Güncelleme Tarihi:
Evrim Kuran’ın yeni kitabı kadınların verdiği ‘iç savaş’ı açığa çıkarıyor. Bireylerin başarılarını sorgulama eğiliminde olduklarına dair yapılan araştırmaları konu alan bu kitap özellikle kadınların, sahip oldukları eğitime ve kariyere rağmen kendi değerlerini görmekte zorlandıklarını ve içlerinde ‘sahtelik’ hissiyatı taşıdıklarını vurguluyor. Soru sormak, yardım istemek ve hatta basitçe konuşmak bile onlar için cesaret gerektiren bir eyleme dönüşüyor. Bu durum duygusal yıkımlarla sonuçlanıyor, daha fazla kaygı, stres ve tükenmişlikle boğuşuyorlar.
Başarılarına rağmen yetenek ve zekâsından şüphe edenleri tanımlayan impostor sendromu neden kadınlarda daha fazla görülüyor? Bu çelişkiyi neye bağlıyorsunuz?
Peşinde olduğum sorulardan biri şuydu: Impostor olgusu, Türkiye gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinde gelişmemiş toplumlar arasında, patriyarkanın egemen olduğu ülkelerde daha mı çok tetikleniyor yoksa tüm dünyada kültüre ve sosyoekonomik seviyeye bakmaksızın bu olgu hâkim mi? Araştırmalar bunun ülkemize has olduğunu göstermiyor; her toplumda var çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliği küresel bir dert.
Dünyadan ve Türkiye’den nasıl rakamlar verebilirsiniz?
Çeşitli küresel araştırmalar kadınların yüzde 75’inin kariyerlerinde impostor olgusu yaşadıklarını ortaya koyuyor. Türkiye araştırmamıza göreyse araştırmamıza katılan kadınların yüzde 45’i impostor’ı yüksek oranda, yüzde 40’ı orta seviyede yaşıyor. Katılımcı kadınların sadece yüzde 15’inde impostor olgusu düşük seviyede. Erkek katılımcılarımızın yüzde 22’sinin impostor deneyimi yüksek. Yüzde 54’ü orta seviyede ve yüzde 24’ü ise impostor olgusunu düşük seviyede yaşıyor.
Türkiye’nin en çok satan kitaplarını yazdınız, kuşak araştırmacısı olarak geniş bir kitle tarafından tanındınız ama “Hâlâ kendime yazar demekte zorlanıyorum” diyorsunuz, bu kitabı yazarken ne kadar zorlandığınızı anlatıyorsunuz girişte...
Evet, ben bir impostor mağduruyum. Yaşamımdaki edinimlerimi yetkinliklerime değil, çalışkanlığıma bağlamak beni daha konforlu kıldı. Çok özel yeteneklerim olmadığını, sadece çok çalışkan bir kadın olduğumu sık sık ifade etmemin bir savunma mekanizması olduğunu anladım. Yüzleştim, kırılganlığımla barıştım. Şifalanmanın ilk adımının cesaretle kalbimizi açmak, kırılganlığımızdan güç almak olacağına inandım ve bu kitabı da tüm impostor dertlilerine yalnız değilsiniz demek için yazdım.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bu olguyu azaltmada nasıl bir rol oynayabilir?
Kesinlikle çok önemli bir rol oynar ancak gerçeklerden bahsetmeliyiz: Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu; Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) raporu yayımlamaya başladığı 2006’dan beri cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında sadece yüzde 4,1 iyileşme kaydedildi. Dünyada cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesine yönelik ilerlemenin mevcut hızında ve şu andaki haliyle devam etmesi durumunda bu farkın ancak 2154’te, yani 131 yıl içinde kapanabileceği tespit edildi.
MeToo hareketinden sonra kadın hareketinin etki alanı genişledi. Ama hâlâ erkek şiddetiyle mücadele ediyoruz, en medeni ülkelerde bile kürtaj hakkı için tartışmalar sürüyor. Gidişat iyiye mi kötüye mi?
Yasa koyucular hâlâ erkek. Bu sebeple ağır adımlarla ilerliyoruz. Ama ümitsiz değilim çünkü bunlar belki ağır ama kesinlikle emin adımlardır. Özellikle genç nesildeki eşitlikçi bilincin yükseldiğini gözlemliyorum.
Kitabınızın son bölümünde ABD’de ırkçılığa karşı mücadelenin simge isimlerinden Rosa Parks’ın otobüste gösterdiği direnişe, bunun toplumsal değişim için bir katalizör olmasına değiniyorsunuz. Sizce günümüzde hangi bireysel eylemler veya duruşlar benzer toplumsal değişimlere yol açabilir?
