Güncelleme Tarihi:
Songül Öden’le son görüşmemizin üzerinden bir yıl geçti. ‘Oğlum’ dizisi için seti olmadığı bir gün buluşuyoruz. Kıvır kıvır saçları ve yüzündeki tatlı gülümsemesiyle adeta parlıyor. Onu tanıdıkça ne kadar eğlenceli olduğunu da görüyorsunuz. Hep fit, hep formunda... Güzel ve seksi... Ama bu sıfatlarla anılmak istemiyor, “Utangacım ben, bu benim açılmış halim Hakan” diyor. Onunla aşktan işe, geçmişten günümüze uzanıyoruz.
Çok ünlüsün ama sanki şöhretle aranda hep bir mesafe var. Dönüp baktığında “Keşke star’lığın o çılgınlıklarını ben de yaşasaydım” dediğin olmuyor mu?
Zaten mesleğim rol yapmak, neden normal hayatta da rol yapayım, çok yorucu olmaz mı? Ben hayatı hep hissettiğim gibi yaşadım, buyum. Hesaplı deliliklerim de olmadı. İçimden nasıl geliyorsa öyle davrandım. Zaten olmadığım biri gibi de görünemem. Bu sebeple hayatım hiçbir zaman proje olmadı. İsim olarak proje dediğimiz ‘sosyal sorumluluk projeleri’ bile benim için kalbimin içinde yeşeren şeylerdi. İnanmadığım, istemediğim hiçbir işin parçası olamam.
İşlerin dışında çok konuşmuyorsun. Oturaklı bir tavrın var. Seni hiç tanımayan birine kendini üç kelimeyle nasıl anlatırsın?
Şeffafım. Arkadaşlarım gizli komik olduğumu söylüyor; o kadar gizliyim ki kimse bilmiyor (gülüyor). Ve çalışkanım.
Kötü özelliklerden de bahsedelim. Kendinde neyi değiştirmek isterdin?
İnsanım tabii, benim de kötü yanlarım oluyor. Mesela bazen empatinin içinde çok kalıyorum. Doz aşımı oluyor, onu değiştirmek isterdim.
Hep çok hanımefendi duruyorsun...
Sinirim de sinirdir benim bu arada Hakan (gülüyor).
Seni ne sinirlendirir?
Adalet duygumun zedelenmesi. Bu kişisel ve iş ilişkilerinde de geçerli.
Şu sıralar mutlu musun?
Koskoca bir çağ değişti ve bunu anlamlandırmaya çalışıyoruz. Kafalar karışık. COVID-19 hastalık mı yeni dünya düzeninin savaşma biçimi mi? Aşı gerekli mi düzmece mi? Kıtlık olacak varsayımı, dünyada susuzluk olacak endişesi, küresel ısınma... Mutsuz olmak için öyle çok başlık var ki. Bu kadar negatif bir kompozisyonun içinde ‘Mutluyum’ demek için kafama huni takmış olmam gerek. Ama kendi küçük dünyamda mutluyum, buna gayret ediyorum.
İNSAN SEVERİM AMA SORGULARIM
Neleri kafaya takıyorsun şu sıralar?
Artık geleceğe dair çok hayal kuramadığımı fark ediyorum. Çünkü yarınla ilgili olan her kompozisyon bambaşka bir şeye dönüşüyor. Kadınlar ve çocuklarla ilgili yıllardır çalışıyorum ama şu sıralar beni en çok kaygılandıran hayvanlarla ilgili konular. O kadar gündemimde ve kalbimin içinde ki... ‘Oğlum’ dizisi için uzak yerlerde çekimler yapıyoruz. Ormanlık alanlarda cins köpekler görüyorum. Onların sahipsizlikleri, korkmuş halleri ve kimsesizlikleri bana çok dokunuyor. O bencilliği fark edince de kendini güvensiz hissediyor, insandan uzaklaşıyorsun.
İnsan sever misin?
İnsan severim. Ama sorgularım. Kayıtsız ve empatik olmayan insanı ayırırım. Savaşa, kadına, çocuğa, hayvana şiddete karşı duyarsız olan, onları sıradanlaştıran her türlü söyleme ve ayrımcılığa karşı sevgisizim.
