Oluşturulma Tarihi: Şubat 10, 2019 08:30
22 kişinin bir topun peşinden koştuğu değil, iki kişinin 22 topun peşinden koştuğu oyun: Snooker. Şimdi Eurosport yayınları ve sosyal medya sayesinde Türkiye’de de bir fenomen olma yolunda. (Bağış Erten yazdı)
1980’lerin sonu, 90’ların başı... Üniversitelerin etrafına kafeler konuşlanmış. Okullar durgun olunca, sosyalleşme oralara kaymış. King oynamak milli spor gibi bir şey. Bir de bilardo var. Daha çok erkek oyunu. Memlekette yaygın tür, üç top. Amerikan pek tutulmuyor ama yeni başlayanlar için ayrı bir yeri var. 8 topu bilen oynuyor. Ama herkes isteka sallamayı seviyor. Çuhayı yırtma yeter...
Bu kadar sevilmesinin önemli bir nedeni daha var. ‘Beyaz Gölge’ basketbol için ne ifade ediyorsa, Paul Newman’lı, Tom Cruise’lu ‘Paranın Rengi’ filmi de bilardo için öyle. Yaşlılar, ‘Hızlı Eddie’ havalarında, gençler içlerindeki isyankâr Vincent’ı keşfediyor. Bilardo memleket sporu olmaya yürüyor. İşte bu ortamdan yükseliyor Semih Saygıner. Onca gencin salladığı istekalar, yaptığı potlar Saygıner’in ilhamı oluyor ve bir dünya şampiyonu çıkıyor.
Bilardonun kült filmi ‘Paranın Rengi’.Peki ya sonrası? Sonrasında zınk diye durdu bilardo. Kahve köşelerine itildi, popülerliğini yitirdi. Ergen erkek eğlencesi olarak daracık bir alana sıkıştı. Nedeni tartışılır. Bilgisayar oyunlarının patlaması, değişen Türkiye atmosferi, farklı sosyalleşme biçimleri... Pek çok şey sayılabilir. Ama gerçek değişmiyor. Oynanan bir oyundu bilardo, oysa çağ artık seyir çağı.
Snooker işte tam bu noktada yükseldi. 2000’li yıllarda
Eurosport’un sabah akşam yayımlamasıyla birlikte bir anda ilgi oluşmaya başladı. İlk yıllar oyunu keşfetmekle geçti. Siyah top deliğe girdikten sonra neden geri çıkar? Niye renkli topların bir sırası var? Snooker ne demektir? Bu sorular arttıkça ilgi de büyümeye başladı. Ortada satranca benzer bir oyun söz konusuydu ve içinden adeta bilardo geçiyordu.
Mısırlı bir doktor...Başlangıçta Türkiye’de tek bir masa ya vardı ya yoktu. Oyuncu deseniz birkaç kişiden ibaretti. 1999 depreminde Türkiye’ye yardıma gelen Mısırlı bir doktor,
Muhammed Leysi (Şimdi federasyonun snooker ‘daire başkanı’) kırık Türkçesiyle oyunun ilk yorumcusu oldu.
O kadar azdı ki izleyen, spikerler dışında gerçekten ilgilenen var mıydı, merak konusu oldu. Ama işte bir sporu sabah-akşam canlı verirseniz, hayat başka türlü akabiliyor. Günde bazen 10 saat süren yayın izleyen bir gençlik gelmeye başladı: Bilardo oynamak yoktu, snooker seyretmek vardı.
Üstelik harika hikâyeler de çıkıyordu. Mark Selby babasının ölüm döşeğinde, ona verdiği sözü hatırlatıyor; Mark Williams şampiyonluğu gözyaşları içinde ailesine adıyor; Higgins şirin ailesiyle kupayı kaldırıyordu.
Ve tabii bir de Roket, yani Ronnie O’Sullivan vardı. Snooker’ın pek çok efsanesi var ama kimse bu çılgın İngiliz kadar oyunu etkilemedi. Bir tür deli-dâhi o. Oyunun yavaş akışını kırdı. En hızlı rekorlara imza attı. En çok yetenek isteyen vuruşlara hiç hesapsız girişti. Doğal yetenek ve snooker için bulunmaz nimet. Muhammed Ali boks için, Tiger Woods golf için neyse ‘Roket’ lakaplı Ronnie de snooker için o oldu. Önce zirveyi gördü, sonra sıkılınca ara verdi, geri dönüp gene şampiyon oldu. Oyun adeta onun ruh haline endekslendi. Halihazırda büyük turnuvaların reytingi onun sıralamada yükseleceği yere bağlı hale geldi.
