Güncelleme Tarihi:
Dominik’ten İstanbul’a gelip canlı yayımlanan finalde şampiyonluk kupasını kaldırmasından bir gün sonra buluştuk. “Yorgunluğum hâlâ geçmedi. Psikolojik olarak da hâlâ yorgunum” dese de yüzünden gülümseme eksilmiyor. Kazandığı kupaya baktıkça aylardır verdiği mücadeleyi gururla anımsıyor belli ki... Saçları güneşten iyice sararmış, lakabının hakkını veriyor; tam bir ‘Sarı Fırtına’. Fiziğiyle ve kaslarıyla Herkül gibi mitolojik kahramanları anımsatan İsmail Balaban’la hikâyesini konuşuyoruz.
Seni altı aydır ekranda izliyoruz. Ama hikâyenin detaylarını pek bilmiyoruz. En başa sararsak...
1987’de Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı Akçay köyünde dünyaya geldim. Ailem çiftçilikle geçiniyor. Dört kardeşiz. İkizim ve iki ablam var.
Sen de çalışma hayatına çiftçilikle mi başladın?
Evet. Maddi imkânımız olmadığı için ortaokuldan sonra liseye gitmedim. Bağ bahçe işlerinde çalıştım.
Güreşle nasıl tanıştın? Ailede sporla ilgilenen var mıydı?
Hayır, ailede güreşçi, sporcu yoktu. İkizimle (Turan Balaban) güreşe başlamamız da tesadüfen oldu. 18 yaşlarındaydım. Köyümüzde güreşle ilgilenen birkaç kişi vardı. Kardeşimle bana “Sizin fiziğiniz iyi, güreşçi olun” dediler. Köyde daha önce güreşmiş eski bir pehlivan vardı, ilk ustamız Bekir Meriç “Ben sizi çalıştırırım” dedi. Heveslenip hemen lisans çıkardık. Bir anda kendimizi güreşin içinde bulduk.
Neler değişti hayatınızda?
Köyde antrenmanlar yaptık ama orada fazla imkânımız yoktu. İkinci çıktığımız organizasyonda, daha teknik bilmezken, dayanıklılığımız ve hırsımızla finale kaldık. İnsanlar şaşırdı. O dönemde Antalya’da antrenörlük yapan Ziya Atalan bizde bir ışık gördüğünü söyledi.
Bir yandan çalışıyor muydun?
Hafta sonları köyde bağ bahçe işlerinde çalışıp para kazanıyor, hafta içi Antalya’da antrenman yapıyordum. Büyük şehre adapte olmak kolay değildi. Yurtlarda kalıyorduk. 18 yaşın bu spor için geç olduğu düşünülüyordu, “Bu yaştan sonra senden olmaz, köyüne dön” diyenler vardı. Ama ikizimle birbirimize dayanak olduk. Rakiplerimizden çok daha fazla çalıştık. Ardından dereceler geldi. Sonra Ziya Usta’yı trafik kazasında kaybettik. Çok üzüldüm. Oğlu Ufuk Abi bizi bırakmayacağını söyledi. Zorlu sınavlardan geçtik ama yılmadık.
Ve başpehlivan oldun...
Kırkpınar’da iki kez başpehlivan, 2020’de dünya şampiyonu oldum.
Peki eğitimin ortaokulla mı sınırlı kaldı?
Hayır, açıköğretimden liseyi bitirdim. Ardından Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde beden eğitimi okudum. Sonra Trakya Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Güreş sayesinde bir yerlere geldik. Aileme, kendime imkânlar sundum. Köyden çıktım ama elimden geldiğince hep kendimi geliştirmeye çalıştım. Hedefim de ileride akademisyenlik.
İkizinle çok benziyorsunuz. Tek yumurta ikizi misiniz?
Evet, aşırı benziyoruz. Güreşte de rakipler bizi kilo farkımızdan ayırt ediyorlardı.
Sana neden ‘Sarı Fırtına’ diyorlar?
Küçük yaştan beri er meydanlarında böyle söylüyorlar. Sarışın ve güreşte hızlı, seri olduğum için bu lakabı aldım.
Seni Kıvanç Tatlıtuğ’a da benzetiyorlar...
