Güncelleme Tarihi:
Los Angeles’ın sayfiyesi Venice’te onu yakalıyorum. Asistanlarını, şoförünü, yardımcılarını ve her başı sıkıştığında koşan ablalarını geride bırakmış. Nihat Odabaşı, hiç durmadan, uyumadan çalışıyor. Dünyaca ünlü model Jeremy Meeks çekimlerini bitirmiş, pandemi günlükleri projesiyle uğraşıyor. Sıradaysa sinema var. Bu tempoya rağmen sesi enerjik. Buyurun geçmiş sırlarından bugününe Nihat Odabaşı sohbetine...
Yurtdışına yerleşme sebebiniz neydi?
Hayatımı külliyen sarsmak, yenilemek; baştan aşağı bir temizlik yapmak.
Neden?
Zor bir dönem geçirdim; en değerli varlığımı, annemi kaybettim. Yetmezmiş gibi tanıdığım, sevdiğim birkaç arkadaşımı da kısa aralıklarla uğurladım. Çok üzgündüm ama yine de mola vermeden çalışıyordum. Durmak, yaşadığım anın hüznüyle yüzleşmek, ardımda bıraktıklarıma bakmak, kaçırdıklarımı düşünmek istedim.
Bunları yapmak için neden Los Angeles’ı seçtiniz?
Havası güneşli, dilini konuşabildiğim ve hayallerime uyan bir yer istedim. Aslında sadece yenilenme isteği de değildi beni bu kadar uzağa sürükleyen. Hiç bitmeyen sinema hayalim için harekete geçmeliydim. Çünkü insanlara hikâyeler anlatmak istiyorum. Film sektörünün kalbinde olmak için de seçtim. En büyük isteğim artık bu.
Nasıl bir hayat kurdunuz?
Venice’e, okyanusun dibine taşındım. Altımda bisikletim, üstümde şort, tişört tüm gün pedal çevirip bölgeyi keşfediyorum.
Bu hayat neleri değiştirdi?
Sabah kahvesiz, sigarasız güne başlayamazdım. Gelir gelmez sigarayı bıraktım. Artık erken uyanıyorum. Sorsan beni tanıyanlara, kimse inanmaz! Uyanır uyanmaz koşuya çıkıyorum. Burada hareket etmeden durmak zor; 70’lik de 20’lik de koşuyor, bisiklete biniyor; üstüne yoga, meditasyon yapıyor. Eğer evsizin biri sahilde klasik piyano çalıyorsa, bir diğeri pirinç tanelerinin üstüne âşıkların isimlerini kazıyorsa, ben de iyi enerji saçan bir şeyler yapmalıyım kendimce.
Kendi evinizi süpürüp yemek yapıyormuşsunuz...
Çevremde Fethiye Hanım, asistanlarım, şoförüm, bana kıyamayıp her an yardıma koşan ablalarım artık yok. Önceleri kuru temizleme, çamaşırhane gibi yollar aradıysam da olmadı.
E, ne yaptınız?
Rica ettim, makineyi nasıl kullanacağımı gösteren bir video attılar. İyi ki de attılar çünkü çamaşırları yıkamak için kurutma makinesine koymuşum. Sonra bunu ‘Nasıl mercimek yaparım?’, ‘Hesaplı mutfak alışverişinin püf noktaları’ gibi videolar takip etti. Birkaç doğrama kesiği, üç-beş fırın yanığı gibi deneyimlerden sonra sağlıklı yemeklerin adamı oldum.
Türkiye’deki kariyerinizi sonlandırdınız mı?
Böyle bir düşüncem asla yok. Şimdilik yarı zamanlı bir yaşam şekli istiyorum. İlk kez başka neler görebilirim diye, otobandan ayrılıp ara yollara giriyorum.
Orada tanınıyor musunuz?
Türkiye’deki gibi değil. Geleli beş ay oldu, öyle felaket bir döneme denk geldim ki... Önce korona çıktı, dünya evlere çekildi. Sonra peş peşe iki küçük deprem. Üzerine ırkçılıkla ilgili protesto eylemleri. Hayatını silkelemek, değiştirmek için Los Angeles’a gelmişsin, alt sokağında dükkânlar yağmalanıp yakılıyor. Tepende helikopterler uçuyor, sokaklarda tanklar! Ne düşünürsün? Ya bahtsız Bedevi olduğunu ya her şerden bir hayır çıkacağını ya da üç güne kalmaz zombilerin şehri basacağını. İnancım birincisine...
Nasıl çalışmalarınız oldu?
Model Jeremy Meeks’le ilk maskeli, sosyal mesafeli çekimimi yaptım. Karantina sürecinde ‘Pandemi Günlüğü’ diye bir proje ürettim. Farklı şehir, ülke, hatta kıtalardaki model ve oyuncuların bu sürece bakışlarını anlatan kısa filmlerini, fotoğraflarını çekiyorum. Çekimdeki ekipmanım sadece telefonum ve çektiğim kişinin cep telefonu, asistanlarım da o kişinin yanındaki bir arkadaşı. Amaç böyle bir dönemde bir başkasının penceresinden hayata bakmak. Ayrıca Madison Beer, Sofia Carson, Victoria Justice Los Angeles’ta çalıştığım ünlülerden bazıları. En çok sevdiğim, ‘Hayat Ağacı’nın Sam’i, Kelly Rutherford.
Çekimlerde Türk ünlüler mi yoksa oradakiler mi daha rahat?