UTANGACIM BEN, BU BENİM AÇILMIŞ HALİM HAKAN!
Çok güzel bir kadınsın. Kariyerinde neden hiç güzellikten ‘yürümedin’?
Bilmiyorum. Geçenlerde bir arkadaşım da buna benzer bir şey söyledi. ‘Lâl Hayal’ oyununda yedi farklı kadın karakteri canlandırıyorum, “Ben eğer güzel görünme kısmını çok önemseseydim bir de prenses gibi çok güzel bir kadın koyar, onu oynardım” dedim. Beni, oynayacağım karakterin derinliği daha çok enterese ediyor. Şekli değil, içeriği kıymetli olan.
Sadece roller için demedim ama özelinde de bunu çok vurgulamıyorsun sanki...
Utangacım ben. O konuda köşeli olabilirim. Bu benim açılmış halim, Hakan! Lisede, üniversitede görsen, çok çok daha utangaçtım (gülüyor).
2004’te ‘Gümüş’ dizisiyle seni tanıdık. 18 sene geçti. Oyunculuğu senden alsak geriye ne kalır?
Oyunculuğu benden çekip alsan çıplak kalmam, Songül kalmaya devam ederim. Mesleğimi çok seviyorum, üzerinde çok büyük emeğim var ama oyunculuk yapmasam da ölmezdim. Çünkü oyunculuk benim bir şeyleri söylemek için izlediğim ve çok severek çıktığım bir yol. Oyuncu olmasaydım da dert edindiklerimi, söylemek istediklerimi muhtemelen yine sanat yoluyla anlatmaya çalışırdım.
Sinema, tiyatro, dizi... Oyunculuğun her alanında varsın. Kimileri dizileri oyunculuk alanı olarak görmüyor. Sence?
Dizi yapmak da oyunculuk. Bunları birbirinden ayıran şeyler, teknik meseleler. Mesela dizi için 120 sayfayı 7 günde yorumlamakla bir film için 120 sayfayı 3 ayda yorumlamak başka bir şey. Sen yine elinden geleni yapıyorsun ama dizide zamanla yarıştığın için hiçbir şey olması gerektiği gibi değil, eksik ya da abartılı şeyler olabiliyor.
Bunca zaman içinde ekranda yapmaktan en keyif aldığın iş neydi?
‘Umutsuz Ev Kadınları’nda eğleniyordum. O karakterle vedalaşırken de çok üzülmüştüm.
ANLAR YAŞANMADAN MÜHÜRLENİYOR
‘Oğlum’ dizisi Show TV’de başladı. Seni Zeynep karakterinde izliyoruz. Senin gözünden anlatır mısın, nasıl bir kadını canlandırıyorsun?
Çok iyi bir insan ama iyi insan olmak yetmiyor. Özellikle Zeynep’in anneliği üzerinden şunu diyebilirim; çocuğuna her şeyi vermeye çalışabilirsin ama bunun içinde farkındalık yoksa, eğer karşındakini görmüyorsan, ihtiyaçlarını daha ezber bir yerden algılıyorsan o iyilik kötülüğe sebep olabilir. Zeynep sebep olduğu şeyleri fark ettikten sonra büyüyor, oğluyla aynı anda olgunlaşıyor. Ve hayat onun başına yıkıldığı gün, o aslında zaten bir yıkıntının altında olduğunu fark ediyor.
Zeynep’in oğlu cinayetle suçlanıyor. Sen anne olsan, oğlunu ne olursa olsun savunur muydun yoksa karşısında mı dururdun?
