Güncelleme Tarihi:
Sahneniz, albümlerinizin kapak tasarımı, klipleriniz... Hepsinde bir özen ve tutarlılık var. Bütününe bakınca bir hikâye çıkıyor karşımıza. Bütün bunlar ‘şovun bir parçası’ mı yoksa ‘gerçek Gaye’nin yansıması mı?
- İnanmadığım, altına imza atmayacağım herhangi bir fikri sırf şık ve sempatik gözüküyor diye kullanmam. Bahsettiğiniz bu görsellik ve müzik dili, benim bir tür ‘personam’, bütün hikâyeyi tamamlayan semboller bütünü... Bu dönemimin, halihazırda yaptığım müziğin tezahürü. David Bowie de dönem dönem, farklı personalarla arzı endam etti. Ölümünden yaklaşık beş sene evvel verdiği bir söyleşide, o dönemki işlerinde son derece yalın olmak istediğini söylemişti. Bu, Ziggy Stardust ya da Aladdin Sane dönemine ters düşen bir şey değil. Çünkü özünde hepsi David Bowie. Benim de bu dönem hikâyesini anlatmak istediğim şey bu. Gerçekliğim bu. Sahnedeki bu kişi, derdimi kolaylıkla anlatabilmemi sağlıyor. Ha, yarın bambaşka bir şeye ikna olurum, o zaman gördüğünüz bu personayı yakabilirim de.
Hem yurtdışında hem ülkede sevilen, bolca övülen bir sanatçısınız. Siz aynaya bakınca ne görüyorsunuz?
- İyisiyle kötüsüyle, defolarımla, eksikliklerimle kabul ediyorum kendimi. Yıkıcı şekilde de dürüstümdür. Mükemmel olmaya çalışmam çünkü doğada mükemmel diye bir şey yok, ahenk var. Hikâye, tam olarak burada başlıyor galiba. Önce bir kendine bak. Tanı, her gün yeniden. Sonra yola çıkarız. O dert değil.
Bulunduğunuz noktaya gelirken yaşadığınız en büyük zorluk neydi?
- Görünenin aksine, kalabalıkta kendimi son derece çıplak ve zayıf hissederim. Kaçacak delik ararım. Aidiyet geliştirmek bir mesele benim için. Bunun dışında harbiden, beni çok zorlayan bir durum yok. Basit şeylerle tamam olabilen biriyim.
Önce kendi küçük dünyanı derinlemesine araştıracaksın
Hedefiniz neydi?
- Minicik düşünüp kocaman şeyler yaratabileceğimize inanıyorum. Ruhi Su, “Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele” der. Fikir bu. Lokal düşünüp kocaman uygulayabilmek. Önce kendi küçük dünyanı derinlemesine araştıracaksın. O minik çemberini çözüp tanımadan, en azından bunun için yola çıkmadan, kocaman bir kâinatın seni kabul etmesini bekleyemezsin. Bana en iyi bildiğin şeyi anlat. Doğma büyüme Nişantaşılı mısın? O zaman bana Nişantaşı burjuvazisinin dününü ve bugününü anlat.
Sizin en iyi bildiğiniz şey ne?
- En iyi bildiğim ya da bildiğimi sandığım şu: Babam ressam, lisede resim öğretmeni, memur. Bir tarafta Can Yücel’le, Tuncel Kurtiz’le muhabbet ediyorum, diğer tarafta annemle babamın bu tuhaf dünyada muhteşem ekonomik varoluş mücadelesini izliyorum. Bir yandan İstanbul’da müthiş sergilere, konserlere gidiyorum, diğer yandan babamın memleketi Trabzon’da aylarımı geçiriyorum, köy hayatını görüyorum. Sonra dönüyorum, babamın büyük çabalarla beni özel okulda okutma çabasına tanık oluyorum. Bir ayakkabıya gözü kapalı 2 bin lira veren yaşıtlarımın hayatını gözlemliyorum. Anneannemle altın gününe gidiyoruz. Çocukluğumdan beri Türkiye’nin bütün ekonomik gerçekleriyle yüzleşme şansım oldu. Farklı kültürleri bizzat yaşadım. Evde annem sayesinde Avni Anıl, Müzeyyen Senar, babamın atölyesinde klasik Batı müziği dinledim, kasetçalara Nirvana, Nick Cave, Dick Dale koydum.
