Ergenekon ve Balyoz operasyonları başladığında gelişmelere şüpheyle yaklaşan, eleştirel haber yapan gazeteciler kimi zaman eleştirildi. Siz de onlardan biriydiniz. O dönem olayları bir emniyet muhabiri olarak yakından takip ediyordunuz. Sizin için herhangi bir sorun oldu mu?
- Ergenekon adı verilen operasyonlar dalga dalga başlamıştı. Polis şefleri temiz toplum ve devlet içindeki derin oluşumların temizlendiğini iddia ediyordu. Fakat gözaltılar başladıkça çelişkiler çoğalmaya başlamıştı. Birbirleriyle hayatının hiçbir alanında kesişmemiş insanlar aynı örgütün elemanı gibi sunulmaya çalışılıyordu. Benim de kafamı tüm bunlar doğal olarak kurcalıyordu. Sorguluyordum. 2007 sonu, 2008 başı gibi o dönem Milliyet gazetesi muhabiri olan Erdal Kılınç ile (şimdi TRT’de) Emniyet Müdürü Tufan Ergüder’in yanındaydık. Operasyonlardaki tutarsızlıkları masaya yatırdım, sorguladım. Cevaplarını kendisinden istedim.
Nasıl bir cevap aldınız?
Bana, “Bu operasyon farklı. Bunun cevaplarını boş verin. Bu operasyonda sizlerin ‘taraf’ olması gerekiyor. Taraf olmazsanız bertaraf olursunuz” dedi. Ben bu sözleri duyar duymaz ayağa kalktım ve “Ben gazeteciyim, böyle bir anlaşma içinde olmam” dedim. Ve odadan çıktım. Arkadaşım Erdal Kılınç’da benimle aynı tavrı gösterdi. O gün bize bu teklifi yapan Tufan Ergüder’i bir daha görmedim. Emniyette de o gün bana tüm kapılar kapandı. Emniyete girişim yasaklandı. O gün bize bu ahlaksız teklifi yapan Emniyet Müdürü Tufan Ergüder hâlâ firari.
Peki sonra ne oldu?- Önce emniyete girmesi yasaklanan gazeteci olarak başlayan bu süreç, telefonlarımın dinlenmesi ve fiziki olarak takibe döndü. Korkunç bir süreçti. Peşimde beni takip eden, fotoğraflayan polisleri bile zaman zaman fark ediyordum. 4 yıl boyunca telefonlarım dinlenmiş. Her anım fotoğraflanmıştı. Tüm bunları yıllar sonra
FETÖ’nün terör örgütü olarak tanımlanması ile öğrenebildik. Annemin telefonlarını bile dinlemişlerdi.
Neden hedef olarak seçildiğinizi düşünüyorsunuz? - FETÖ’cülerin operasyonlarının bütün hukuk dışı yönlerini yazıyordum. Çelişkileri gündeme getiriyordum. Gazetecilik yapıyordum. Bu da benim hedef olmam için çok iyi bir nedendi onlar için...
Neden bu kitabı yazma ihtiyacı hissettiniz? - Türk toplumunun ve kamuoyunun örgütü yeterince iyi tanımadığını gördüm. Hem de FETÖ’nün tekrar hortlamaya çalıştığını, mevzi kazanmaya çalıştığını gördüm. Ayrıca sürdürülen FETÖ operasyonları da yeterince iyi yönetilmiyordu. Kamuoyu büyük bir
haber bombardımanıyla karşı karşıyaydı. Bütün bunlar FETÖ operasyonlarının ciddiyetinin kaybolması demekti. Ben yapılan hataları, sistemsiz bir şekilde yürütülen operasyonları gözler önüne serdim. Çünkü tüm bu sürecin ülkenin son şansı olduğunu düşünüyorum.
Sizce FETÖ bitmedi mi? - Bitmedi. Bir kertenkele düşünün, kuyruğu kopunca yenilenir. Bu durum da onun gibi. Şu anda gördüğümüz, FETÖ’nün kuyrukları. Gazetecilik tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, FETÖ kesildikçe canlanıyor. Çünkü sistemli bir çalışma yapılmıyor. Bu yüzden de biz kuyruklarını görüyoruz yapılan operasyonların. Ama ana omurga, ortada. Sürekli sistemli olarak faaliyet halinde. FETÖ’nün tarafında inançlı bir kalabalık var. Bir tarafta ise ne yaptığını bilmeyen, günübirlik, örgütsel ‘mücadele edememe’ tavrı var. Kitapta da söyledim, ne yaptığını bilmeyen belli bir sistem dâhilinde işi götürmeyen, sadece ‘şu kadar adam alındı’ diye altyapısı olmayan operasyonlar yapan bir kalabalık var. Hakikaten güvenlik ve yargı bürokrasisi çerçevesinde örgütle canla başla mücadele etmek isteyen bir insan kitlesi de var. Fakat bunların sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmiyor.
