Güncelleme Tarihi:
Uğur Aslan uzun yıllar ekranda çok başarılı işler yaptı. Ama Kanal D’nin ‘Yargı’ projesiyle yıldızı tam anlamıyla parladı. Çok beyefendi, ağırbaşlı biri. Hayata bakış açısı da şahane. Yaşadığı her şeyden bir ders çıkaranlardan. İnsan onu dinlerken kimi zaman gülümsüyor, kimi zaman gözleri doluyor...
◊ Herkese ilham olacak, pes etmediğin bir hikâyen var. Her şeyin başına dönersek...
Hatay’ın Reyhanlı ilçesi, Melekli Köyü’nde doğdum. Babam kâhyaydı ve bir ağanın yanında çalışıyordu. Ben 9 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydum.
◊ Evin küçüğü olmak nasıldı?
Evdekilerle aramda yaş farkı fazlaydı. Mesela en büyük abimle aramda 30 yaş vardı. Öyle olunca abilerim ve ablalarım çiftlikten erken ayrıldı, evlenip kendi yuvalarını kurdular. Ama her sene özel günlerde, bayramlarda, tatillerde hep bir aradaydık.
34 yeğenim var.
◊ İlk ve ortaöğrenimini devlet parasız yatılı bölge okulunda alıyorsun. Uzun bir zamanı ailenden ayrı geçirmişsin. Onlara kızdın mı bu sebeple?
Bir çocuk için çok zor. Zaman zaman kırıldığım, kızdığım oldu. Ama haklı bir gerekçeleri vardı; iyi bir eğitim alabilmem... Yaşadığımız yerin koşulları gerçekten ağırdı. Ovanın ortasında küçük bir müştemilatta yaşıyorduk. Çiftliğin bulunduğu bölgede okul yoktu, babam ve ‘ağam’ dediğim Atalay Amca eğitim almamı istemişlerdi. Ben ‘ağa’ diyorum ama bizim coğrafyada öyleydi, yoksa bizim Atalay Amcamızdı ve babamın patronuydu. Okuldan önce bütün oyunları babamla oynarken okulda 500 arkadaşım oluverdi. Bunun nimet olduğunu büyüdükçe anladım. Ama travması var mı, var.
◊ Neler yaşadın?
Tipik bir askeri okul kafasıyla eğitim aldık; mıntıka temizliği, iştima, etüt saati, oyun saati, her şeyimiz belli bir düzenle ilerledi. O yaştaki bir çocuk için koşullar biraz sertti, inkâr edemeyeceğim. Tabii o koşulların bende bıraktığı bazı hasarlar var.
◊ “Ovanın ortasında küçük bir müştemilattaydık” dedin. O yokluk yıllarını hatırlıyor musun?
Büyük yokluk vardı ama yoksun değildik. Şöyle bir örnek vereyim, bunu da Sema (Ergenekon) fark etmişti. Çok küçüktük, babam başka bir çiftlikte çalışıyordu, o çiftliğin ağasının oğlu bir gün muzla geldi. Ben daha 6 yaşlarındayım, yanımda abim vardı. Muz hiç bilmediğimiz bir şeydi. O çocuk muzu yedikten sonra kabuğunu attı, bulup abimle koklayıp hafif yaladığımızı hatırlıyorum. Üniversite yıllarımda şarkı söyleyip ilk para kazanmaya başladığımda bir gün Sema “Artık eve her gün kilo kilo muz alıp gelme” demişti. Bunun psikolojik bir eksiklik olduğunu ilk o zaman fark ettim. Bunları bir trajedi olarak anlatmıyorum. Böyle gerçeklerimiz var, sadece benim de değil... Mesela kendimi hâlâ ayakkabı alma konusunda kontrol edemiyorum.
◊ Geç yaşta mı ayakkabı sahibi oldun?
Hep plastik ayakkabılar giyerdik. O zamanlar Sümerbank vardı, fazla malları okullara gönderirlerdi. Öğretmenler “Ayağınıza uyanları alın” derdi. Ayakkabıların çoğu yetişkinlere uygundu. Ben çok minyondum, hepsi ayağıma büyük gelirdi. Bir bot seçmiştim, büyüktü ama ısrarla onu giymiştim. Lise yıllarında Antakya’da harçlık için türlü işler kovalıyordum, bunlardan biri halıcılıktı. Minibüsle köy, kasaba dolaşıp halı satardım. Kazandığım ilk parayla,
o zamanlar çok pahalı zannettiğim bir ayakkabı almıştım.
