‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

Güncelleme Tarihi:

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’
Oluşturulma Tarihi: Eylül 01, 2024 07:00

Farklı alışkanlıklara sahip yabancılarla bir arada yaşamak toplum olarak uzun süredir verdiğimiz bir sınav. Yaşam tarzımızın tehdit edildiğine inanıyor birçoğumuz. Zaman zaman tansiyon da yükseliyor, istenmeyen şiddet olaylarıyla karşılaşıyoruz. Peki, verdiğimiz tepkiler, sarf ettiğimiz sözler bizi ırkçı mı yapıyor? Konuyu uzmanlarla konuştuk.

Haberin Devamı

Kimi cümleler var ki son dönemde gündelik hayatta sık sık karşımıza çıkıyor: “El ayak hastalığı yayılmış. Bu hastalıkları hep sığınmacılar getirdi”, “Kızım akşamları sokakta rahat yürüyemiyor Afganlar yüzünden”, “Oturduğum yer Arap dolu. Çok görgüsüzler. Gösteriş meraklısı hepsi”, “Burası mültecilerle dolmuş, bir daha gelmeyelim”, “Şehirde denize girilecek yer kalmadı. Elbiseleriyle giriyorlar”, “Çantana dikkat et, Suriyeli çokmuş buralarda”, “Bunlar ne zaman ülkelerine geri dönecek”, “Otobüse binemiyorum, Adalar’a gidemiyorum”... Bazen kendimizi bu cümleleri söylerken buluyor, hatta ağzımızdan bu kelimelerin nasıl çıktığına çok da şaşırıyoruz.

Aslında rakamlar olayın boyutlarını görmek açısından oldukça çarpıcı. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış, geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 25 Temmuz 2024 itibariyle 3 milyon 105 bin 539. Resmi olmayan verilere göreyse bu rakam çok daha fazla. Bir de Afganlar, Ukraynalılar, turist statüsünde gelen ya da konut satın alma karşılığı vatandaşlık hakkı kazanan Arap ülkelerinin vatandaşları var...

Haberin Devamı

Farklı alışkanlıklara sahip yabancılarla bir arada olmanın yaşam tarzımızı tehdit ettiğine inanıyor birçoğumuz. Bu da zaman zaman kendimizi bile şaşırtan tepkiler vermemize neden olabiliyor. Peki, biz ırkçı mıyız? Göçmenlere zulmediyor muyuz? Yoksa bunlar her yerde yaşanabilecek tepkiler mi? Bu soruların yanıtının peşine düştük.

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

‘TÜRK TOPLUMUNUN KAYGILANMASI KADAR DOĞAL BİR ŞEY YOK’

Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, Ankara Üniversitesi SBF Mülkiye Göç Araştırmaları Merkezi

Kişi ırkçı olup olmadığını nasıl anlar?

Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak, aşağılamak ve şeytanlaştırmaktır. TDK (Türk Dil Kurumu) ırkçılığı ‘İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti’ şeklinde tanımlıyor. Özellikle 1700’lerden itibaren sekülerleşme ve ulus kimlik inşasında ırksal benzerlik önemli bir çıpaya dönüşüyor. Ama ister ırkçılık ister kültürel öğeleri de önemseyen milliyetçilik olsun, hep bir ötekiyle birlikte var olabiliyor. Kimlik sosyal-siyasal bir tutkaldır, kalabalıktan topluma, toplumdan millete ulaşırsınız, aidiyetiniz güzel mitlerle güçlenir. Mitleriniz genelde sizin ırkınızın ne yüce bir ırk olduğunun süslemeleridir. Buna duyulan aidiyet size konfor alanı da sağlar. Onun için ülkenizde yaşanan her türlü sorunu ya ‘dış güçlerle’ ya da daha çok içinizdeki ötekilerle, çoğunlukla da ‘sonradan gelenlerle’ açıklama kapısı açılır.

Haberin Devamı

İnsanlar alıştıkları yaşam düzeninin giderek bozulmasından dolayı kaygılı...

Türk toplumunun ülkesini koruması ve ülkesinin gidişatı konusunda kaygıya kapılması gayet meşru bir refleks. Bu bir aidiyet ve varlık sebebidir. Buna genelde, içinde ırk bilincinin de yer aldığı milliyetçilik ya da yurtseverlik diyoruz. Ama bir kitleyi ırkı ya da kültürü kendinden aşağı, kötü ve hatta zararlı, adeta ‘vebalı’ olarak görmek, yaşanan bütün olumsuzlukları da bu kitleyle ilişkilendirmek yurtseverlikten ırkçılığa açılan kapı gibidir.

