MERKEZİ İran’da bulunan, onlarca ülkeden 220 üyeye sahip Uluslararası İslami Radyo ve Televizyonlar Birliği, İran İslam Cumhuriyeti’nin 39’uncu kuruluş yıldönümü etkinliklerini izlemek üzere davet edince tereddütsüz kabul ettim.
İstanbul’dan 9 Şubat gecesi kalkan uçağımızın tekerlekleri piste değdiği an, İngilizce konuşan kadınla iki kızı, çantalarından çıkardığı başörtülerini bağladı. İnerken fark ettim ki başı açık kadınlar, saçlarının yarısı görünecek şekilde örtünmüştü. İran’a hoş gelmiştik!
İmam Humeyni Havalimanı kapısında mihmandarımızı beklerken, alışkanlıkla cep telefonuma sarıldım. Yasaklı olduğu için Instagram hariç; Twitter, Facebook ve YouTube’a girilemiyor.
AŞK VE ‘DEVRİM’
İnkılab Caddesi’nde dolaşırken Azeri güvenlik görevlisinin torpiliyle Tahran Üniversitesi’ne giriyorum. Üniversiteliler 1979’da bu kampusta Humeyni fotoğraflarıyla ‘devrim’i de davet etmişti, 1999’da reformist Selam gazetesinin kapatılmasını protesto eylemiyle ‘devrim’e karşı direnişi de...
Üniversiteliler 2002’de harçların artırılmasına karşı koymuş ve 2009’da muhalif Yeşil Hareket’in başlattığı ‘Oyum nerede?’ isyanına katılmıştı. Her ayaklanmaya karşılık rejim yanıtını, kampusta kılınan cuma namazlarında vermişti.
Sloganla hutbenin karşı karşıya geldiği kampusta bir fakülte binasına asılan; kurucu önder Humeyni’yle bugünkü dini önder Hamaney’in dev fotoğrafları, İran’da son sözün, en azından şimdilik, kime ait olduğunu gösteriyor.
Binanın solundaki avluda Hamaney’e bağlı İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Komutanı Kasım Süleymani’nin fotoğrafı var. Adı, Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı verilen savaşta öne çıkan Süleymani, İran’ın Che Guevara’sı kabul ediliyor.
Rejimin kendisini her an hatırlattığı bu kampusta, ağaçlar altında, elini sevgilisinin omzuna atan delikanlı ve saçlarını erkek arkadaşının yüzüne savurmuş genç kız; toprağının en yiğit ‘devrimcileri’ olarak, sizleri selamlıyorum.
GÜNEY VE KUZEY
Şair Firdevsi’nin adının verildiği, heykelinin dikildiği meydana uzanan bulvarda bütün Tahran’da olduğu gibi
trafik kaosu var. Şeriatın uygulandığı Suudi Arabistan ve İran trafikte ayrılıyorlar. Suudi Arabistan’da daha geçen yıl ehliyet hakkına kavuşan kadınlar, İran’da aralıksız kornaya basıyor.
Firdevsi Meydanı’nı da içine alan Güney Tahran’a, uluslararası ambargo kaynaklı derin bir yoksulluk hâkim. ‘Şehit’ ve ‘devrim kahramanları’nın binaları kaplayan resimleri, yıkık apartmanlardaki çaresizliği örtmeye yetmiyor.
Kuzey Tahran’a çıkan caddelerde ise banka şubeleri göze çarpıyor. Rejim karşıtları ve varlıklı ailelerin oturduğu kuzeyle ‘devrim’in dayanağı olan yoksul güneylileri bir arada tutan tek bağ var: İran bayrağı. İranlılar, bayrak övüncü ve düşkünlüğünün had safhada olduğu Türkiye’yi bile kıskandıracak ölçüde, bulduğu her boşluğa bayrağını asıyor.
İLAHİ VE SLOGAN
10 Şubat gecesi, otel odasında İran televizyonlarını izliyorum. Bütün kanallarda 1-11 Şubat 1979 tarihlerindeki isyan günlerinin görüntüleri var. İran Şahı Rıza Pehlevi’nin mollaları kastederek, “Din devleti kurmak istiyorlar” dediği konuşması dönüyor. Sahiden de 1 Ocak 1979’da Fransa’dan İran’a gelen Humeyni, Pehlevi ülkeyi terk ettikten sonra, 11 Şubat’ta İran İslam Cumhuriyeti’ni ilan etmişti.
Bu yüzden, kutlamaların merkezi olan Azadi Meydanı’nın en görünür yerine, Şah Pehlevi’nin, bir elinden bir ABD’linin, diğerinden bir İngilizin tuttuğu çocuk olarak resmedildiği dev bir afiş asılı. Milyonlarca insanın aktığı meydana çıkan cadde boyunca platformlar kurulmuş. Birinde minik füze ve silahlar sergileniyor, hatıra fotoğrafları çektiriliyor. Bir başkasında gençler altı köşeli İsrail yıldızını sapanla gerdikleri toplarla vurarak eğleniyor; break dans eşliğinde komandolar becerilerini sergiliyor.
