Güncelleme Tarihi:
Sağlık Bakanlığı koronavirüs salgını sürecinde sağlık çalışanlarının istifa, emeklilik ve izin taleplerine kısıtlama getirmişti. Söz konusu yasağın 1 Temmuz itibariyle kaldırılmasının ardından bazı bölgelerde (Van-Muğla-İstanbul) yoğun hekim istifası ve emekliliği yaşanmaya başladı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Meltem Günbeği’ne göre başta ekonomik kayıplar, iş yükünün fazlalığı ve yetersiz koşullar hekimler arasında istifalara neden oluyor ve mesleki tatmin her geçen gün azalıyor. Günbeği her istifanın ardından iş yükünün geride kalan çalışanlara yüklendiğini, yeni istifaların yaşandığını ve bu durumun kısırdöngüye neden olduğunu söylüyor.
1 Temmuz sonrası ortak sebeplerden dolayı istifa eden ve isimlerini vermek istemeyen üç hekimden, onları mesleğini bırakma ya da ara vermeye iten nedenleri dinledik...
“ALMANYA’DA MEDİKAL MASAJ YAPIYORUM”
(D.K., aile hekimi, İstanbul)
İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde okudum. 4 yıldır da aile hekimi olarak çalışıyordum. Özellikle pandemi döneminde üzerimize binen iş yükü çok yıpratıcı oldu. Buna örnek olarak; çağrı merkezi çalışanı gibi hastaları tek tek telefonla aramamızı söyleyebilirim. O hastaları kapı kapı gezip muayene etme şansım olsa, inanın, gece gündüz demeden çalışırım. Ancak telefonla durum bilgisi almak bir hekimin görevi olmamalı; bir sürü iş yükümüz varken...
Sağlık çalışanlarına şiddet de Türkiye’de kapanmayan yara. Her an ‘başıma bir şey gelir mi’ korkusuyla çalışıyoruz hepimiz. Bir de maaş mevzusu var.
Bir ülkede sistemi ayakta tutan hukuk, eğitim ve sağlıktır. Hekimlerin düz maaşları var. Üstü, ek ödeme olarak yatıyor, onlar da düşürüldü. Düz maaşlar ne bir hekimin ne de bir eğitimcinin hak ettiği ücretler... Türkiye’de asistan hekimseniz, başka bir şey yapmaya vaktiniz kalmıyor. TUS (uzmanlık sınavı) dünyada en zor sınavlardan biri. Ona hazırlanmak istiyorsanız ve bir yandan asistanlığa devam edecekseniz, yemek dahi pişirmemeniz gerekiyor. Hayatınızdan vazgeçiyorsunuz.
‘ÜLKEMİ ÇOK SEVİYORUM’
İstifa ettikten sonra Almanya’ya geldim. Aile hekimi olarak çalışırken fiziksel ağrıları olan çok hasta geliyordu, ben de yardımcı olabilmek için medikal masaj eğitimi almıştım. Kendime burada bir hayat kurdum, yabancı dil öğreniyorum şu an ve bir yandan da masaj hizmeti veriyorum. Dil sınavını geçtikten sonra burada yine hekim olarak hayatıma devam edeceğim. Şu anki standartlarım Türkiye’ye kıyasla elbette daha düşük ama en azından huzurum yerinde. Burada hekim olarak çalışan arkadaşlarım insani şartlarda nöbet tutuyor. Asistan hekimler hem nöbet tutuyor hem de akademik araştırmalar yürütebiliyorlar. Ailem istifa edeceğimi öğrendiğinde önce çok üzüldü. Hekimliği bırakmamı tabii ki istemediler ancak Almanya’da yapacaklarımı anlatınca ikna oldular. Ben ülkemi çok seviyorum, mecburi hizmetimi de Doğu’da yaptım. Daha yıllarca Doğu’da hizmet verebilirim. Mesleğimi de çok seviyorum. İnşallah bir gün Türkiye’de şartlar düzelir, ben de ülkeme geri dönerim.
“KIŞKIRTILMIŞ SAĞLIK TALEBİYLE HASTANEYE GELİYORLAR”
(İsmini vermek istemeyen bir iç hastalıkları uzmanı, İstanbul)
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum, 19 yıllık iç hastalıkları hekimiyim. Birçok farklı devlet hastanesinde çalıştım. İstifa edeli henüz bir ay olmadı. Hastayla olan iletişim eskiden çok daha sağlıklıydı. Son 5 yılda ciddi anlamda tükenmişlik sendromu yaşıyordum. Çok fazla hasta bakıyorduk ve çok fazla iş yükü vardı. Roller tamamen değişmişti, hekimliği biz değil, hasta yapıyordu. Hasta, hasta olduğu için değil, ‘kışkırtılmış sağlık talebi’ için hastaneye geliyordu. Elbette tetkik istemek her hastanın hakkıdır ama hiçbir şikâyeti yokken internetten okuyup, televizyondan izleyip “Komşum baktırmış, şöyle çıkmış, tomografi çektirmiş, şöyle olmuş” diyerek durduk yerde tomografi çektirmeye gelenler var. Bir yandan da öyle bir yoğunluk var ki hastanede, tomografinin zararlarını anlatacak vaktiniz olmuyor. Zaten anlattığımızda da hasta tarafından bazen sözel direnç, bazen de fiziki şiddetle karşılaşıyoruz. Bu sırada gerçekten hasta olan kişiler mağdur oluyor. Oysa hekim-hasta ilişkisi böyle değildir. Hasta şikâyetiyle hekime gelir, hekim muayenesini yapar ve tetkik ister ve deva bulmaya çalışır. Artık bu ortadan kalktı, hekimler teknisyenlik yapıyor! Bu hem çok onur kırıcı hem de mesleki tatmininizi yok ediyor. Ben bu konuda hastaları da suçlamıyorum, tamamen yanlış yürütülen sağlık politikalarının sonuçları bunlar.
