Güncelleme Tarihi:
Bir ‘Star Wars’ filmini herhangi bir sinema filmi gibi yorumlamak imkânsız. İlk âşık olduğunuz kadın ‘Prenses Leia’ olunca, bu normal karşılanabilir sanırım! Sadece ilk aşkım değil, ilk kahramanım da ‘Star Wars’ evrenindendi. ‘Luke’un pilot olma hayaliyle yanıp tutuşması ama ailesinin onu engellemesi bana yakın geliyordu. Zaten çocukluğunu 80’lerde yaşayan birinin bu serinin karakterleriyle özdeşleşmek için çok fazla sebebi vardı. ‘Han Solo’, serseri tarafımızı hoşnut ederken ‘Darth Vader’ içimizdeki ‘karanlık taraf’ın bir yansımasıydı sanki.
Diğer çocukluk tutkularımızdan koparken ‘uzak galaksi’ sevdamızdan ilerleyen yıllarda kopmadık çünkü ‘Star Wars’ filmleri yetişkinliğimizde de birçok duygu ve düşünceye ayna tutmaya devam etti. ‘Bölüm 4: Yeni Bir Umut’un Vietnam Savaşı alegorisi olduğunu keşfetmemle filmlere yeni boyut eklenmişti. İmparatorluk Amerikan emperyalizmini, asiler ise Viet Kong’u sembolize ediyordu. George Lucas açıkça söylüyordu, ‘İmparator Palpatine’ bizzat Richard Nixon’dı. Lucas için İmparatorluk aynı zamanda deneysel yönetmenleri hor gören Amerikan sinema sektörünü yansıtıyordu. ‘Star Wars’ bu açıdan, genç ‘Lucas’ın Hollywood’a karşı kaldırdığı bir isyan bayrağıydı. İşte tüm bu alegorileri doğuran motivasyonu öğrendikten sonra bu seri benim için sihirli bir masal olmaktan çıkmıştı. Diğer yandan kahramanlarımız arasındaki dostluk, umudu korumak için mücadele azmi de hayatımızın her döneminde ihtiyaç duyduğumuz duygulardı. ‘Star Wars’ sevgisini bir çocukluk hevesinden çıkaran ‘güç’, kaynağını işte tam buralardan alıyordu.
Biz büyüdük ve
değişti galaksi
George Lucas 1999’da başlattığı ‘prequel’ (önbölüm) filmlerinde politik dozu artırdı. İkinci üçleme, Birleşmiş Milletler’den yükselen sağ eğilimlere, usta-çırak ilişkisindeki ego savaşından demokrasinin suiistimaline kadar birçok yetişkin konuya parmak basıyordu. Fakat George Lucas yeşil perde ve CGI (bilgisayarda yaratılmış görüntü) kullanımından dolayı hayranların hışmına uğradı ve kendi yarattığı evrene küstü. Sonra da Disney, LucasFilm’i satın aldı. Kısacası ‘Star Wars’ isimli çılgın projesiyle Hollywood’a kafa tutan ve bir efsaneyi yaratarak Hollywood’un üstünde de bir güç olan Lucas maceranın sonunda sektöre yenilmişti.
‘Güç Uyanıyor’ hayranları ikiye bölen bir film olarak tarihe geçti. Evet, eski kahramanlarımızla özlem giderdik, yeni kahramanlarımızı sevdik, ‘prequel’lerdeki dijital tarzın tersine analog kuklaların ve maketlerin tercih edilmesi mutlu etti fakat bu güzel hamleler dışında bir yenilik yoktu. J. J. Abrams ‘Bölüm 4’ün kopyasını çıkarmıştı. En büyük eksiklik de gerçek dünyadan güncel bir fikre sahip olmamasıydı. Sadece başkötünün isminde Kuzey Kore lideri için kullanılan ‘supreme leader’ (yüce lider) takısı vardı, bir de şekilsel bir Nazi göndermesi. İhanete uğramış gibi hissetmiştim. ‘Star Wars’ belki de sadece sığ bir masaldan ibaretti. Neyse ki bu karamsarlığım geçen sene izlediğimiz alternatif hikâye ‘Rogue One’le yerini umuda bıraktı. Trump’ın Meksika duvarı gibi devlet politikalarına dokunduran tavrıyla ve görsel dokusuyla aradığımız ‘Star Wars’ filmine yaklaşmıştık.
‘Son Jedi’ bir son mu?
Rian Johnson’ın yazıp yönettiği ‘Son Jedi’ ise daha ilk sahnelerden “Bugüne kadar izlediklerinizi unutun” deme cesaretini gösteriyor. Bu cesaret bazen güce gölge düşüren hamlelere sebep veriyor. Sürprizleri ele vermeden şöyle diyeyim: Bazı hiç işlemeyen riskli senaryo kararları var (Bkz: Leia’nın uzay macerası). Mel Brooks’un ‘Star Wars’ parodisi ‘Spaceballs’tan çıkmış gibi duran yabancılaştırıcı espriler var, ki olacak iş değil (Bkz: Ütü sahnesi!). Aynı zamanda ‘Son Jedi’, kendisinden sonra gelen filmlere gönderme yapan ilk ‘Star Wars’ filmi, ki bunu da tasvip etmiyorum (Bkz: Matrix akrobasisi!). Karanlık tarafın güç kaybı gerilimi azaltan bir başka unsur. ‘Güç Uyanıyor’da sorulan birçok sorunun yanıtlarını vermemesi de izleyiciyi havada bırakıyor.
Fakat tökezlediği yerlere rağmen ‘Son Jedi’ın ışıldadığı yerler de var. Bu jedi, tabu deviren bir jedi. Ada sahnelerinde resmen ‘Star Wars’un ‘kutsal’ı olan ‘güç’ün eleştirisi yapılıyor. Film jedi putlarını yıkıyor, köhnemiş jedi geleneklerini adeta yırtıp atıyor. Kumarhane sahnelerinde kapitalizm eleştirisi, silah tüccarları deşifre edilirken iyilik ve kötülüğün sorgulaması yapılıyor. Diğer yandan Uzakdoğu’nun ruhani felsefelerini terk etmeyen ama bunu zamanımızın ruhuyla buluşturan bir film ‘Son Jedi’. ‘Star Wars’un sığ bir çocuk masalından ibaret olmadığını, bu evrende keşfedilecek daha çok hikâye olduğunu hissettirmesi ise en büyük başarısı. Kol saatine kalem sıkıştırıp ‘Boba Fett’ taklidi yapan, otomatik kapıları jedi zihin gücüyle açtığını sanan, süpürge saplarından ışın kılıcı yapan yeni jedi nesillerine göz kırpan bir film bu. ‘Son Jedi’, jedi’ların sonunun gelmeyeceğini söylüyor. Galakside umut olduğu sürece...