Tahran Üniversitesi ve İnkılab Meydanı’nda boy gösteren yarı örtülü kadınlar, Azadi’de yok. Yahut İnkılab’da rastlanmayan çarşaflı kadınlar, Azadi’de sahneye çıkıyor.
Kalabalık sıklıkla ‘Merg ber Amrika’ (Amerika’ya ölüm) sloganları atıyordu. En coşkulu sloganlar, kutlamalar için Türkiye’den gelen, Trabzonlu ve Rizelilerden oluşan ‘Karadeniz Kudüs Gönüllüleri’ topluluğundan duyuluyor. Humeyni fotoğrafının olduğu pankartta, “Direniş cephesinin lideri, Siyonizmin korkusu İslam inkılabı iftiharımızdır” yazıyor. Bir Rizeli olarak bu manzaraya gülümsüyorum.
Kürsüde reformist Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşuyor. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın adı geçince alkışlar yükseliyor.
DÜN VE BUGÜN
Türkiye uçağına bindiğimde, aklımda bir gün önce karşılaştığım İranlı'nın sözleri vardı. Mollaların iktidarından ötürü İran’ın cezalandırıldığını savunuyor, devrimin yoksulluğu kurumsallaştırdığını belirtiyordu. Bir zamanlar devrime adeta iman ettiğini söylüyordu. Şimdi mi? Yalnızca adalet, hukuk ve özgürlük istiyordu.
Uçak havalanınca, arkamdaki İranlı kızların başörtülerini açıp saçlarını savurduğunu gördüm. Çekinmeden gülüyorlardı.
FARSLAR VE TÜRKLER
İran’a hâkim kimlik ve dil Farslardan geliyor. Onlarla aynı mezhepte buluşan Azeri Türkleri, 40 milyonluk nüfusla ikinci büyük etnik grup. İranlı Türkler, Safevi lideri Şah İsmail’in ülkeyi Şiileştirdiğini savunarak övünüyor. Hamaney’in Türk oluşu ve devlette Türklerin yaygınlığı, birlikteliğin köklü olduğunun kanıtı. Öyle ki Tahran’da Türkçeyle çoğu işinizi halledebilirsiniz. Güney Azerbaycan denilen Tebriz, Urmiye ve Erdebil de Türk yoğunluklu. Sünni mezhepten Araplar, Kürtler ve Beluçları içeren bu toplumsal yapı, ‘İranlılık’ üst kimliği ve bayrak sevdasında buluşuyor. Geçen yıl yoksulluk gerekçesiyle gerçekleşen ayaklanmada İran bayrağının yakılması, ‘kırılma anı’ olarak yorumlanıyor.
‘Karadeniz Kudüs Gönüllüleri’ topluluğu kutlamalara Türkiye’den katılmıştı (solda). Geçmişte sloganla hutbenin karşı karşıya geldiği Tahran Üniversitesi
1977’de başlayan protesto gösterileri, Şah Rıza Pehlevi’nin 16 Ocak 1979’da İran’ı terk etmesine uzanan sürecin fitilini ateşledi. Ayetullah Humeyni, 15 yıllık sürgün hayatı sonrası, 1 Şubat 1979’da son bulunduğu ülke olan Fransa’dan İran’a döndü.
İnkılab Caddesi’nde başını yarım örtmüş, saçı boyalı, makyajlı, hızmalı kadınlar var.
BEHEŞTİ ZEHRA MEZARLIĞI’NDA RESMİ İDEOLOJİ TURU
Miting dağıldıktan sonra, ‘resmi ideoloji turu’ kapsamında bir kafile halinde Beheşti Zehra adlı şehir mezarlığına gittik. İran İslam Devrimi sırasında, Irak Savaşı’nda, Lübnan’da ve hatta Suriye’de ölen askerler burada yatıyor. Halepçe katliamında can veren kimi kurbanların ve 1986’da Mekke’de hac sırasında protesto eylemi gerçekleştirdikleri için Suudi askerlerce taranarak öldürülen İranlı hacıların ihtişamlı mezarları da yer alıyor. Rejim bu ölülerin tümünü ‘şehit’ kabul ediyor. Şiilik inancındaki Kerbela kültü her anlamda yaşatılırken, bu mezarlık İran’ın dev bir yas çadırı olduğunu da gösteriyor.
Üzerindeki bombayla bir tankı patlatan ‘çocuk şehit’in mezarlığı konuklara övülerek tanıtılıyor. Beheşti Zehra’da temsili mezarlar da bulunuyor: Filistin’de İsrail’in dozeri altında ölen Rachel Corrie, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı öldüren Halid El İslambuli, Humeyni’nin fetvası sonrası ‘Şeytan Ayetleri’ romanının yazarı Salman Rüşdi’yi vurmak için harekete geçen suikastçı, intihar eylemi yapan Filistinli canlı bombalar... Terörün açıkça övüldüğü bu temsili mezarlarda, İranlı hacıları katleden Suudi Arabistan vahşetini öğrendiğim andaki gibi ürperdim.