Güncelleme Tarihi:
Sarah Everard 33 yaşında, pazarlama alanında çalışan bir kadın. 3 Mart akşamı saat 21.20’de, Güney Londra’da bir arkadaşını ziyaret ettikten sonra evine yürüyerek dönmeye karar veriyor. 4 kilometrelik yolu, geniş ve etrafı açık bir parkın içinden geçip işlek bir cadde üzerinden tamamlaması gerekiyor. Ancak sevgilisiyle yaptığı telefon görüşmesinin ardından 21.28’de bir evin güvenlik kamerasında beliriyor son kez. Evine varıp varamadığını polis onaylayamıyor.
Londra bir hafta Everard’ın kayboluşunu konuştu. Arkadaşları ve ailesi kampanya başlattı, polis bilgi çağrısı yaptı, Everard’ın son kez görüldüğü caddedeki 750 evde görüşme yapıldı. Birkaç gün içinde 48 yaşındaki bir erkek, kaçırma şüphesiyle gözaltına alındı ve bir süre sonra bu kişinin bir polis olduğu ortaya çıktı. 10 Mart’ta Londra’ya 65 kilometre uzaklıkta bir ormanlık alanda bulunan insan kalıntılarının Sarah’ya ait olduğu, diş kayıtlarının uyumu sayesinde onaylanabildi. Sarah’nın ölüm sebebi açıklanmadı. Ben bu yazıyı yazarken soruşturma sürüyor ve 48 yaşındaki polis memuru Wayne Couzens zorla alıkoyma ve cinayetle suçlanıyor...
ERKEKLERE SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI...
İngiltere bu cinayetin şokunu yaşıyor. Cinayetle suçlananın bir polis olması, kadınları kimsenin korumadığı mesajını vurguluyor. Sarah’nın evine yürüyorken ortadan kaybolması, koronavirüs dönemi toplu taşıma yerine yürümeyi tercih eden birçok kadını daha da güvensiz hissettiriyor. Bir kadın olan Londra Polis Müdürü Cressida Dick’in “Kaygı duyuyor, hatta korkuyor olabilirsiniz ancak Londra’da kadınların sokaktan kaçırılması çok nadir bir durum” demesi de rahatlatmıyor. Örneğin her gün evden işe, işten eve, sevimsiz ve kalabalık bir cadde üzerinde toplam 9 kilometre yürüyen bana da herhangi bir güven hissi vermiyor bu sözler.
İngiltere şokta ama Everard’ın başına gelen burada benzeri görülmemiş şey değil. Cinsel şiddet ve kadın cinayetleri, yeni yasa talepleriyle sık sık gündeme getirilen bir konu. Kadın düşmanlığının nefret suçu olarak kabul edilmesini savunan milletvekillerine, 18.00’den sonra erkeklere sokağa çıkma yasağı getirilmesini talep eden Lordlar Kamarası üyeleri katılıyor. Birleşmiş Milletler’in bir araştırması, İngiltere’de 18-24 yaş arası kadınların yüzde 97’sinin cinsel şiddete uğradığını, kadınların yüzde 80’inin kamusal alanda cinsel şiddete uğradığını ortaya çıkardı.
Everard cinayetinin toplumda getirdiği sesse benzeri görülmemiş ölçüde. Bugünlerde eski dosyalar açılıyor, binlerce kadın sosyal medyada kendi karşılaştıkları şiddeti anlatıyor. Geçen hafta sonu, Everard’ın öldürüldüğü gece geçtiği parkta koronavirüs yönetmeliklerini delerek bir anma etkinliği düzenlemek isteyen kadınlara polisin müdahalesi unutulmayacak karelerle basına yansıdı, bu kez polis şiddeti tartışmaları alevlendi. Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan’la İngiltere İçişleri Bakanı Piriti Patel’i hemfikir görmek de maalesef bu olayla mümkün oldu. O geceki kalabalık, Türkiye’deki 8 Mart ve 25 Kasım feminist gece yürüyüşleri gibi, sokakları geri almak için toplanmıştı. ‘Sokakta yürümek ölüm sebebi olmamalı’ pankartları açıldı. Kadınlar “Yıllarca süren bastırılmışlık, öfke ve travmanın ardından evde durmamızı kimse beklememeliydi” dedi. Her gün binlerce buket çiçek, kart ve pankartlar bırakılıyor parkın ortasına. Bizler yine tanımadığımız kadınların yaşamlarının yasını tutuyoruz; bunun politik bir yas olduğunu hatırlatarak, ailesi ve dostlarının yasıyla karıştırılmadan, onların yasına saygı duyarak...
