Güncelleme Tarihi:
Oğlunu ABD’nin Küba’daki askeri üssü Guantanamo’dan kurtarmaya çalışan bir annenin mücadelesini anlatan “Rabia Kurnaz, George W. Bush’a Karşı” bu yıl 72’ncisi gerçekleşen Berlin Film Festivali’nde yarışan filmler arasındaydı. Sonbaharda, film izleme platformu MUBI’de gösterilecek filmin başrol oyuncusu Meltem Kaptan, festivalde Juliette Binoche, Charlotte Gainsbourg gibi usta oyuncuların arasından Gümüş Ayı ödülüne layık görüldü. Ödül, bu yıl ilk kez cinsiyet eşitliği dikkate alınarak kadın-erkek ayrımı yapmadan verildi. Avrupa’nın en prestijli film festivallerinden birinde En İyi Oyuncu ödülünü kazanan Meltem Kaptan’la Beyoğlu’nda buluşup sohbet ettik.
*Gümüş Ayı ödülünü kazandığınızda neler hissettiniz?
Uçuyordum açıkçası. Rüyayla hayal arası bir şeydi. Filmin dünya prömiyeri de festivalde oldu. İlk defa orada izlemek benim için müthiş bir olaydı. Canlandırdığım Rabia Kurnaz da oradaydı. Çok beğendi. “Filmde sanki ben oynamışım gibi” dedi.
*Ödülü almaya gittiğinizde neler yaşadınız?
O kadar absürttü ki; Charlotte Gainsbourg, Juliette Binoche gibi idollerim benimle birlikte yarışıyordu. Bir kere onu kafamda netleştirmek çok zor oldu. Oraya gittiğimde “Kesin siz alacaksınız ödülü” sesleri gittikçe büyümeye başladı. Bense “Meltem, basın böyle söyleyebilir ama sen kendini kaptırma” diye kendimi telkin ediyordum. İlk, senaristimiz ödül aldı. ‘Senaryo aldı, artık ben ödül alamam’ diye düşünürken ismim söylendi. Neye uğradığımı şaşırdım.
Çocukken “İstanbul’a bir gün bavullarımla gideceğim, bir daha da geri dönmeyeceğim” diyordum.
*O yaşlarda İstanbul’a gelip yaşamak mıydı hayaliniz?
Evet, hayalim İstanbul’du. Her yıl geliyorduk zaten. Burası cıvıl cıvıl, insanların aklına geldiği gibi konuşup hemen karşısındakine iltifata geçtiği bir yer. Almanya’da bunu görmedim. Oradaki insanlar daha içedönük, daha sakin.
*Almanya’da bir Türk oyuncu olarak önyargılara maruz kaldığınız oluyor mu?
İlk başta oynadığınız yapımlar olsun, stand-up’larınız olsun her zaman Türk olmakla ilgili roller içeriyordu. Artık medyanın her yerinde Türk kökenli yüzler var. Her konuya değiniyorlar. Ben Alman kültürünü benimsedim ama Türkiye’den aldığım bütün kültürel zenginlikler de benimle birlikte. Kendimi Türk kökenli modern bir Alman olarak görüyorum.
‘Artık eşim yumruğunu masaya vuruyor’
*Almanya’da bir gününüz nasıl geçiyor? Hobileriniz var mı?
Açıkçası bir günüm öbür günümü tutmuyor. Artık arkadaşlarım bile pes diyor. Bir gün Hamburg’dayım, bir gün Berlin’de. Genelde trende ya da uçakta çok vaktim geçiyor. Bir Alman kanalında pasta, kek yaptığım komedi ağırlıklı programım devam ediyor. Yemek pişirmeyi çok seviyorum. Zaman buldukça yağlıboya resim yapıyorum. Kardeşim solistlik yapıyor, zaman zaman onunla stüdyoya gidip şarkılar söylüyoruz. Ama kendimi bulduğum dakikalar, köpeğimle birlikte doğaya çıkıp yürüyüş yaptığım zamanlar.
*‘Âşık Oldum, Nişanlandım, Mahvettim: Benim Türk-Alman Rüya Düğünüm’ adlı bir kitabınız var. Alman eşinizle kültür farklılıkları yaşıyor musunuz?
Almanya’daki Türkler genelde 1.000 ve üzeri kişinin davet edildiği düğünler yapıyor. Biz 130 kişilik düğün yaptık. Anneme söylediğimde “Eşleri de hesaplanacak daha, değil mi” dedi. Eşimin annesiyse 130 kişi dediğimizde yere yıkılacaktı (gülüyor). Fazla geldi ona. Eşim avukat, bir şey olduğu zaman tepki vermez. Ona “Böyle olmaz, güzel bir tartışma kültürüne sahip olmamız lazım” dedim. Şimdi yumruğunu masaya vuruyor (gülüyor).