Bir tek o değil, neredeyse tüm sporcular, evet; fazlasıyla İngilizdiler. Son yıllarda Çinlilerin sardırmasına bakmayın. Oyun, bildiğiniz Britanya sporuydu. Ama sakin, sessiz, akıl dolu bir oyuna ilgi duymak için ille de İngiliz olmak gerekmiyordu. Özellikle belirli bir yaşın üstü için ideal bir seyirlikti snooker. Ağır ilerliyor, gereksiz adrenalin salgılatmıyor, sakin sakin izletiyordu. O kadar aldı yürüdü ki Türkiye’de şimdilerde büyük turnuvalar sosyal medyanın en çok takip edilenler listesine girebiliyor, bir müsabaka sırasında anlatanlara yüzlerce soru sorulabiliyor.
O bir fenomen: Fatma Babaanne
Onu Eurosport sayesinde tanıdık. Snooker sevgisini anlattığı video, yüzbinlere ulaştı. Kendisi 86 yaşında. Bir zamanların efsane takımı şampiyon Trabzonspor’un oyuncusu Hüseyin Tok’un annesi. Torunu Çağdaş Tok snooker anlattıkça sıkı bir takipçi haline geliyor. Herkesi biliyor, her maçı hatırlıyor. “Futbol fazla heyecanlı. Kalbim kaldırmıyor. Bana daha sakin spor lazım” diyerek başlamış. Başında yün örerek seyrettiği sporun artık bir tür fanatiği. Yavaş oynayan Ebdon’a kızıyor; Selby’yi oğlu gibi seviyor; Ronnie’nin yeteneğine hayran. “En iyisi Ronnie ama ben Selby’ciyim. Çünkü hikâyesi çok güçlü” diyor. Özel hayatlarına kadar takip ediyor oyuncuları. Görünen o ki Türkiye’nin en ünlü snooker hayranı o.
Anlatana sorduk: Snooker neden sevildi? Emre Yazıcıol: Sizden çok fazla şey talep etmiyor. Sürekli ekrana bakmak zorunda değilsiniz. Herhangi bir işi yaparken de takip edilebilecek bir eğlence. Temposu düşük, kavgası, gürültüsü yok. İzlerken öğrendikçe de bağımlılık artıyor.
Emre Özcan: Yüksek çözünürlüklü televizyonlarla birlikte yeşil çuha, parlak farklı renklere sahip toplarla oyunun albenisi yükseldi. Çok küçük cepler, girmek bilmeyen toplar ve oyunun zorluğu da eklenince merak duygusu yaratıyor.
Yücel Tuğan: Bağ kurmak çok kolay. Bir masa, toplar ve iki oyuncu yetiyor. Şık kıyafetler, centilmenlik ön planda. Klas bir atmosfer var. Oyuncuların pek çoğu farklı karakterler. Onlarla kolayca samimi bir özdeşlik kuruyorsunuz.
Aras Yetiş: 1980’li yıllarda Britanya’nın en çok izlenen televizyon sporuymuş. Çünkü renkli ekrana çok uygun bir prodüksiyonu var.
Snooker nedir?
Pek çok sporu olduğu gibi Snooker’ı da İngilizler keşfetmiş. Kökü 19. yüzyıla dayanıyor. Snooker teriminin kökeni askeri bir küfür aslında. Masada zor durumda kalan oyuncular için kullanılıyor. Teorik olarak bilardonun bir türü ama çok farklı. Masa büyük, delikler küçük, isteka ince. Asıl amaç rakibi ideal atışı yapamayacak bir duruma sokup (snooker bırakıp) masayı temizlemek. Bilardo efsanesi Semih Saygıner, Socrates dergisine verdiği röportajda şöyle diyor: “Snooker başka bir spor ve benim iyi snooker oynayabilmem için beş seneye ihtiyacım var.”
Belki bilmek istersiniz...Karşılaşma öncesi oyuncular salona kendi seçtikleri bir müzik eşliğinde çağrılıyor ve hepsinin lakapları var. Tıpkı ring sporlarında olduğu gibi.
Hepsi birer İngiliz beyefendisi gibi giyiniyor. Kimi zaman kravat, kimi zaman papyon zorunlu. Snooker izleyenlerin en çok sorduğu şu soru da bir klasiktir: Neden ünlü oyuncu Stephen Maguire papyon ya da kravat takmaz? Cevap: Çünkü alerjisi var.
En büyük şampiyona olan Dünya Şampiyonası’nın düzenlendiği salonun ismi ‘Crucible’, yani Cadı Kazanı’dır. Biletleri aylar öncesinde biter.
1927’de düzenlenen ilk Dünya Şampiyonası’nın ödülü 6
pound’du. Bugün 425 bin pound. İyi bir snooker oyuncusunun yıllık kazancı milyon poundu buluyor.
Oyun oynanırken salondan çıt çıkarmaması beklenir. Birisi hareket eder ve oyuncuların konsantrasyonunu bozarsa salondan atılabilir.
Snooker fiziksel performans temelli bir spor değil. Bu sayede ileri yaşlarda da oynanabiliyor. Örneğin eski şampiyon Steve Davis 59 yaşında bile isteka sallıyordu. Mark Williams 43 yaşında dünya şampiyonu oldu. Zaten oyuncularının ortalama yaşı da 35’in üzerinde.