Güncelleme Tarihi:
işleri dışında onu görmek pek mümkün değil. Bu da bizim ilk karşılaşmamız. Etkileyici bir ses tonu var. Gülünce merhametli, babacan ve sıcak, hafif sert bakıncaysa bambaşka biri gibi duruyor ve içinde hepsinden bir parça taşıdığını söylüyor. “Hepimizin içinde bir sürü ben var. Ben de kendi içimdeki benleri keşfedebileceğim bir meslek seçtim en başta” diyen Barış Falay’la başlıyoruz muhabbete.
Muhsin Akgün/MASTÜDYO
◊ Hayatına baktığımda Edremit’te başlayan, Diyarbakır’a uzanan, Ankara ve Kocaelinde durakları olan, ardından tiyatrodan ekrana uzanan bir yolculuk var. Sen geriye baktığında ne görüyorsun?
Edremit’le Diyarbakır arasında Malkara var, yani ülkenin diğer ucu. Memur aile çocuğu olmanın getirileri. Geriye baktığımda değişen ülke ve dünya yapısı içerisinde çabalamaktan vazgeçmeyen, inançları doğrultusunda kendini gerçekleştirmek için emek harcamaktan zevk alan birini görüyorum.
◊ Bu yolculuğun en yorucu kısmı neydi?
Diyarbakır’da başladım belki ilkokula ama ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi hep Ankara’da bitirdim. Türkiye mozaiği bir apartmanda büyüdüm. Üst katta Karadenizli müteahhit, karşı komşumuz bir kimya profesörü, alt katımızda hacı amca… Yargılamazdı kimse birbirini bu kadar. Herkes daha kendi hayatıyla meşguldü.
Bu değişen hız, değişen yapıyla herkes bir başkasının hayatını yaşar hale geldi gibi geliyor bana. Bunun ister istemez hikâyecilik olan mesleğime yansıması da aynı şekilde oldu. Şeklin önemli olduğu, içeriğin önemsizleştirildiği bir yapıya döndü gibi. Bu çok yorucu. Bunun içinde kendin kalabilmek de çok yorucu.
◊ Bu sene 50 yaşına girdin. Hayatı dönemlere bölsek, 20’ler, 30’lar ve 40’lar… Nasıl anlatırsın?
20’lerimde daha isyankâr, daha ‘izm’ciyken; şu an bütün ‘izm’lerin insana aykırı olduğunu düşünüyorum. 50 yaşına geldiğimde enerjimin düşeceğini zannederdim. Öyle olmadı, belki yaptığım sporun ve doğru beslenme şeklinin katkısı var.
◊ Çok başarılı ve ünlü olmana rağmen çok kendi halinde bir tavrın var. Hiç star gibi yaşamayı seçmedin mi?
Star hayatı nasıl yaşanır bilmiyorum. Ben kendi bildiğim, inandığım gibi bir hayat sürüyorum. Bu ‘star hayatı’ kavramını da biraz etiketleme olarak değerlendiriyorum. Bence herkes biriciktir. Herkes tektir ve herkesin kendi seçtiği hayatı yaşama hakkı vardır. Ben kendi inandığım hayatı yaşayarak kendimi özgür hissediyorum. Sanatçı özgür olmalıdır.
◊ Hiç şöhretin, ünlü olmanın büyüsüne kapıldığın olmadı mı?
Hayır, ben görev insanıyım. Her meslek mensubunun yaptığı gibi ben gidip kendi görevimi yapıyorum. Bence herkes görevini gereğiyle yerine getirirse zaten güzel bir ülkeye, güzel bir dünyaya kavuşuruz. Böyle hezeyanlara falan da kapılmayız.
Bence herkes görevini gereğiyle yerine getirirse zaten güzel bir ülkeye, güzel bir dünyaya kavuşuruz.
Sistem sizi alkışlamıyor
◊ ‘Aliye’nin Müco’su... ‘Ezel’in Kerpeten Ali’si... ‘Al Yazmalım’ın Cemşit’i… Canlandırdığın her karakter hafızalara kazındı. Hatta bazen senin adının önüne bile geçti. Sen kendini değil, oynadığın karakteri marka yapmak isteyenlerden misin?
Teşekkür ederim. İltifat olarak alıyorum çünkü aynen ona inanıyorum. Oyunculuk başka biri olma, olabilme sanatıdır bence. Kendinizin hallerini oynayarak kendinizi, isminizi marka yapabilirsiniz ama burada sanattan da oyunculuktan da söz etmek mümkün değil bence. Dolayısıyla benim inandığım yol, mesleğimde başka birileri olabilmeyi başarabilmek.
◊ Günümüzün takipçi ve sosyal medya odaklı dünyasında sence bu ne kadar doğru bir karar oldu?