İçinde bulduğunuz Y kuşağının; müzikte, sinemada, edebiyatta, yavaş yavaş da olsa, kendi söylemini yarattığı, yeni bir döneme öncülük ettiği görüşüne katılıyor musunuz? Tolga Karaçelik’in ‘Kelebekler’i bir milat olarak görülmeye başladı sinemada mesela...
- Tolga’nın önce ‘Sarmaşık’la, sonra ‘Kelebekler’le oluşturduğu dilin müziğimizde bir karşılığı zaten vardı. Daha metaforik, gerçeküstü ve sembollerle kurulmuş bir dil hâkim ve bu bir tesadüf değil. Güzel sanatlarda da böyle.Demokrasiden seyrek olarak söz edilebileceği, olağanüstü hal durumlarında insanlar fikirlerini açık seçik söyleyemediği için sembollere, metaforlara tutunuyor, düşüncelerini ancak böyle realize edebiliyorlar. Sanat tarihinde bunun örneği çoktur. Sürrealizm akımı da benzer bir ortamda, savaşların, faşizmin göbeğinde doğmuştur. Bu tür karanlık dönemler, bir yan etki olarak sanata yarayabiliyor. Bu istikrarla ilerleyen gerçeküstü anlatım biçimine, yeni bir sanat diline, duruşuna ve belki de akımına öncü olacak. Değiştiremeyeceğimizi sandığımız şeyleri de değiştirebiliriz aslında. Böyle dediğinde “Ülkeyi sen mi kurtaracaksın” diyorlar. Evet abi, ülkeyi belki de ben kurtaracağım, belki dostlarım kurtaracak. İnsanların aydınlanması ve nefes alabilmesi için bazen bir şarkı yetebiliyor.
Bu kuşakta biraz da, “Beni sevmeniz için başka bir şeye dönüşmeyeceğim” tavrı var sanki...
- Buna neden olan sadece politik ortam değil tabii. Bunun içinde çocukluğumuz, çocukluktan gençliğe geçerken hayatımızın tam orta yerine internetin düşmesi de var, ‘iletişim çağı’ adı verilmesine rağmen, Jean Baudrillard’ın da ifade ettiği bir ‘iletişim araçları var ama iletişimin kendisi yok’ hikâyesi de... Etken çok.
Bir başka kuşak tespiti de belki de şu: Herkes birbirine daha yakın. Disiplinler de üretenler de, üretileni tüketenler de...
- 10-15 sene öncesine kıyasla kesinlikle var. Hatırlıyorum, Peyote’da çalardık o zaman. Bildiğin, soğuk savaş. Son derece bölük pörçük bir ortam. Her şeyden en yıldığımız anda, Gezi oldu ve biz, ‘Yan yana gelince bakın ne kadar da güzeliz ve güçlüyüz’ gibi bir yaklaşımın erdemini keşfettik. Bir kuşağın başına gelip gelebilecek en güzel aydınlanma olabilir bu.
Burayı burası yapan da bizleriz
Şimdi bir de beyin göçü meselesi var. Gitmek aklınızdan geçti mi hiç?
- Kısa vadede mantıklı bir çözüm gibi gözüktüğünü, uzun vadede buradaki bağlarımla birbirimizi özleyeceğimizi biliyorum. Burası bizim. Burayı burası yapan da bizleriz. Bunu hatırlamak gerekiyor. Vapuru, sokakları, buradaki dostlarımı, hatıralarımı bırakıp gitmek istemiyorum. Portekiz’e konsere gidiyoruz. İllaki bir köşesini, burnumun direği sızlayarak İstanbul’uma benzetiyorum. Berlin’de bir stüdyo tutulur, yılın birkaç ayı orada geçer... Neden olmasın? Ama evi barkı, dükkânı kapatıp, varı yoğu satıp da buralardan gitmeyi, ‘son kez öpüşelim, biz gidiyoruz’ noktasına gelmeyi hayal bile edemiyorum.
