uçuştuğu, zamanla yarışılan heyecanlı dakikalar başlıyor. Tahminler yapılıyor, harfler alınıyor. İbrahim Selim yarışmacıların adeta cankurtaran simidi. En kritik anlarda devreye giriyor, verdiği ipuçlarıyla yarışmacıyı rahatlatıyor. Hatta bazen işleri o kadar kolaylaştırıyor ki kendisi bile bunu itiraf etmek durumunda kalıyor: “El ele verdik, çabaladık ve soruyu bildik!” Selim’le buluştuk ve çıktığı yeni yolda neler hissettiğini konuştuk.
- Kelimeler sizin için ne ifade ediyor?
Benim bütün hayatım kelimeleri kullanarak bir şeyleri ifade etme üzerine kurulu. Çeşitli yöntemler deneyerek... Dolayısıyla her şeyim kelimeler. Bütün dünyam.
- Hani derler ya, kelimelerini seçerken dikkat et. Siz bunu yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?
Ailemde de kelimeler seçerek kullanılırdı. Hem adapla ilgili olarak hem de iletişim kurmanın en önemli kurallarından birinin doğru kelime seçimi olduğunu öğretmeye çalıştı ailem bana. Dolayısıyla kelime seçme her anlamda hayatım boyunca uyguladığım bir şey. Karşıdan gelen kelimeye de dikkat ederim. Ne demek istediğini, ne anlattığını, aslında neyi kastettiğini... Çünkü sözcükler her zaman asıl kastettiğini karşılamaz.
- Yazar, filozof Halil Cibran’ın bir sözü var: “Sözlerimiz aklın ziyafetinden artakalan kırıntılardır.” Sizce kişinin kullandığı kelimelerle zekâsı arasında bir bağ var mı?
Seçtiğiniz kelimeler, hangi ifadeyi ne şekilde kullanmayı tercih ettiğiniz daha çok karakterinizle ilgili gibi geliyor bana. İletişim kurma biçimimiz, bizi tanımlayan özelliklerden biri.
- ‘Kelime Oyunu’ sunucusuyla özdeşleşmiş bir yarışma. Bu anlamda başta kafanızda soru işaretleri var mıydı?
Yaptığım işlere, nasıl iyi yapabilirim diye bakarım. Programı yapan ekip; soruları hazırlayan, kulağıma ipuçlarını fısıldayan, yönetmen, yapımcı, format sahibi şirket hepsi aynı. Bana kalan da İbrahim olarak orada nasıl yer alırım ve neler katabilirim oluyor. Ali İhsan Varol’un 15 yıllık emeğine ilk bölüm alkışlarla teşekkür ettik.
- Mizah örneğin, yarışmaya katacağınız öğelerden mi?
Öyle görünüyor. Daha önce yoktu diyemem tabii ki. Ama ben başka tür bir mizah yapıyor olabilirim. O da zaten fabrika ayarı gibi benimle birlikte geliyor.
- Sizi ilk kez DOT’un ‘Shopping and F***ing’ (2009) oyununda izlemiştim. O dönem hayatınızda sadece tiyatro vardı değil mi? O günleri özlüyor musunuz?
O dönem de tiyatro dışında yaptığım işler vardı ama görünür değildi. Beni yaptığım iş üzerinden tanıyorlar. Yani siz beni tiyatrodan biliyorsunuz, “Tiyatro oyuncusu İbrahim Selim” diyorsunuz. Diğeri sinemadan veya bir başkası televizyondan... Yaptığım her şeyin kendi izleyicisi pek birbirine değmediği için kitlesi başkaymış gibi oluyor. Sahne benim esas mesleğim. Tiyatro oynamadığım senem yok. Bu sene de yeni bir oyuna başlayacağım. Sorunuza dönersek; o dönemi galiba herkes özlüyor. Daha kolay zamanlardı, ekonomi rahat hareket etmemize imkân veriyordu. Şimdi dünya haldır huldur bir yere gitmeye çalışıyor gibi...
‘ANKARA’DA BÜYÜDÜM’
- Şöhretli olmak, tanınmak hayatınızdaki hangi dinamikleri değiştirdi?
‘Şöhretliyim’i hâlâ çok hissetmiyorum. Çünkü ben Ankara’da büyüdüm, bir sitede oturuyorduk. Sabah kalktığımızda zaten sürekli aynı insanlarla karşılaşıp herkes birbirine “Günaydın” diyordu. Otobüsün şoförleri genelde aynı saatte otobüse binip okula gittiğimiz için tanıdık oluyordu. Hepsine “Günaydın abi” diyorduk. Bakkalı, kasabı tanıyorduk. Bir sonraki sitede arkadaşlarımız vardı, onları tanıyorduk. Dolayısıyla biz büyürken insanlarla selamlaşıyorduk. Şimdi de öyle oluyor. Bir de benim kitlemle ilgili farklı bir durum var galiba. ‘Fight Club’ (Dövüş Kulübü) filmi gibi uzaktan selamlaşıp devam ediyoruz.
‘BİZİM UĞURUMUZ OLDU, KALEMİZDİ’
- ‘Alice’ müzikalinden de bahsetmeden olmaz. Kariyerinizdeki yeri nedir sizce?
Sadece benim değil, beraber oynadığımız bütün arkadaşlarımın kariyerinde çok önemli bir yeri var. Hepimizin hayatında bir değişim oldu. Daha görünür işler yapar hale geldik. ‘Alice’ bizim uğurumuz oldu, kalemizdi. Dışarıda koşturup, sonra bir araya gelip sahnede eğleniyorduk, rahatlıyorduk. Hâlâ bittiğine inanamıyoruz.
- ‘Alice’te bir replik vardır; “Neden bazı sabahlar kahvaltıdan önce en az altı imkânsız şeye inanıyorum” der. Tavşanı takip edip deliği bulmak bu sayede oluyor sanki ama değil mi?
İmkânsız zaten bizim kendi tanımladığımız bir şey. Sizin imkânsız dediğiniz şey başka biri için konu bile olmayabilir. Dolayısıyla öyle bakmamaya gayret ediyorum. İmkânsız değil ama belki benim bir yerden sonra vazgeçeceğim hayallerim vardır. Eğer imkânsız olduklarına inansaydım ben bu işi yapamazdım. Ailemde sanatçı veya küçükken çevremde oyunculukla, tiyatroyla ilgili kimse yoktu.
- Ama siz daha çocukken oyuncu olmak istediğinizi biliyordunuz. Neydi o his?
Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Ailem beni daha fazla görsün diye mi düşündüm acaba? Fark edilmek için mi? Söylediğim dinlensin diye mi? Bunun net bir cevabı var mı bilmiyorum. Güdüsel olarak bu tarafa doğru aktım. Kendimi içinde en konforlu hissettiğim şey bu oldu hep.