Genelde cinayet işleyen insanların ailelerinin çocuklarını koruyup olayı örtbas etmek üzerine bir refleks geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Doğal olarak da biz orayı yekpare görüyoruz, hepsi katil gibi... O eve de ateş düşüyor oysa. “O bunu niye yapıyor? Çevresindeki insanlar ona nasıl davranmış? Sistem ya da aile yapısı onun bunu yapmasına ne kadar kapı açmış” gibi şeylere ilk defa odaklandım. Benim için de çok ilginç bir deneyim. Ben aynı durumda kalsaydım ne yapardım? Bir çırpıda cevap vermek çok zor. Benim çocuğum hasta mı yoksa katil mi? Önce bunu ayrıştırmaya çalışırdım. ‘Bunu tekrar yapabilir’ düşüncesi beni kahrederdi ve ona engel olabilmek için ne gerekiyorsa yapardım. Hadi onu korudum diyelim, ya tekrarlarsa... Üstelik vicdanın var, onun üstünü nasıl örteceksin, karşı tarafın yaralarına nasıl kör, dilsiz, sağır kalacaksın. Bıçak sırtı bir konu.
Dizide bir tarafta maddi gücü düşük ama mutlu, diğer taraftaysa güzel bir ev, kariyerli anne-baba ama iç dünyalarında mutsuz bir aile var... Parayla saadet olmuyor mu?
Parayla asla saadet olmaz. Emekle kazanıyorsan çok kıymetli. Benim param da aileden gelmedi, hep emekle kazanıldı. Dolayısıyla çok kıymet biçerim kazandığım paraya ama araç olduğunu da bilirim.
Peki, bu sahte mutluluklara, karton dünyalara ne diyorsun?
Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Özellikle sosyal medyada. Mesela insanlar ‘Kahvaltıdan bir kesit’ deyip story paylaşıyorlar. Neden? Ya da çok mutlu görünüyorsun ama öyle değil. Yalancı bir makyaj hali. Mehmet Aslantuğ’un ‘Mutlu anları mühürlemek’ diye çok sevdiğim bir lafı var. Şimdilerde anlar yaşanmadan mühürleniyor. Ama duygusal hafızada asla yerini bulamıyor...
Aldatılan bir karakteri canlandırıyorsun. Özellikle son dönemde dizilerde aldatma konusu başrolde. Neden bu kadar gündemimizde bu konu?
Aidiyet duygusu zayıfladı. İlişkileri büyüten nedir? O anın içinde kalmak, orada kalmak için sebepler yaratmak. Ama artık anda kalınmıyor. Zıng zıng telefon çalıyor, mail geliyor... Bir de herkes zamanı kaçırma duygusuyla yaşıyor. Ya daha iyi bir parti varsa... Ya daha iyisi, daha güzeli, daha zengini varsa... Bunun sonu yok. O yüzden herkes mutsuz. İncelikli bir sanat eserini sanat eseri yapan şeylerden biri, biricik olması, işçiliği ve bunların yanı sıra zamana kalması. Zamana kalmıyor bir sürü şey. Her şey acele. Yarışma programları gibi.
Sen hiç, birini aldattın ya da aldatıldın mı?
Aldatıldım mı bilmiyorum. Ama net söyleyebilirim, aldatmadım. Aldatma çok kırıcı. İnsanlar ayrılma cesaretini gösteremedikleri, o konforlu alanlarını devam ettirmek istedikleri için aldatıyor. Bunu ikiyüzlü buluyorum.
‘Lâl Hayal’ oyunun kadına şiddeti de ele alıyor. Kadın hakları konusunda umutlu musun?
Hiç değilim.
Neden?
Çünkü farkındalık artarsa, dışardaki söylem değişirse dünya değişir. Ama dışarısı hâlâ küfür kıyamet. Hâlâ kadına kefen biçiliyor. Çıkan yasalar yeterli değil. O yüzden bu konuda çalışmaya ve kız kardeşlerime yardım etmeye devam edeceğim.
Dünyada kadın oyuncuların erkeklerle hak eşitliği konuşuluyor. Sen bunu kendi adına sağladın mı?
Emeğime sahip çıkıyorum. Buraya ilmek ilmek gelmişken orası benim alanım ve hakkım, neden dünyadaki ilkel bir eşitsizliğe teslim edeyim.
DAĞILMIŞ BİR AİLENİN ÇOCUĞUYUM
Dizide mutsuz bir ailenin etkilediği bir çocuğu görüyoruz. Sence ailenin çocuk üzerindeki etkisi nedir?