Öte yandan Everard’ın beyaz oluşu, eve yürüyor oluşu ve bir polisin cinayetle suçlanması, kadın düşmanı ya da ırkçı hiçbir söyleme gerekçe vermemesiyle de İngiltere’nin kendi içindeki ayrımcılığı gözler önüne seriyor. Geçen yıl Londra’da yürüyüşe çıkıp kaybolduğu bildirilen ve bedeni bir başka kentte deniz kenarında bulunan, 21 yaşında işletme öğrencisi ve siyah bir kadın olan Blessing Olusegun’un ölümüne dair dosya, polis tarafından ‘açıklanamaz ölüm’ kararıyla kapanmıştı. Şimdi Olusegun için de adalet talepleri hatırlatılıyor.
Elbette, herkes bir ağızdan konuşmuyor bu süreçte. Twitter #NotAllMen’i (Tüm erkekler değil) trend gördü bir süre. Bu hashtag, ‘her erkek değil’ diyen ve kadınların tarihsel, sistematik bir eşitsizlik ve düşmanlıkla karşılaştığını yok sayan, ‘bazı insanlar kötü yaradılışlı, erkeklerin tümüne çamur atmayın’ argümanını destekleyen antifeminist bir duruşu temsil ediyor. Twitter’da buna cevaben #NotAllMenButAllWomen (Tüm erkekler değil ama tüm kadınlar) bir süre trend oldu. Her erkek tacizci ya da katil değil ama neredeyse her kadın bir tür erkek şiddetine uğruyor. Bu fazlasıyla çirkin haksızlığın matematiğini erkeklere bırakıyorum.
TACİZDEN KAÇINMAK İÇİN SOKAK SEÇİYORDU
“Londra’yı böyle bilmezdik” diyen arkadaşlarım var. İngiltere’de de çocuk yaştan itibaren tacize uğruyor kadınlar. 2013’te Güney Londra’daki Goldsmiths College’da, sosyoloji yüksek lisansı yaparken sınıf arkadaşımın araştırmasında yer almıştım. Kadınların tacizden kaçınmak için seçtiği yolları haritalıyordu; “Eve işten, okuldan ya da bardan nasıl yürüyorsun, hangi sokakları tercih ediyorsun ve neden?” diye sormuştu. O zaman karanlıkta boş bir sokakta eve doğru yürüyorsam sokağın ortasından yürüdüğümü fark etmiştim. Sokak lambalarıyla aydınlanan, evlere en uzak yürünebilir yerden. İstanbul’dan şerbetli halimle, bilinçdışı bir karardı bu. Kadınların dünyanın neresinde olursa olsun, koruma mekanizmalarını bir anlığına bile kenara bırakma lüksleri yok.
Londra’dan bunu beklemeyenler haksız değil, zira başkentin sloganı ‘Londra açık’. Kozmopolit, rengârenk, herkesin evinde hissedeceği, herkese kucak açan, ayrımcılığın olmadığı ve güvenli bir şehir olma iddiasında. Teninizin rengine, kime âşık olduğunuza bakmadan... Gerçek şimdilik böyle değil. BBC’nin büyük beğeni toplayan dizisi ‘I May Destroy You’ da bunu savunuyor. Bir barda içkisine ilaç karıştırılıp tecavüz edilen bir kadının hafızasının parçalarını birleştirme hikâyesini, o arada sistemin nasıl göstere göstere köstek olduğunu anlatıyor. Eleştirmenler dizinin başarısını toplumun büyük kısmının kendinden bir şeyler bulabilmesine bağlıyor.