Türkiye’de büyük bölümü etnik olarak Arap olan sığınmacılardan kaygılanmak anlaşılır bir şeydir. 2011 yılında 58 bin olan sığınmacı sayısı 3 yıl içinde 3-4 milyona ulaşıyor, bu da yetmezmiş gibi çok yüksek sayılarda sınırdan geçişler durdurulamıyorsa müsaade edin toplum kaygılansın. 2014-2016 arasında dünyanın en zengin bölgesi olan Avrupa’ya 1,3 milyon sığınmacı geçti diye tarihlerinin en ciddi krizi olarak bunu nitelediler. Bu endişeler politik sömürüye de son derece açıktır. Doğrudan sığınmacıyı hedef alan, onları ‘işgalci’ olarak tanımlayan ve bunu yaparken de ırki üstünlüğe vurgu yapan politika yürütenler için ortam gayet uygun hale gelir.

Haberin Devamı

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

Hep Suriyeliler üzerinden konuştuk ama mesela ben varlıklı Arapların, Ortadoğuluların yoğunlukta yaşadığı bir yerde oturuyorum. Beni de tanık olduğum gösteriş merakı, israf alışkanlığı rahatsız ediyor. Ben ırkçı mıyım?

Böyle bir teşhis mümkün değil. Sizin seçme hakkınız, varlığınızın bir parçasıdır. Siz arkadaşınızı seçerken de tatile giderken de buna kendiniz karar veriyorsunuz ama çevrenizde oturan insanlarla ilgili hiçbir bilginiz, algınız, tercihiniz olmayacak mı? Tabii ki tercihlerinizle yaşarsınız. Ama ben size bambaşka bir şey söyleyeyim. ‘Alamancılar’ olarak adlandırılan Türkler var değil mi? Türkiye’ye geldiklerinde harcamaları, davranışlarıyla pek çok insan onlardan rahatsız oluyor ve hatta aşağılıyor. Aynı etnisiteye sahip olup da onlardan rahatsızlık duyanlar ırkçı mı oluyor? Burada kültürel, sınıfsal ve hatta politik bir ayrışma var aslında. Ama konu Araplar olunca, ırkı vurgu ön plana çıkıyor. Aslında Türk toplumunun içinde, özellikle de Güneydoğu’da Arap kökenlilerin varlığı bir gerçeklik. Ama bir üst kimlik olarak Türk kimliği öyle baskın ki, konu ırkçılık değil, milli kimlik, aidiyet oluyor.

 

Haberin Devamı

‘TOPLUM KENDİSİNİ TEHDİT ALTINDA GÖRÜRSE...’

Bir arada yaşamayı nasıl öğreneceğiz?

Aslında modern dünya ve toplum yapıları kaçınılmaz biçimde çoklu kültür, etnisite ve dinli oluyor. Bunun önemli nedeni de iç ve dış göç. Buradaki tartışma, ortak yaşamın kimin kültürü üzerine bina edileceği. Her ne kadar ırkçılık daha biyolojik bir tanım olsa da kültürel ırkçılık şu an daha baskın. Onun için bir toplumda ‘ev sahibi’ olanlarla ‘sonradan gelenler’in tabi olacağı çerçeve genelde ev sahibi toplumun adına uyum, entegrasyon ve hatta asimilasyon denilen çerçevesiyle sağlanıyor. Oysa son Avrupa Futbol Şampiyonası’nda da çarpıcı bir örnek yaşadık: Alman Milli Takımı kaptanı bir Türk, takımın yarısıysa siyahlerden oluşuyordu. Konuya ırkçı zaviyeden bakanlar rahatsız olmuştur ama konuya ülkenin gerçekliği, başarısı ve prestiji için bakanlar, bunu bir zenginlik ve güç olarak gördüler. Peki Almanya’da
Türkler ve diğer yabancılar ırkçılığa, ayrımcılığa maruz kalmıyor diyebilir miyiz? Ne yazık ki hayır. Medeniyete şekil verdiğini düşünen Amerika’da siyahlar hâlâ bugün bile ayrımcılık ve ırkçılık yaşıyor. Dünyada, özellikle de zengin, gelişmiş ülkelerde demografi durdurulamayacak şekilde değişiyor. Onun için bu hem biyolojik hem de kültürel ırkçılık konusu nerede başlar, nerede biter, cevabı zor.