Evine bir çiçek alıyorsun, oturma odasına koyuyorsun, o ışığı beğenmiyor, ölecek. Sonra çiçekten anlayan biri geliyor, “Bunu salona koyalım, şu suyu verelim” diyor ve çiçek coşuyor. Çocuk dediğin şey de canlı. Sen ne kadar ışık verirsen, ne kadar anlamaya çalışırsan o kadar önemli. Sevgi vermediğin her şey hasta oluyor. İnsanın özünde de sevgi var, insan buna muhtaç.
Senin ailenle ilişkin nasıldı?
Ben dağılmış bir ailenin çocuğuyum. Anne ve babam ayrıydı. Bunun olumlu ve olumsuz taraflarını da tabii çok yaşadım.
Sen annenle kalıyor ve onunla büyüyorsun...
Evet.
Babasız olarak büyümek seni nasıl etkiledi?
Bu durum bir kız çocuğunun bütün ilişkilerini etkiliyor. Bir abim vardı ama bizden büyüktü. Ben savaşçı bir anne tarafından ve beş kız kardeşle büyüdüm. Her şeyi bölüşmeyi öğreniyorsun; kıyafeti, kitabı, kederi, neşeyi... Arkadaşlık ilişkilerimde paylaşımcı olmak ve sırdaşlık edebilme özelliğimi böyle bir evde büyüdüğüm için edinmiş olabilirim. Erken büyüyorsunuz, empati yeteneğiniz, bir başkasının derdini, farklılığını anlama kabiliyetiniz gelişiyor. Bence büyüdüğüm ortam sanata yönelmeme sebebiyet verdi.
Babanı hiç gördün mü?
Evet, ama uzaktı bizden. Sonuç itibariyle babanın çaya kaç şeker attığını bilmiyorsun. İyi bir adam, çevresinde sevilen, sayılan biriydi ama ilgili bir baba değildi. Onu da zaman içinde anlamlandırıyorsun, sindiriyorsun.
Annen çalışıyor muydu?
Hayır, babam maddi ihtiyaçları asgari müşterekte sağladı, annemin ailesi de yardım etti. Bizler de çok çabuk hayata atıldık. Ben liseden sonra hem okudum hem çalıştım.
Hiçbir şey öyle kolay olmadı yani, “Bir dizide oynadı, şöhret oldu” gibi bir prenses hayatın yokmuş...
Hiç prenses hayatı yaşamadım, net.
Bu yaşadıklarının kadın konularındaki hassasiyetinde payı var mı?
Tabii. Adalet duygusu da ondan gelişiyor. O evde yaşamasam belki bu kadar olmazdı.
Bütün bunlar ışığında hayatın bir şarkı olsa ne olurdu?
Bir Sezen Aksu şarkısı olurdum, “Gençliğim, çocukluğum, karşı duruşlarım, umudum, isyanım, neşem” ve bu ülkenin bütün renklerini, farklılıklarını barındıran, köklerimize inen bir ezgi.
AŞKIMIZ SAMİMİ VE ŞEFKATLİ
Bir yıl görüşmedik, nikâh masasına oturdun. Evlilik, hayatını nasıl etkiledi?
Arman’la (Bıçakçı) aslında bu beşinci senemiz. Çok iyi arkadaş olduk. Birbirimize kişilik özelliklerimiz, aile yapımız çok benziyor. Mutlu ve çok huzurluyum.
Evliliğin aşka etkisi ne oluyor?
Hiç olumsuz şekilde etkilemedi. Biz zaten imzayı attıktan sonra hiçbir ritüeli yapmadık, yapamadık. Mesela beni balayına götürmedi hâlâ (gülüyor).
Nasıl bir aşktır sizinki?
Samimi ve şefkatli...
Arman Bey’in mesleği ne?
Aile şirketinde yönetici.
Geçen hafta Sevgililer Günü’ydü. Neler yaptınız?
Çok çalışıyorum son günlerde. O gün yorgun ve rahatsızdım biraz. Arman çiçek yolladı. Evde beraber akşam yemeği yedik. Normal bir geceydi.
Romantik misinizdir?
İlişkimizde romantizm var ama delirmiş gibi değil (gülüyor).