◊ Bunları yaşadıktan sonra parayla ilişkin nasıl şimdi?
Hiçbir zaman parayla işim olmadı. Para ihtiyaç mı, evet ama ne kadarı? Sağlığın, eğitimin, barınman kadar. Onun dışındaki her şey gereksiz gibi geliyor. Ben paylaşmayı tercih ediyorum.
◊ ‘Yargı’nın senaristi Sema Ergenekon eşin... Onunla da zor bir döneminiz oldu. Sema Hanım meme kanseri atlattı.
Şunu görüyorsun, insan dediğin varlık bir arada durmalı, birbirine dokunmalı, hatır sormalı, ihtiyacı olduğunu hissettiğinde onun yanında olabilmeli. Bu süreçte de benzer şekilde hikâyemizi kurduk, oradan öyle güçlü çıktık ki...
◊ Üniversiteden tanışıyorsunuz. Arkadaşlıkla mı yoksa aşkla mı başladı bu hikâye?
Direkt asıldım Sema’ya. Çok etkilendim; duru, temiz bir kızdı. İlk salça olduğum anı bile hatırlıyorum. Elimde cips vardı, okulla beraber turneye gidiyorduk, “Cips yer misin” dedim. İnsan çiçek falan verir (gülüyor).
◊ Ankara’da tanışıyorsunuz. Sonra hikâyeniz nasıl buralara kadar geldi?
Sema o zamanki ortağıyla dizi yazmak istediğini söyledi. 1 GB’lık bilgisayarı vardı, onun başında güzel işler yazdılar, bunlardan biri ‘Gümüş’ dizisiydi. Öğrenci evinde yazıldı.
◊ Ve İstanbul’a öyle mi geldiniz?
Bir sürü yere e-posta attılar ama adresleri bilmiyor, tahmini şeyler uyduruyorlardı. Bir senariste ulaştılar. Senarist “Çıkın gelin” diyor... İrfan Şahin dizileri opsiyonluyor ve bir miktar para veriyor, “Burada olmanız lazım” diyor.
◊ Üç çocuğunuz var: Şems, Alya, Asya. Babalıktan çıkardığın ders ne?
İçinize şefkat doluyor ama onlara bir şey olursa korkusu daha baskın hissediliyor. Anlayışlı, hassas olabilmek, onları dinleyebilmek, motivasyonlarıyla ilişki kurmaya çalışıyorum.
◊ 6 Şubat depremlerinde Hatay çok etkilenen illerimizden biriydi. Depremde yakınlarını kaybettiğini okuduk. Seni çok zorlamayacaksa ilk duyduğun anı hatırlıyor musun?
Depremin olduğu saatte yeğenimin telefonuyla uyandım, “Amca yalvarırım yardım et, burada her yer yıkıldı” dedi. Ailemin tamamı orada, Hatay dışında yaşayan sadece birkaç kişi var. Önce ne olduğunu anlamadım. Hemen geri aradım, telefon zor çekiyordu, bir süre sonra düştü, “Amca burada çok büyük deprem oldu, her yer yıkıldı, bize yardım et” deyince onu biraz sakinleştirdim. Öbür yeğenimle konuştum, aynı cümleleri söyledi. Hızla toparlandım, bir yeğenim var TIR şoförü, Bulgaristan’dan geliyordu, o ve arkadaşım yola çıktık.
◊ Neyle karşılaştın?
Korkunçtu. Korkunç bir kaos vardı, her şey yıkılmıştı. İlk gittiğimiz yer, yeğenim ve eşini kaybettiğimiz enkazdı. Beni arayan yeğenlerim kurtuldu. Çıkar çıkmaz hemen yardım etmeye çalıştılar. Abimlerin binasında abim, yengem, abimin yeğeni ve torunu maalesef hayatını kaybetmişti. Abimin kızı ve iki çocuğunu da başka bir enkazda kaybettik. Birinci dereceden 12 yakınımızı kayıp verdik. Mesela amcamın oğlu çok uzun süre enkaz altında kalmıştı, hipotermi olmuş. Adana’ya gitti, sonra bir daha ulaşamadık.
