Güncelleme Tarihi:
Bizim evde çalışıldı mı çok çalışılır. O yüzden hafta sonu taraflardan birinin işe gitmediği ya da evden de olsa çalışmadığı, tam kadro hazır ve nazır bulunduğumuz seyrek olur. Kentli insanın halleri işte. Sonra vay efendim, bazı semtler ülkenin kaymağını yiyor. Neyse...
Geçenlerde bir pazar günü baktık ki ikimiz de evdeyiz ve kimsenin yetiştirmesi gereken bir işi yok; inanılmaz bir boşluğa düştük biz şimdi ne yapacağız diye. Cin gibi bir fikirle kendimi ortaya attım ve “Kalk” dedim, “hayvan barınağına gidelim, iki köpek sever, bağış yapar geliriz.”
Gittik, hiç öyle bir niyetimiz yokken bir anda bir yavruyla kendimizi fazla yakınlaşmış bulduk, “Ya biz nereye köpek bakıyoruz” sorusunu sormayı akıl ettiğimizde, kucağımızda köpekle mahalleye dönmüştük bile.
Sabah kaçta kalkacağız?
Şimdi artık hava almaya çıkmak dediniz mi kendimi pet shop’a atıyorum, köpeği tuvalete götürüyorum, kâğıt havlu ve gazete stoklarını güncellemek için market market dolaşıyorum. Köpek dediğin ocağa dikilmiş gerçek bir incir ağacıymış, bunu da bu vesileyle öğrendim.
Köpek arkadaşla en büyük tartışmamız ise sabah hava almaya kaçta kalkacağız konusu. Ben diyorum 7 buçukta kalkalım, o diyor 6 buçuk olsun temiz temiz. Ortada buluştuk, 7’de kalkıyoruz. Daha doğrusu, o 6 buçukta kalkıyor. Bir 15 dakika tatava yaparak beni uyandırıyor. Ben de “Köpekler, kediler ve çocuklar benden havlayarak, ağlayarak, viyaklayarak bir şey alamazlar” tavrımı ondan da esirgemeyerek bir yarım saat yatakta telefona bakıyorum. İkinci 15 dakikayı efendi gibi sessiz geçirince, hop akıyoruz güne.
Eğitimdi, şuydu buydu derken belli bir ilerleme kaydettik ama hâlâ kabul edilebilir noktanın çok gerisindeyiz ekip olarak. Geçen o yüzden çektim kendisini konuştum.
Dedim, “Bak, sen normal akışında barınağa gidiyordun. Kapıda bana toslamasan paşa paşa içeri girecek ve 800 tane terk edilmiş golden (bu arada dua edin yetkim yok, yoksa köpek terk etme işini cezanın kralına boğardım) arasından cins olmadığın için kolay kolay çıkamayacaktın. O noktaya kadar kedi mamasıyla beslendiğin için böbrek möbrek komple eline almana da ramak kalmıştı. Şimdi ben sana demiyorum ki aman efendim, ben senin için tarihi fırsatım, o yüzden senin de olayın hakkını vermen, böyle havada frizbi yakalayan, leb deyince leblebi getiren bir köpek olman lazım. O şekil bir baskı yok. Herkes ne olabiliyorsa o olacak. Ama biraz da çaba sarf edeceğiz yani. Öyle onu ısırayım, bunu dişleyeyimle hayat geçmez.”
Tam anlamadı gibi. Bari dedim tatlı yiyelim, tatlı konuşalım; muz yedik beraber, muzu anladı. “Kilosu 12 lira olmuş, çok alıştırma kendini. Arada, özel günlerde falan beraber bir çılgınlık yapar yeriz” diye de belirttim.
Hani ‘annesi-babası’ demeyecektik...
Bir diğer sıkıntımız da kim kimdir noktasında oldu. Kendimizden köpeğin ‘annesi-babası’ olarak bahsetmemeye yeminliydik. Ama insan boş bulunuyor. Hanım geçen buna “Git babanın peşinden” diye seslendi. Kulağımı duvara vurdum, bunları da mı duyacaktım diyerek. Hayvan da bakıyor, bu neyin peşinde, oyun mu yapıyoruz, ne yapıyoruz diye.
Şimdilerde daha iyiyiz, birbirimize iyice alıştık. Arada “Ya ben 40 yaşında çocuksuz bir erkek olarak orta yaş dönüşümünü motosiklet alarak tamamlamalıydım, köpeğe fit olarak ucuza gitti bildiğin” diye hayıflandığım olmuyor değil. Ama o konuda da iş işten geçti. Zaten bu da bir motosiklet parasını yiyecek gibi duruyor orta vadede.