Eskiden de söylüyorlardı bunu (gülümsüyor).
KAHVALTI YAPMAYI ÇOK ÖZLEMİŞİM
Adada en çok neyi özledin?
Yemek ve ailemi. Orada ailemin değerini çok daha iyi anladım. Duygularınızı daha yoğun yaşıyorsunuz, özlem üst seviyelere çıkıyor. Duygusalımdır ama duygularımı içimde yaşayan biriydim. Adada dışarıya yansıtmaya başladım. En küçük bir şey dendiğinde ağlamaya başladım. Acayipti.
Peki seni en zorlayan neydi?
Açlık. Onun dışında köyde büyüdüğüm için doğadan ve o işlerden anlayan biriyim. Haftalık kişi başına 100 gram pirinç vardı. Ve bol bol kokonat (Hindistan cevizi). Günde 10 tane yediğimi biliyorum. Dışarıdan izlerken bu kadar zor olacağını gerçekten beklemiyordum. Market oyunlarında bizim takım altı hafta kaybetti. O süreç işkence gibiydi.
Yarışmadan çıkınca ilk ne yedin?
Kahvaltı. Çok önem veririm, günün en önemli öğünü. Serpme kahvaltı yedim, çok özlemişim.
Tuvalet işini nasıl çözüyordunuz?
Gitmeden önce ‘Orada portatif tuvalet vardır’ diye düşünüyordum. ‘O kadar değildir’ diyordum, o kadarmış. Ormanın içini kullanıyorduk.
Duş falan hiç mi almıyordunuz?
Yok. Ancak havuz parkurlarında ve deniz oyunlarında suya giriyorsun.
Birbirinize kokmuyor muydunuz?
Çok beslenmediğimiz ve doğal şeyler yediğimiz için ter gibi kokular yoktu. Ben çok titizim. Başak burcuyum. Elbiselerimi de sık sık denizde yıkıyordum.
SABRIM BİRİNCİLİĞİ KAZANDIRDI
‘Survivor’a katılmaya nasıl karar verdin?
Hayatımda bir şeyler hep kadersel gelişti. 2018’de Elmalı güreşlerinden sonra ‘Survivor’ için aradılar. Yarışmayı izliyor ve katılmak istiyordum ama güreşe dair hedeflerim vardı. 2019’da ‘MasterChef Türkiye’nin Edirne çekimleri yapıldı. Kırkpınar güreşleri orada yapıldığı için pehlivanları ağırladılar. İrem (Kanan) Abi “Survivor’a katılmak istersen görüşelim” dedi. Sonra koronavirüs salgını başladı. Geçen yıl güreşler yapılmadı. Bir yıl sonrası için de belirsizlik devam ediyordu. Aklıma ‘Survivor’ geldi, pandemiyi fırsat bilip katılmak istedim.
Adadan kısa sürede elenebileceğini düşündün mü, bu konuda endişe yaşadın mı?
Benden üst düzey bir beklenti vardı. Bunun sorumluluğu vardı üzerimde. Ama ben şampiyon bir güreşçiyim. Güreşe başladığımda da hedeflerim vardı. ‘Survivor’da da hedefim şampiyonluktu. Bana ve sevenlerime yakışanı yapmak için elimden gelenin en iyisini ortaya koyacağımı biliyordum.
Birinciliği sana kazandıran neydi?
Sabırlı olmam. İsmail Balaban olarak normalde nasılsam aynısını yansıtmaya çalıştım. Doğallığım ve aşırı sabrım insanlara yansıdı.
Adada en şaşırdığın ne oldu?
‘Survivor’ hayal ettiğimden çok daha farklıydı. Güreşçi olduğum için iyi beslenen birisiyim ve beni etkileyecek faktör açlık olur demiştim. Buna rekabet, zorluklar, polemikler eklendi. Orada öfkeyi kontrol etmek gerekiyor, bunu anladım. Birçok şeyde sustum. İnsanlar dışarıda bunu sorgulamışlar.
Neden sustun?