Her şey kültür farkından oluyor. “Eyvah ailem ne der?”, “Basında nasıl felaket gelir başımıza?” diye endişelenmiyorsun, daha özgür, yaratıcı düşünüyorsun. Her türlü sanatsal arayış kabul görüyor. Mesela kimse Jennifer Lopez’e “Hoş mu artık mayo giymen, iki çocuğun var, otur evinde!” demiyor.
Instagram sayfanız ‘Bu adamın hayatı hep güzellik, seks ve cinsellik mi?’ diye düşündürüyor...
Ne asistanlar geldi bu imaja. Ama çalışmaktan üç gün sabahladığımızı görünce arkalarına bakmadan kaçtılar. Emin ol, o Instagram karelerimin arkasında daha çok emek, kan, ter ve gözyaşı var. Ama güzel hatırın da kırılmasın, bütün bunların üzerine bir tutam güzellik, yarım çay kaşığı seksapel koy. Al sana benim olay karelerim.
Ünlüler, modeller, güzel insanlar... Masal dünyasında mı yaşıyorsunuz?
Instagram’dan bakarsan masalın kralını yaşıyor gibi duruyorum. Sanırsın ev güzellerden, ünlülerden geçilmiyor. Bir sefa ki ne sefa! Görünüşte... Ama o masalı ne zorluklarla yazdım. Hiçbir şey kolay olmuyor. Saç, makyaj, styling, ışıkçılar, yardımcılar sadece basılacak birkaç kareyi iyi ve dikkat çekici hale getirmek için bir araya geliyor, en az sekiz saat çekim yapıyorsun. Bu ekibi bir araya toplamak bile stres.
Bir kadını daha da güzel göstermenin sırrı ne?
Kalp gözü ve aşkla bakmak. Yaptıkları işlere, duruşlarına, emeklerine saygı duymak.
En çok kimi çekmek isterdiniz?
Bana en güzel bakanı çekmek istiyorum. Bir zamanlar en büyük hayalim, dünyanın en önemli top modellerinden Linda Evangelista’yı çekmekti. Paris’te bir kampanya için buluştuk. Sette daha sevimsiz, kibirli ve saygısızını görmedim. Çekimi yarım bıraktım. Tam arkamı dönmüş gidiyordum “Özür dilerim” dedi. İşimi düzgün yapmak için devam ettim çekime. O zaman “Bana güzel bakacak, fotoğrafıma ruhunu verecek insanları istiyorum artık” dedim.
En zor isim kimdi?
Sen olay çıksın istiyorsun! Linda Evangelista. Bar Refaeli de ondan daha az sevimsiz değildi. Türklerden de şey, ımmm hani var ya (gülüyor)…
Hiç çekimden doğan aşkınız oldu mu?
Tabii. Bazen aşk bazen kısa bir birliktelik. Hayatım çekimlerde geçtiği için ilgi duyduğum kişinin setten ya da sektörümden olması o kadar normal ki. “Gözümün içine bak” ya da “Del geç objektifi” diyorsun. Bir ilgi varsa aranızda, o yoğun çalışmada hiç kuşkusuz büyüyor.
Aşkın sizdeki karşılığı ne?
Kısa süreli sarsıntı, düzensiz kramp, ayağının yerden kesilme hali. Sonrasında gergin mesajlaşmalar, hesaplaşmalar. Epeydir hayatımda yok. Özledim ama yaşamak istediğimden emin değilim.
Neden?
Aşk adamıyım da ilişki adamı değilim sanıyorum. Özgürlüğümü bırakamıyorum. Verdiğim kararlar için hesap vermek ya da karar almak için bir başkasının onayını almak zor geliyor. Monogami zor, bedeli ağır. Aşk acısı da üstelik çok fena, vurdu mu vuruyor. Ben artık acı çekmek de istemiyorum.
Hayali oğlumla konuşmalar yaptım
Libidonuz mu düştü?
Aşkın libidoyla ne alakası var! Aksine libidom fazla yüksek. Seks, hayatımdaki en önemli şeylerden biri ve illa aşkla birlikte olması gerekmiyor benim için. Aşkın ve seksin teker teker de birlikte de güzellikleri olduğunu düşünüyorum. Yani aşksız seks olmaz kafasında biri değilim.
Baba olmak ister miydiniz?
Çok. İsmi bile vardı kafamda, Can ya da Cem. Arabada konuşmuşluğum bile olmuştur hayali oğlumla. “Hadi Can, bağla bakalım kemerini”, “Babaya bugün yardım edecek mi oğlusu” falan diye. Pazar günleri beraber Nişantaşı’nda hava attığımızı hayal ederdim. Ama geç kaldım sanırım. Çok yaş farkı iyi gelmiyor mantığıma.
Yıl 2020, hâlâ Photoshop konuştuğumuza inanamıyorum. Kadının makyaj yapmasını sorgulamak gibi bir şey bu. Photoshop, şov dünyasının bir parçası artık; fotoğrafın daha estetik durması için olmazsa olmazı.
Bir fotoğrafçı arkadaşım “Ambulans gibisin, yolu açıyorsun, biz de arkadan geliyoruz” demişti.
Türkiye’deki moda/ünlü fotoğrafçısı tanımına değişim getirdiğimi düşünüyorum.
Teknik olarak ilk dijitale geçen, satın almak yerine kamera kiralamayı başlatan, ekipman kiralama sektörüne sebep olan benim. Kendi stüdyosu yerine kiralık stüdyolarda çekim yapan da ilk benim.
Hayatın sükûnetli, sakin olanını değil, sürprizlerle dolu olanını yaşamayı seçiyorum. Ayağımı hiç yorganıma göre uzatmadım. Sevdiğim gibi yattım. Bir gün sırtımın, bir gün bacağımın açıkta kalmasına da razı oldum.