◊ Bulamadınız mı?
15’inci gün cenazesine ulaşabildik. Osmaniye’ye defnetmişler. Onu ararken kimsesizler mezarlığına gittim. Yaşadığım herhalde en korkunç anlar da benim için oradaydı.
◊ Ne yaşadın?
Olay yeri inceleme ekibi bir çadır kurmuş. Kimsesizler mezarlığına defnedilen, yüzü tanınır halde olanların fotoğrafları çekilmiş ya da kimliklerine ulaşılabilmişse o görseller konulmuş. Bilgisayarın başına oturuyor, yakınınız var mı diye bakıyorsunuz. Düğmeye bastıkça “Bu da mı, bu da mı” diyorsunuz. O duyguyu unutamıyorum. Bütün gençliğim, çocukluğum, bir sürü çok iyi arkadaşım...
◊ Bu gördüklerin, yaşadıkların sana neler öğretti?
Para ve konfor hiçbir şey değil. Abim Mehmet 35 yıl TIR şoförlüğü yaptı. Niye? Ev sahibi olabilmek için. 35 sene boyunca mezarı için çalışmış. Eğer biz öğrenemediysek daha da bir şeye gerek yok, sahip olduklarımızın esiri olmamalıyız, onların kölesi olursak onların altında kalabilme ihtimalini doğa bize çok sert gösterdi. Dayanışma halinde olup hiçbirimizin imtiyazlı olmadığını anlamalıyız.
◊ ‘Yargı’ dizisi üç yılda sana neler kattı?
‘Yargı’ya büyük minnet duyuyorum. Hayatın öre öre bize getirdiği her şeyi doğru okuduğumuzda, yapmayı arzu ettiğimiz şeyi daha kolay yapabilir hale geliyormuşuz. Mesela ‘Afara: Bir Arabesk Müzikali’ni yapmayı hep istiyordum. ‘Yargı’ henüz satılmamıştı. Ben ‘Afara’nın provasına başlamıştım, Ankara’ya gidip geliyor, arkadaşlarımla çalışıyordum. Senaryoyu okuduğumda da Sema’ya “Eren’i oynamayı çok istiyorum, bunun için menajerimi arayıp ricacı olacağım” dedim. Ankara’dayım o ara, cast yapılmaya başlandı; Kerem (Çatay) ile Ali (Bilgin) Sema’yı aramışlar, “Biz cast’a başladık, bir oyuncumuz tamam” demişler, “Benim niye haberim yok” diye şakalaşmış Sema, “Kendisi Uğur Aslan, kocanız” demişler. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Buradan tek çıkarımım var, alnımı secdeden kaldırmasam yeridir. Şunu da göz ardı etmemek lazım; hep çabadaydık, Sema da öyle, ben de. Hiç vazgeçmedik.
◊ Üç sene boyunca bu kadar sevilen bir işte oldun, çıta o kadar yükseldi ki, bittiğinde olacaklar sana bir tedirginlik veya korku hissi veriyor mu?
Tuhaf bir korkuya da kapılıyorsun. Bu kadar iyi bir şeyin içerisinde olabilecek miyim, aynı zamanda birbirimizi çok seven bir ekibiz, hakikaten yatılı okul gibi benim için.
◊ ‘Yargı’ senin kendi önyargılarından sıyrılmanı sağladı mı?
Şunu net söyleyebilirim; depremden sonra her şeye başka türlü bakıyorum. Anda olmak önemliymiş. Bir de ben insanları zaten çok seviyordum, yine yaşadığım trajediden sonra anladım ki, insanları gerçekten çok seviyormuşum.
◊ ‘Afara: Bir Arabesk Müzikali’ de devam ediyor...
Evet, benim bireysel hikâyem üzerinden ilerliyor. Demin sohbetini yaptığımız konuların da içinde olduğu, hayat gibi bir müzikal... İnsanlara çok da birbirimizden farkımızın olmadığını anlatmaya çalışıyorum.