Haklıyken, haksız konuma düşerim diye... Sabrım, sınırlarım çok zorlandı; üzerime bilerek gelindi. Normalde bu kadar sabırlı değilken, orada hedeflerim ve bağlı bulunduğum camia adına birçok şeye sabrettim. Bir pehlivana yakışır davranmam gerekiyordu. Dışarıda olsam tahammül edemeyebilirdim ama orada bir hedef için bulunuyordum. Bu sabrın sonunda da çok şükür şampiyonluğa ulaştım.
Güreş nasıl bir tempo gerektiriyor?
Emek, disiplin, sabır ve fedakârlık isteyen bir spor. Haftanın altı günü sabah 8’de kahvaltı, sonra antrenman... Sezon sonunda bir ay boşumuz var, o bile antrenmanla geçiyor. Zor bir spor. Sahada saatlerce güreşmek, o efor, o tempo gerçekten kolay değil.
Güreş dendiğinde akla maçoluk ve çok sert karakterler geliyor...
O eskiden kalan bir algı. İnsanların kafasında güreşle ilgilenenlerin bıyıklı, iri, göbekli olduğuna dair bir algı vardı. Biz, yeni nesil bu algıyı yıktık. Bilimden faydalanıp yaptığımız antrenmanlarla ortaya daha düzgün fizikler çıkıyor. Yeni nesil daha eğitimli ve bilinçli de...
Sen zaten daha sakin ve nahif görünüyordun. Gerçekten öyle misin?
Güreşte de sempatiğimdir. Güreşirken rakibim sert bir hamle yaptığında bile gülen biriyim. Seyirciler de sempatik olduğumu, iletişimimin iyi olduğunu söylüyorlar. Ama bu sert bir spor, yeri geldiğinde agresif olmanız gerek, er meydanında modum değişebiliyor.
Bundan sonra güreş devam edecek mi? Ya oyunculuk teklifi falan gelirse...
Hedefim er meydanlarına, yeşil sahalara dönmek. Seyircilerin isteği de bu yönde. Aşırı bir özlem var içimde. Antalya’ya dönünce antrenmanlara başlayacağım. Tabii ki bu arada farklı teklifler gelebilir. Bunları da değerlendirebilirim diye düşünüyorum.
KİM NEYİ HAK EDİYORSA ONU YAPMAK GEREKİYORMUŞ
Ada hayatı sana ne öğretti?
Açlığın ne kadar zor olduğunu, bir lokmanın ne kadar değerli ve önemli olduğunu zaten normal hayatımda da bilirdim ama orada çok daha iyi öğrendim. Arkadaşlarıma ve aileme daha çok zaman ayırmam gerektiğini ve özlemi öğrendim. Bazı şeyleri içinde tutmaman; sevgini, öfkeni dile getirmen gerektiğini anladım. İnsanları kırmamak için çalıştım ama kendim kırıldım. Belli bir yerden sonra bunun yanlış olduğunu gördüm. Kim, neyi hak ediyorsa onu yapmak gerekiyormuş, bunu öğrendim.
Orada polemik yaşadığın isimlerle dışarıda arkadaş kalır mısın?
Poyraz’la aşırı atışmamız olmadı. Onunla aramızda daha çok rekabet vardı. Ama Dora’yla çok gereksiz polemiklerim oldu. Hoş olmayan şeylerdi. Dışarıda dostluğum olacağını zannetmem, öyle bir ihtimal yok.
Arkadaşlıklarda seni en üzen neydi?
Çağrı Abi’yle aram çok iyiydi. Sonra aramızda anlamsız bir gerginlik oldu. Söylemleri, dışarıya çıktığımda öğrendiğim kelimeler ve tavrı beni üzdü. Beklemediğim bir şeydi, bu sebeple insanı daha çok kırıyor.
Adadayken annenle telefon konuşmanda, nişanlınla ailen arasında bir sorun yaşandığını öğrendin. Şimdi durum nasıl?
Daha konuşmadık. Memlekete gidince hem ailemle hem onunla görüşeceğim.
Zor muydu o dönem?
İletişim oyununda annemle konuşacağımı duyunca çok sevindim. Ama annem bir anda telefonda ağlamaya başladı. Çok üzüldüm, ağladım, etkilendim ama güçlü kalmaya çalıştım. ‘Bir şeyler yaşanmış ama bu adada bir hedefim var’ diye düşündüm. Dışarıya yansıtmamaya çalıştım ama zordu.