Evet, farkındayım. Günümüz dünyası içerikle çok fazla ilgilenmiyor. Daha çok başkasının ne giydiği, ne yediği, nereye gittiği, nereyi gezdiğiyle, hep başkalarıyla ilgilenmek ve şekil üzerine kurulu. Bu dünyada mesleğini benim inandığım doğrultuda gerçekleştirebilmenin elbette zorlukları çok çünkü sistem sizi alkışlamıyor. Seyirciyi bunun dışında tutarak söylüyorum.
◊ Bunca yıldır göbeğinde bulunduğun sektörü nasıl anlatırsın? Göründüğü kadar matah mı?
Elbette ki matah... Yıllardır, henüz ortada böyle bir sektör yokken buna inanan yetenekli, çalışkan bir sürü oyuncu, yönetmen, senarist arkadaşımla ve az sayıdaki aydınlık yapımcıyla beraber oluşturduk bu sektörü. Biz küçükken Brezilya dizileri izliyorduk, şimdi dünyanın dört
bir yanına kendi dizilerimizi satıyoruz. Bu çok gurur verici. Ancak gerek çalışma koşulları, gerek dizi süreleri gerekse teliflerimizin alınamayışı, ki dünyada bunun örneği yok, bunlar çok adil gelmiyor. Buraların acilen düzeltilmesi gerek. İnsani de değil, adil de değil, hukuki de değil...
Melez bir adamım
◊ Bir tarafım Boşnak-Girit karışımı, bir tarafım yine Boşnak ve Orta Asya Türkleri’ne kadar uzanan bir köken. Tam bir karışım, melez bir adamım sanıyorum ve bir memur çocuğuyum.
◊ Annem edebiyat öğretmeniydi, babam TRT’de elektrik-elektronik teknisyeniydi. Ablamla beraber dört kişilik bir çekirdek aileye sahiptik.
◊ Esra’yla (Ronabar) 17 yıldır evliyiz. 19 yıldır hayatımda o benim, ben de onun. Ve yıllar geçtikçe daha da enfes bir hal alıyor. İki oyuncunun birlikte olmasının Türkiye şartlarında birçok zorluğu var. Bir kere her iki taraf da dizi oyuncusuysa dizi sürelerinin uzunluğu özlemi getiriyor.
◊ Mavi Rüzgâr, 13 yaşında. Ebeveyn olmak galiba bu hayattaki en büyük sorumluluk. Hiçbir zaman da tam olarak ‘en doğruyu, en şahaneyi yaptım’ dedirtmiyor size ama sizi de mükemmel bir şekilde geliştiriyor.
Sosyal medyayı içim almıyor
◊ Bir şeyi değiştirme imkânın olsa bu ne olurdu?
Her anlamdaki ayrımcılığı değiştirmek isterdim.
◊ Hayata ve topluma dair nelerle derdin, sıkıntın var?
Hayat bence bir denge üzerine kurulu olmalı. Bir tarafta gönlümüz, bir tarafta ortak dünya. Bu kaosta dengeyi sanki biraz kaybettik. Fazlaca yargıdayız dünyaca, toplumca. Sosyal medya da bunun biraz göstergesi. O yüzden biraz içim almıyor sosyal medyayı. Bir tarafıyla taraf olmaya zorluyor çünkü, yargı dağıtmaya zorluyor çok matah bir şeymiş gibi. Bunlarla en çok derdim var. Etiketler üzerinden okumakla ilgili derdim var. Yargılamakla ilgili derdim var. Her şeyin bu kadar basit olması çok da insani gelmiyor bana.
◊ Oyuncu sence örnek olması gereken midir?
Oyuncu örnek olması gereken değildir. Kişiler kendileriyle değil, eylemleriyle örnek olmaya çabalamalıdırlar. Dolayısıyla oyuncular da olsa olsa oyunculuklarıyla örnek olabilirler.
Doktora ‘Nasıl beş dakikada tanı koyuyorsunuz’ demek gibi...
◊ Yeni işinde bir imamı canlandırıyorsun. Bu rol sana nasıl geldi?
Bugüne kadar hep kendi jenerasyonum aktörlerin çok da üzerine atlamayacakları rollere ‘tamam’ dedim. Zannetmiyorum kendi jenerasyonumun aktörlerinin Müco, Kerpeten Ali ya da daha 40’lı yaşların başındayken üniversiteli koca koca adamların babası konumundaki Selim Serez’i oynamak isteyeceklerini. Ama ben başka birileri olabilme yolunu seçtim. Bundan zevk alıyorum. Bu anlamda ‘Ömer’de canlandırdığım Reşat da deneyimlemediğim bir alanda duruyordu.
◊ Karakteri çıkarırken nasıl bir hazırlık süreci geçirdin?
Lütfen yanlış anlama ama bu, doktorlara “Beş dakikada nasıl tanı koyuyorsunuz” demek gibi. Dört yıllık lisans eğitimi,
33 yıllık oyunculuk geçmişi, bir senaryonun ve bir karakterin zorunluluklarına
nasıl yaklaşılabileceğinin yolunu biraz daha kısaltıyor. Bunu birkaç cümleye indirebilmem olanaksız.