10-15 yıl önce de ben hasta muayene ediyordum, gerçekten hasta olan ve doktora ulaşmak isteyen hastalar geliyordu. Dahiliye uzmanıyım ve şunu çok açık söyleyebilirim ki bana gelen hastaların yüzde 60’ı dahiliye hastası değil. Şu an herkes kendi fikrine göre MHRS sisteminden istediği doktora randevu alabiliyor. Randevu sistemi elbette iyi ama kişilerin önce aile hekimine başvurması, onun yönlendirmesiyle doğru hekime randevu alması gerekir. Yine bu sistemde en büyük hata, herkesin her saate randevu alabilmesi. Oysa yaşlı hastaların mutlaka sabahtan gelmesi gerekiyor ki gün içinde tetkik bakabilelim. 75 yaşında amca akşam 16.30’a randevu bulup geliyor. Sonraki gün bir daha tetkik için geliyor, sonra tekrar sonuçlar için geliyor. Yazık bu insanlara...
GÜNDE 100 HASTA...
Gün içinde MHRS üzerinden 54 randevulu hasta bakıyordum, buna hasta olan personel, personel yakınları, diğer hekimlerin yönlendirdiği hastalar ve kontrol hastaları da eklenince sayı 100’ü buluyor, bazen de geçiyor. Doktorlara, hemşirelere yıl içinde eğitimler verilir. Bu eğitimlerde bize hastalardan müşteri diye bahsediliyor. Yürütülen politikada hekimin hastaya ne kadar şifa bulduğu değil, gelen tüm hastaları muayene edip göndermesi önemseniyor. Hekimlerin ek ödemeleri de performans sistemiyle ayarlanıyor, hasta başına ücretlendiriliyor. Bu da ek ödemelerimizde ciddi bir düşüş demek.
Aldığımız çıplak maaşlar çok komik rakamlar. Ek ödemeler de emekliliğe yansımıyor. Eğer yıllık izne çıkarsak hasta bakmadığımız için ek ödememizi alamıyoruz.
Son dönemlerde tüm bu anlattıklarımdan dolayı neredeyse depresyona girmiştim. Ayaklarım geri geri gidiyordu. Artık bir sivil savunma kuruluşunda çalışıyorum. Göçmenler ve onların sağlık sorunlarıyla ilgileniyorum. Gerçekten ihtiyacı olan hastalara yeniden deva olmaya çalıştığım için huzur doluyum.
“EVET, OLAĞANÜSTÜ BİR DURUMDA ÇALIŞTIK AMA ÇALIŞMAK İSTEMEME HAKKIM DA VAR”
(İsmini vermek istemeyen psikiyatri uzmanı, Van)
1.5 ay önce istifa dilekçemi verdim. Sözleşmeli olarak çalışıyordum, 7 yıllık psikiyatri uzmanıyım. Mecburi hizmetim bitti. 1.5 yıl boyunca pandemi servisinde nöbet tuttum. Çünkü sadece enfeksiyon ve göğüs hastalıkları doktorları yetişemiyordu. Psikiyatrinin dışında başka bir sürü şey yapıyordum. Evet, olağanüstü bir durumdu, çalıştık ama çalışmak istememe hakkım da var. Van, yaşamak istediğim yer değil, mecburi hizmetimi orada tamamladım. COVID-19 sebebiyle psikiyatride yoğunluk artmıştı, biz de başka alanda görevli olduğumuz için psikiyatri hastalarının tedavisi aksadı, takipsiz kaldılar. Bu süreçte saldırgan davranışlarda bulunan hastalarımız oldu.
İstifamı verdikten sonra bayram nöbetlerimi tutmaya devam ettim. Sonra sağlık müdürlüğüne dilekçe takibi için gittim ve Ardahan’da görevlendirme kararımın çıktığını öğrendim. Birkaç gün içinde Ardahan’da olmam gerektiğini söylediler, şoke oldum. İstanbul’da kendime yeni bir hayat planlamış ve evimi boşaltmıştım. Sistemsel bir hata yüzünden görevlendirme kararımı fark etmemişler. 10 günlük de olsa gitmemi, gitmezsem müstafi durumuna düşeceğimi, bir yıl hiçbir yerde çalışamayacağımı söylediler. Ben bu durumu da kabul ettim, “Müstafi olarak da ayırabilirsiniz, gitmeyeceğim” diyerek Van’dan ayrıldım. Ve hâlâ bekliyorum. Bu durum yüzünden kendime yeni bir düzen kuramıyorum. Ya istifa edip bir ay yine çalışmaya devam ediyorsunuz ya da “Göreve gelmiyorum” deyip ayrılıyorsunuz. 10 gün tutanak tutuluyor ve ilişiğimiz kesiliyor. Benim için 10 gün tutanak da tutuldu ancak görev yerim hâlâ Ardahan görünüyor. Ayrılamadım yani.