Moralinizi bozuyor mu etrafınızdaki insanların birer birer Berlin’e, Londra’ya yerleşmesi?
- Anlayabiliyorum. Bazen üzülüyorum. Gerçekten nefes alamayacak bir durumları varsa hak da veriyorum. Fakat bir gün işler normale döndüğünde herkesin koşa koşa dönmesini tüm kalbimle isterim. Çünkü burası birlikte güzel. Herkesin kim bilir kendi içinde ne acısı, sıkıntısı var... Belki ben şanslıyım, tutunabilecek bir dal bulabiliyorum. Tutunamayan ne yapsın... Umarım, hatırladığım o Türkiye’de bir gün hepimiz yeniden buluşuruz. Büyüteçle baktığında dünyanın her yeri vahim ona bakarsan. Her ülkede, farklı boyutlarda, dev bir yıkım var.
Konya’da yaşayan, 15 yaşında, hiçbir cümlesi kale alınmayan
bir genç kızın da sorumluluğunu içimde bir yerde hissediyorum
Albümün adı, ‘İstikrarlı Hayal Hakikattir’. Dinleyiciye iyi gelecektir bu mesaj...
- Kapitalist düzen sağ olsun; aile, toplum, okul bize, “Hayalleri boş ver, gerçeğe gel” dedi durdu. Oysa yapabileceğimiz en iyi şey hayal kurmaktır. Her an kendini ve dünyayı şaşırtabilecek bir şey yapabilirsin. Sonsuz bir düzlemde, sınırsız olasılıkların içinde yaşıyoruz. Hayallerin, istikrarlı olunduğu takdirde realize edilebileceğini birbirimize sürekli hatırlatmalıyız. Hayalini olduğu gibi sahiplenmek ve ısrarla arka çıkmak şart. Picasso, “Hayal edebildiğin her şey gerçektir” der. Dön, kuantum fiziğini incele, sana, bir şey hayal edebiliyorsan bunun gerçek olduğunu söyler.
Bu yaklaşım özel hayatınıza nasıl yansıyor? Ne kadardır birliktesiniz Ali (Şimşek Güçlü) ile?
- 7 senedir birlikteyiz ama önce bireyiz. Bir aradayken yalnız kalabilmeyi, birlikteliğin ve yalnızlığın nimetlerini aynı anda yaşayabiliyoruz. Birey olmanın lüksünü yaşadığın müddetçe yanındaki kişi senin zenginliğin oluyor. Darlamak, kurallar koymak yok, birbirimizin akışına, ‘daha iyi biri’ olmaya yardım etmek var.
Böyle bir ilişki için insanın önce kendisiyle dürüst bir ilişki kurabilmesi gerek belki de. Bu tarz çözümlemeler, üretiminize nasıl yansıyor?
- Dünya da benim. Kâinat da benim. Yıkım da benim. Acı da benim. Bunları şarkı sözü olarak dışarı yansıtabilme konusu pek sorun olmuyor. Herkes yazabilir. Asıl zor olan, yaşamak. Yaşadıklarının sorumluluğunu almak, acısını sahiplenmek, bedelini ödemek ve kabul etmek... Bütün bunları yapmadan yazmaya kalkınca sen sadece bir acıyı tarif etmiş oluyorsun. Boyutsuz oluyor. Şarkı, şiir yazarken önce bunu sorguluyorum. Benim de sınavım bu.
Albüm bir anlamda feminist manifesto niteliğinde denebilir sanıyorum. Basın bülteni niyetine servis edilen yazı da destekliyor bunu...
- Kadınların bir iş başardığında, bu başarının ardında birtakım eril güçler, ‘süper kahramanlar’ arandığını gördüm. Oysa kadınlar artık görünmezlik iksirini görünürlük iksiriyle değiştirmek zorunda. Diğer kadınlara da ilham verir fikriyle tek başıma yaptığım her şeyin altını çizmeye kani oldum. Bu sistem, beni buna ikna etti. Çünkü Konya’da yaşayan, 15 yaşında, hiçbir cümlesi kale alınmayan bir genç kızın da sorumluluğunu içimde bir yerde hissediyorum.