FETÖ’nün nasıl bir gücü olabilir şu anda?- Ben tankın, topun tüfeğin başındaki adamları en güçlü adamlar olarak görmüyorum. Onlar örgütün kaybetmekten hiç çekinmediği adamlarıydı. Askerler, polisler şimdi içeride. Kaçanlar kimler? Ana omurga, işadamları, mütevelli heyeti dedikleri hocaları... 1986’da Fetullah Gülen’in yanındaki 14 kişi. Esas kalbi, beyni orası. Örgütün beyni, kalbi yurtdışında. Hâlâ Türkiye’ye karşı argüman geliştiriyor. Bugün, bu 14 kişiden sadece Bülent Olcay tutuklu. Onun dışındakilerin hepsi yurtdışında. Bütün örgütün ana kadrosu orada olduğu sürece ve bilgi ürettiği sürece bunlarla mücadele etme şansınız yok.
Devlet bu 14 kişiyi biliyor mu?- Evet. Ben yazdıktan sonra tek tek öğrendiler. Bu tehlike ile yüzleştiğiniz zaman, nerede hata yapıldığının cevabını veriyorum. İsim önemli değil, FETÖ değil metö olur... Bu ülkede hâlâ 15 Temmuz gibi olayların olabileceğine, hatta her şeyin olabileceğine inanıyorum.
Ne yapılması gerekiyor? - Sadece polisiye operasyonlarla da bu işlerin bitirilemeyeceği inancını taşıyorum. 13 yaşından kurşun askere dönüştürülmüş, FETÖ’cü insan kitlesi var. Siz “Bu insan nasıl bu hale geldi, bu ülke nerede yanlış yaptı?” sorusunu sormadığınız zaman ve bu insanları rehabilite edip normal insan haline getirmediğiniz sürece bu polisiye metotlarla, bu operasyonlarla bu durum bitmez. Bu örgüt sürekli dirilir. Yarın FETÖ veya benzeri örgütlerin tekrar oluşmaması için ciddi bir alan çalışması yapılmıyor. Tüm bunlar, Türkiye için ilerde büyük engel olacak. Bu adamlar 5-10 yıl sonra cezaevinden çıkacak ve toplum içine karışacak. Peki, ondan sonra ne olacak? Bu soruyu maalesef soran da cevabını arayan da yok...
Neden? Yoksa hâlâ örgütün derinlerindeki hücresel yapı çözülemedi mi? -
Darbe ne zaman oldu? 15 Temmuz 2016’da. 17-25 Aralık ne zaman oldu? 2013’te. Bu kitapta 2016’ya nasıl gelindiği var. İki gün öncesine kadar şöyle haberler okudum, “TSK’da çok önemli birileri yakalandı...” Bu darbenin üzerinden 2-3 sene geçmesine rağmen hâlâ varlıklarını sürdürüyorsa, hâlâ kritik yerlerde görev yapabiliyorlarsa demek ki örgüt mevcudiyetini korumuş.
Ankesörlerle haberleşen 15 bin kişi var sırada... Kitapta daha önce okumadığımız, duymadığımız hangi bilgiler yer alıyor? - Her şey yeni. Daha önce duymadığınız bilgiler var. Ama bu kitapta sayılar, karmaşık belgeler yok. İnsanlar var. Sizin benim gibi gözüken, aramızda dolaşan ama o korkunç günahların failleri var.
Hâlâ TSK’nın içinde operasyon yapılmasının sebebi sistemsizlik mi? Gerçekten çok iyi gizlenmiş bir örgüt mü?- Önce ByLock ile tespit ettiler. Ama daha sonra ankesörlü telefonlar ortaya çıktı. Ankesörlü haberleşen, TSK’da operasyonu
yapılmamış 15 bin kişiden bahsediyoruz.
Bu nerede var?- Devletin kayıtlarında var. --Bu 15 bin kişiyi bir anda alamazsınız.
İsimler belli mi?- Evet, isimler de belli. Sırayla yapılacak, bitmeyecek. Ama bu da çözüm değil. Bu FETÖ’cü polisler Ergenekon operasyonunu yaparken şöyle bir laf ediyorlardı, “Biz Türkiye’ye demokrasi getireceğiz, Ergenekoncular gittiğinde Türkiye’ye demokrasi gelecek” diyorlardı. Ben de onlara diyordum ki, “Polisiye operasyonların Türkiye’ye demokrasi getirdiğini hiç görmedim hayatımda, siz bunu nasıl başaracaksınız?”
FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en karanlık örgüt mü? - Evet, hatta dünya tarihinde bile belki benzeri bulunmayacak derecede karanlık bir örgüt. Çünkü insanların karşısına senin benim gibi
sıradan halde çıkıyorlar. Ama bir seri katil zihniyetinde işi götürüyorlar.
KİTAPTAN... Talimat ‘abiler’den’: “O gazeteci tutuklanmalı” 2011 Aralık ayının ilk günleriydi. Vatan Caddesi’ndeki bir grup cemaatçi emniyet müdürü yine bir araya gelmiş, oturuyor, konuşuyor, değerlendirmelerde bulunuyorlardı. Odada bulunanlardan İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan, cep telefonu çalınca, konuşmak için dışarı çıktı. Odaya tekrar döndüğünde telaşlıydı. Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün’e dönerek, “Abiler aradı. Kandil, Fırat Haber Ajansı aracılığı ile Vatan gazetesi muhabiri Çağdaş Ulus’tan Vatan Caddesi’ndeki Fetullahçı polislerin listesini istemişler. Bu gazetecinin acele tutuklanması gerekiyor” dedi. Bunun üzerine Yurt Atayün ve Erol Demirhan diğerlerini odada bırakarak dışarı çıktılar.
Bu görüşmenin geçmesinden kısa bir süre sonra 24 Aralık 2011’de gazeteci Çağdaş Ulus tutuklandı. Türkiye’de bir gazetecinin tutuklanması cemaatçi bir polis şefinin veya onun imamının iki dudağının arasındaydı... FETÖ kumpası ile tutuklanan Çağdaş Ulus, 9 ay cezaevinde kaldı, 13 Eylül 2012’de tahliye oldu.
KİTAPTAN... FETÖ’cülere karşı önlem almak istedikleri Danıştay 1. Dairesi’ne FETÖ’cü hâkim atadılar!
Galip Tuncay Tutar ismi etrafında gelişen olaylar, FETÖ’nün oyun içinde kurduğu oyunlara en güzel örnekti.
7 Şubat 2012’de Türkiye MİT krizi ile sarsıldı. İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet savcılığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile önceki müsteşar Emre Taner’i yardımcısı Afet Güneş’i ve 2 MİT görevlisini ‘şüpheli’ sıfatıyla ifadeye çağırdı.
Kriz derinleşerek büyüdü. Hükümet, ‘jet hızıyla’ yasa değiştirdi. MİT mensuplarının işlediği öne sürülen suçlar terörle ilgili olsa bile
Başbakan’ın iznine bağlandı. EFETÖ’nün MİT kumpasından çıkış yolu aranıyordu. MİT yasasındaki 26. maddenin değiştirildiği 17 Şubat 2012’de eşzamanlı olarak Danıştay’da 32 üyenin de görev yeri değiştirildi. Bu değişiklikler de ise gözler Danıştay 1. Dairesi’ndeydi.
Bunun sebebi de, Danıştay 1. Dairesi, Cumhuriyet Savcısı’nın kanaati yönünde karar verirse MİT Müsteşarı’na yargı yolu görünebilirdi. Onun için de bu karara bakacak dairede birtakım düzenlemeler yapıldı.
Danıştay 1. Dairesi’nin üye sayısı azaltıldı. Ahmet Başpınar, Abdullah Dörtlemez, Muzaffer Dilek görevlerinden alındı. Danıştay 1. Dairesi’nin üyesi sayısı azaltılmıştı. Ahmet Başpınar, Abdullah Dörtlemez ve Muzaffer Dilek görevlerinden alınarak başka dairelere atanmıştı. Üçünün de ortak özelliği 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Danıştay’a atanmış olmalarıydı.
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, tarikat, cemaatlerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan Cumhuriyet’e bağlı insanlardı.
‘Daire Başkanı Osman Alpak, üyelerden Hicabi Ece, Fethi
Aslan ve İbrahim Er yerlerini korumuştu. Yapılan yeni değişiklikle daireye yeni atanan tek üyesi Galip Tuncay Tutar’dı.
FETÖ kumpasıyla 7 Şubat MİT kriziyle karşı karşıya kalan hükümet tedbir almak istemişti. Ancak baltayı taşa vurmuştu. Atatürkçü ve tarikatlarla ilgisi olmayan üç üyenin yerini değiştirmiş, yerine ise militan bir FETÖ’cüyü getirmişti. O üye Galip Tuncay Tutar’dı.