Rosa Parks hikâyesine kitapta yer vermemin en önemli sebebi her bir bireyin alacağı tek bir kararın toplumsal dinamikleri nasıl değiştirebileceğinin farkına varmasını sağlamaktı. 50’lerin Amerika’sında siyahlarla beyazlar otobüslere ayrı kapılardan biner, ayrı yerlerde otururlardı. Beyazlar ayakta kalırsa siyahlar onlara yer vermek zorundalardı. Bir gün Rosa Parks yerinden kalkmadı. Tarihi kim yazar? Yazgıyı kim bozar? Bence karar verenler. Neyin yolcusu olacağımız sadece bir karardır. Bir gün herhangi bir kadın, zamanın herhangi bir noktasında kabullenmekten vazgeçer. O otobüs özgürlüğe hareket eder.
Bireyler olarak yaralanmaya açık olmaktan korkmamayı önemsiyorum. Haruki Murakami’nin ‘İmkânsızın Şarkısı’ romanında “İnsanlar kalbini açınca ne oluyor’’ sorusuna Reiko şöyle yanıt verir: ‘’İyileşiyorlar.’’ Bireyler olarak kalbimizi, toplum olarak vicdanımızı yaralanmaya açabilirsek iyileşeceğiz. Özşefkat üzerinde çalışmanın ve kendimize dışarıdan bakmanın da impostor mücadelesinde etkili olduğuna inanıyorum. Siyasi karar alıcılara gelince, en büyük görev onlara düşüyor. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliği politiktir. Kadına yönelik şiddet ve eşitsizlik uygulamaları ‘münferit’ olaylar değildir; sorun bir sistem sorunudur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği politiktir çünkü ahlakçı, cinsiyetçi anlayış, kadını koruyan yasaların etkin bir şekilde uygulanmasını engeller.
Kitapta geçen kavramlar
Impostor olgusu: Kanıtlanmış başarılarına rağmen bireyin içinde zekâ ve yeteneğinin sahte olduğuna dair bir his taşıması. Hem dünyada yapılan çok çeşitli çalışma hem bu kitaba konu araştırmamız kadınların gerekli tüm becerilere ve eğitime sahip olmalarına rağmen kim oldukları konusunda kendilerini rahat hissetmediklerini ve kendi değerlerini görmekte zorlandıklarını ortaya koyuyor. Bu nedenle kadınlar kendilerini kanıtlamaya çalışmak için uzun saatler çalışma eğiliminde.
Sindirella kompleksi: Colette Dowling’in 1982’de yazdığı aynı adlı kitapla bizi tanıştırdığı kavram. Sindrilla gibi bugünün kadını da hâlâ dışarıdan bir şeylerin kendi yaşamını dönüştürmesini istemektedir.
Erbilgiçlik: Sözcük Rebecca Solnit’in 2008’de yayımladığı bir makalenin ardından türetiliyor. Erkeklerin kendi uzmanlık alanları olan olmayan her konu hakkında kadınlara açıklama yapması...
Tokenizm (numunecilik): Literatüre 1977’de Rosabeth Moss Kanter tarafından kazandırılmış bir kavram. Bir kurumsal yapının cinsiyet, din, engellilik, yaş, etnik köken gibi kimliklere karşı duyarsızlık suçlamasından kurtulmak amacıyla bir miktar bireyi saflarına almasını anlatmak için kullanılıyor. Meclisteki kadın milletvekilleri, siyasi partilerdeki gençlerin, şirketlerdeki başörtülü kadınların, engelli çalışanların numune olarak vitrine konması gibi durumlarla örneklenebilir.
Cam tavan: Kadınların kurumsal hayatta kariyer basamaklarını tırmanırken görünmez bir tavanın onları engellemesi.
Cam duvar: Kadınları belirli yönetsel rollere yerleştiren, daha yüksek karar verme seviyelerine erişebilecekleri stratejik işlevlere geçmelerinin önündeki engeller.
Cam uçurum: Başarısızlığın sorumluluğu ve faturasının kadınlara kesilmesi adına kriz dönemlerinde kadınların terfi ettirilmesi.
Kraliçe arı sendromu: Tepe yönetimde görülen ‘tek kadın’ olmanın bir başarı ve ayrıcalık göstergesi olduğu inancı. Güçlü bir konumdaki bir kadının kariyerlerinde ilerlemek isteyen diğer kadınları destekleme olasılığının daha düşük olması ihtimali.