◊ Neydi seni çeken bu işte?
‘Ömer’deki hikâyenin birleştirici yapısı. Cem Karcı gibi şahane dünyalar kuran bir yönetmenin çekecek olması. OGM Pictures gibi işlerini titizlikle yürüten bir yapım şirketinin önderliğinde çekilecek olması...
◊ Oğlunun âşık olduğu kadın daha önce evlenip boşandığı ve oğlundan yaşça büyük olduğu için çocuğunun ilişkisine karşı çıkan bir babayı canlandırıyorsun. Sen Barış olarak burada hangi tarafta duruyorsun?
Bana “Bu yaşına kadar ne öğrendin” diye sorsalar “Taraf olmanın manası olmadığını öğrendim” derdim. Hele hele çocuğunuzun vermesi gereken bir kararda, benim alanıma girmeyen bir durumda taraf olmak saçma. Dolayısıyla taraf olmayı seçmezdim. Ama tabii ki insan, tırnak içinde, normal olana eğilim gösteriyor. Normal olanın en yakınlarına iyi geleceğini düşünüyor. Bu biraz da bizim kendimizle olan sınavımız sanki. Umarım sevgiyle, huzurla aşabileceğimiz sınavlarımız olsun.
◊ Sence aşk engel tanır mı?
Hayır, aşk engel tanımaz. Aşk engel tanıyorsa o aşk değildir.
◊ Hikâyede birbirini tanımasa da herkesin birbiri hakkında bir fikri ve önyargısı olduğunu da görüyoruz. Senin bununla ilgili fikrin nedir? Gerçekten bir önyargı çağında mı yaşıyoruz?
Evet, önyargılar çağında yaşıyoruz hatta yargı dağıtmanın moda olduğu bir dönemden geçiyoruz. Çünkü etiketler üzerinden okuyoruz her şeyi ve bu etiketler üzerinden okumak çok kolay. Bu kolaylığa fazlaca kaptırdık kendimizi, umarım bir an önce bu yargılardan kurtulup aslında her türlü sorunun cevabının kendi içimizde olduğunu kavrarız.
Jön de oynamak isterdim
◊ Sevinç Erbulak’ın geçen hafta bir paylaşımı oldu,“Dudakları pörtlemiş, alnı kırışmayan, cam suratlı oyuncuların Gökçe Bahadır’dan, poz kesmeden oynayamayan erkek oyuncuların Selahattin Paşalı’dan öğreneceği çok şey var” dedi. Gerçekten cam suratlı kadın ve poz kesen erkek oyuncuların ağırlıklı olduğu bir dünyada mıyız?
Türkiye’de sistemin kadın ve erkek oyuncuya belli dayatmaları var. Kadından, evet, cam gibi bir suratla dediğiniz gibi bir güzellik algısı beklenirken, erkeklerden de maço, tırnak içinde, büyük kaslara sahip bir yapı bekleniyor. Sonra da ‘niye böyleler’ diye dayak atmaya kalkıyoruz kadın ve erkek oyunculara. Burada kişiler değil, sistemin bu dayatması tartışmaya açılabilir, açılmalıdır da. Çünkü bu algı sadece Türkiye’de kaldı ne yazık ki. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir algı yok. Hikâyecilikte kimse bu kadar dış görüntüyle ilgilenmiyor. Bence de bundan bir an önce kurtulunmalı.
◊ Sen de genç oyuncuların aynı kalıptan çıkmış gibi göründüklerini düşünüyor musun?
Ben gençlere sonuna kadar inanıyorum. Onların sistemin çarklarına kendilerini kaptırmayacaklarına
iinanıyorum. Onların o açık zihinlerinin bu basmakalıp yapıyı kıracağını düşünüyorum. Sosyal medya bu anlattığınız yapıyı tamamen destekliyor. Hep güzel, şahane, mutlu görünme zorunluluğu varmış gibi bir dayatmayla karşı karşıya gençlik. Bundan mustaripler, farkındayım. Onların bu dayatmalara direnebilmelerini umuyorum.
◊ Oyunculuğun adeta modellik gibi bir fizik ve güzellik yarışına dönmesi
ne hissettiriyor?
Oyuncu oynadıkça güzelleşen bir varlıktır. O yüzden oyuncunun güzeli, çirkini, yakışıklısı, tipsizi falan olmaz. Gayet sıradan, silik bir tipken oyununuzla dünya güzeli hale gelebilirsiniz. Sanatın, hikâyeciliğin güzelliği de buradadır.
◊ Seni hep karakter rollerde izledik. Aslında hep de yakışıklı bir adamdın. Hiç jön olmak istemedin mi?
Tabii ki yakışıklı jön de oynamak isterdim ama ne diyeyim, sektörün
ayıbı ve kaybı...