Haberin Devamı

Yani biz aslında toplum olarak çok da ırkçı değiliz hâlâ, öyle mi?

Türk toplumuna ırkçı demek çok haksızlık olur. Ama “Bizde, bizim toplumumuzda, kültürümüzde ırkçılık asla olmaz” demek de insan ve toplum fıtratına aykırı. Toplumsal korku ve öfke, çok hızlı ırk, din temelinde yıkıcı-yakıcı hale gelebilir. Toplum kendisini tehdit altında görür ve sistematik olarak kışkırtılırsa her toplumda her zaman ırkçılık olabilir ne yazık ki.

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

Biz göçmenlere, mültecilere, sığınmacılara zulmediyor muyuz?

2011’den bu yana belirli evreler yaşandı. Başlangıçta Türk toplumunun destek ve kabulü çok yüksekti. Ama süreç hem sayıların daha da artması hem de kalıcılığa doğru evrilince, o zaman toplumsal kabul ‘kırılgan’ hale geldi. Üçüncü aşama ‘kabul’ değil, ‘tahammül’ aşaması oldu. Son yıllarda Suriyelilerin döneceğine dair umutların tükenmesi, dahası düzensiz göçmenlerin gelmeye devam etmesiyle toplumda güvensizlik ve endişeler daha da arttı; ekonomide yaşananlar, toplumun yeterince bilgilendirilmemesi ve politikasızlık algısı bir araya gelince ‘reddiye’ aşamasına geçildi. Yani Türk toplumu sığınmacılara zulmetmiyor, saldırmıyor ama haklı kaygıları var, bunun giderilmesi gerekiyor.

Entegrasyon konusunda geleceğe ilişkin bir perspektif çizerseniz, toplumlar birbirleriyle kaynaşabilecek mi?

Başından söylemek lazım, Türkiye’deki Suriyelilerin uyum süreçleri kolay bir süreç olmayacak. Suriyeli olduğu için, Arap olduğu için değil, sayıların büyüklüğü ve yaşanan sürecin handikaplarından dolayı böyle. Bu bağlamda mesela “Suriyeliler, Araplar uyum sağlamaz” demek ırkçılık bence. Uyum süreçleri, planlanarak alınan ve düzenli dağıtılan, ülke ekonomisine katkı veren göçmenlerde bile zordur, milyonlarca sığınmacı için çok daha zordur. Bir anda aynı bölgeden aynı kültürel özellikler taşıyan hatta aynı travmaları taşıyan milyonlarca insan, adeta yarın dönmek üzere Türkiye’ye geldi. Uyum için en sorunlu olan şey, aynı ırk ya da kültürel-dinsel gruptan büyük sayıların bir arada olması. Göç alırken bunu planlar, çeşitlendirebilir, kontrol edebilirsiniz ama mültecilerde süreci siz yönetemezsiniz. Kendi içlerine kapanma riski çok yüksektir. Eğer bunu kıramazsanız, sayı çok büyükse, belirli etnik-dinsel gruplarda sosyal dayanışma ağları güçlenir. Buna bir de sistematik saldırı ve ötelenme eklenirse, uyum tersine döner, paralel toplumlar ve hatta rakip toplumlar gelişir.

Aradan 13 sene geçti, 900 binden fazlası burada doğan en az 3 milyon Suriyeli Türkiye’de. 811 bin çocuk Türk devlet okullarında, 1,5 milyonu çalışıyor ve Türkiye’nin her tarafına dağılmış, sosyal ağlarını kurmuşlar. Daha vahimi, geldikleri ülke kronik savaş ve istikrarsızlık içinde, ekonomi berbat, altyapı çökmüş. Tabii ki gönüllü geri dönüş ve başka ülkelere yerleştirme kanalları hep teşvik edilmeli, Suriye ile ilişkiler geliştirilmeli ama Suriyelilerin çok ciddi bir bölümünün burada kalacağı gerçeğinden kaçamayız.

Uyum çalışması göçmen-mülteci için yapılmaz, ‘ev sahibi’ toplumun huzuru için yapılan soft bir güvenlik çalışmasıdır aslında. Bunu topluma anlatmak ve bir oranda desteğini almak zorundayız. Aksi halde bu güzel toplumun iyilik halinin bozulduğunu izlemeye devam edeceğiz. Irkçılığı ve kötülüğü sıradanlaştıran insanların çoğaldığı bir toplum, kısa zamanda kendi ‘iç düşmanlarını’ da nefret dalgalarıyla oluşturmaya başlar. Asıl tehlike de burada.

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

‘KULLANDIĞIMIZ BU CÜMLELERE ÖTEKİLEŞTİRİR DENEBİLİR’

Dr. Tuğçe Erçetin, Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü

Bu kadar çok sayıda yabancıyla bir aradayken ırkçılık noktasına varmadan rahatsızlıklarımızı dile getirmenin bir yolu var mı?

Alıştığımız yaşam biçimi ve koruma kavramlarını burada düşünmemiz gerekir. Burada hiyerarşik bir dil kuruyoruz aslında. Ya da şöyle düşünelim; temeline inmeden sonuçlarıyla ilgileniyoruz. Kim alıştığı, doğduğu, yaşadığı ülkeyi bırakıp bilmediği, geleceğinin ne olacağı belli olmayan bir yere gitmeyi ister ki? Ya da soruyu şöyle soralım: Yaratılan hangi konjonktür bu insanları sığınmacı olma noktasına sürükledi? Hangi iktidar, hangi karar, hangi lider? Bunu yani gücü-güçlüyü sorgulamadan sonuçla uğraşmak ne kadar adil? Elbette ülkede, ülkelerde her konu açıkça konuşulabilmeli. Ama konuştuğumuz konuların insan hayatı olduğunu bilerek. Ya da sosyal medyada gördüğümüz çoğu yanlış bilgileri referans almadan. Kayseri’de gerçekleşen ya da İngiltere’de sosyal medya spekülasyonlarıyla büyüyen olaylar. Bu raddeye varmadan akademiden sivil topluma ortak aklı kullanarak ve birlikte katılımcı bir şekilde doğru politikaların oluşturulmasına katkı vererek bir yol bulunmalı.

Size günlük hayatta karşılaştığımız cümlelerden örnekler verdik. Bu cümleleri kullanmak ırkçılık mıdır?

Farklı gruplar arasındaki ayrım (biz ve onlar-biz ve ötekiler) ‘öteki’ gördüğümüz grubun üyelerine karşı hiyerarşik bir mesafe oluşturduğunda ötekileştirmeyi ve ötekileştirmeyi meşrulaştıran ayrımcılığı beraberinde getiriyor. ‘Biz’liğin ‘güvenli, güvenilir, onurlu, çalışkan, vatansever, saf...’ olmasının karşısında ‘öteki’nin ‘suçlu, tehlikeli, güvensiz, tembel’ gibi olumsuz sıfatlarla tanımlanması gibi. Burada önyargıların devreye girdiğini söylemek mümkün. Yaşadığımız belirsizliklerin azaltılması, korkunun azalması, kaynaklar için rekabet edilmesi ve karmaşık sorunlara cevap oluşturabilmek için ‘öteki’ veya ‘günah keçisi’ seçmekten bahsettiğimizi söyleyebiliriz. Dolayısıyla, gündelik hayatta kullanılan bu cümleler aslında ötekileştirme olarak tanımlanabilir.

‘Irkçılık, muhatap ne yaparsa yapsın, onu etnik kimliğine bakarak dışlamak ve aşağılamaktır’

Kimi zaman mültecilere yönelik şiddet eylemlerine tanık oluyoruz. Bir kişinin işlediği suç yüzünden o kişiyle aynı ırktan olanların evleri, işyerleri saldırıya uğruyor. Bunlara seyirci kalmak bizi ırkçı yapar mı?

Yaşanılan haksızlıklara, hukuksuzluklara ve şiddete karşı sessiz kalmanın bir bedeli olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir grubun maruz kaldığı şiddete yönelik sessizlik bizlerin adil olma durumunu sorgulatabilir. “Bizim başımıza gelmez” dediğimizde bir sonraki gün sizin başınıza gelmeyeceğinin garantisi bu çoklu kriz ortamında maalesef yok. Pınar Uyan Semerci ve Emre Erdoğan ile yer aldığım çalışmada önemsediğimiz bir konuydu ötekileştirmenin meşrulaştırılması. Farklı grup üyelerinin yaşadığı olumsuz durumları rasyonalize ettiğimizde veya ‘makul’ gördüğümüzde ötekileştirmeyen olmuyoruz, çünkü gruplar arasındaki hiyerarşiyi sürekli hale getiriyoruz. Dolayısıyla Suriyeli oldukları için haklarına ulaşmaması, özgürlüklere sahip olmaması veya şiddet görmesi sizin için sorun olarak görülmediğinde siz de ötekileştirmiş oluyorsunuz. Ya da sessiz kalarak bir şekilde yapılanı onaylıyorsunuz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!