Güncelleme Tarihi:
Özge Özpirinçci ile daha önce rol aldığı projeler kapsamında toplu röportajlar yapmıştım. Bu ilk baş başa buluşup uzun uzun sohbet edişimiz. Yeni dizisinin çekimlerinin olmadığı bir gün buluşuyoruz. Karşımda rahat, doğal, cesur ve bütün şöhretine rağmen egosuz bir kadın var. Aynı zamanda çok güzel ve bunu filtrelere ya da büyük makyaj oyunlarına borçlu değil. Ona soracak çok soru var, başlıyoruz muhabbete.
- 2009’da ilk projenle hayatımıza giriyorsun. Neredeyse 15 sene geçmiş. Geçen yılların özeti neydi?
Her projeden iyisiyle, kötüsüyle, başarısı ve başarısızlığıyla bir şeyler ceplerime doldurup yoluma devam ettim. Hep farklı karakterler oynamaya çalıştım. Çünkü sektör bizleri bir kategoriye koymak istiyor. Bunun dışında arkadaşlıklarım, evliliğim, büyümem hepsi aslında insanların gözü önünde oldu.
- Zor muydu peki göz önünde büyümek?
Sosyal hayatımın belli dinamiklerinin değiştiği dönemlerde bunun zorluğunu yaşadım ama destek sistemim o kadar güzeldi ki. Kendimi hep güvende hissettim. Bir de yetiştirilme tarzımdan dolayı bir tık özgüveni yüksek bir tipim galiba. Bir isyanım varsa, o isyanımı sesli bir şekilde görür, duyarsınız. Tepki göstermekten korkan biri de hiçbir zaman olmadım, hâlâ değilim. Ve büyüdükçe şunu öğreniyorsun, iyi veya kötü her şey geçici. O yüzden sürecin içinden geçerken öğrendiklerine odaklanmak daha kıymetli.
- Yaralı kadınları canlandırıyorsun. Senin yaraların var mıydı?
37 yaşındayım. Kendimle uğraşmaya son 5 yılda başlayabildim.
- Niye o kadar geç kaldın?
Hep sıkıntılı durumlara pozitif tarafından bakmaya meyilli olmam yönünde büyütüldüm. Kısa vadede bu kurtarıcıydı, fakat uzun vadede yaşadığım bütün sıkıntıları hep içime attığımı anladım. Şimdi negatif duygularımla tanışıyorum. Bunda terapinin ve kendini tanımaya başlamak istemenin etkisi büyük.
- Hayattaki en büyük meydan okuman ne oldu?
Ben sisteme hep meydan okuyacağım, her zaman asi olacağım. Çok sevdiğim bir söz var; “Kendinizden şüphe duymanızdan fayda sağlayan bir toplumda kendinizi sevmek en büyük meydan okumadır.” Benim zaten en büyük meydan okumam kendimi olduğum gibi sevmem ve kabul etmemdi.
- Başın sağ olsun, babanı çok kısa süre önce kaybettin. Nasıl bir figürdü baban hayatında?
Babam benim eğlencem ve öğretmenimdi. Olduğum insanın en büyük mimarlarından biriydi. Kaybı birçok insanı üzdü. Çok kıymetli bir insandı, onu anmadığım bir anım bile yok.
- 90’larda Bağdat Caddesinde büyümüşsün. Akla tiki, şık giyimli kızlar geliyor. Öyle biri miydin?
Hayatımın hiçbir döneminde öyle biri olmadım. Ben Caddebostan Sahil tayfasıydım, gri eşofmanı bir hafta boyunca giyen, yırtık Converse ve tişörtleriyle gezen tiptim.
- Hukuk fakültesi’ni kazanmışsın ama ailenin yönlendirmesiyle Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri’nde okumuşsun. Peki oyunculuk neredeydi?
Benden yedi yaş büyük bir abim var, bir sinema manyağı, sinefildir. Babam Emre’ye bir el kamerası almıştı, onunla sürekli film çekerdi. “Şurada otur, şunu yap” falan der, senaryolar yazardı. Orada başladı her şey. Salih Bademci’nin ‘Altın Kelebek’ aldığında yaptığı konuşma da tam olarak oydu aslında. Ben de çocukken oynadığım oyunu oynamaya devam ediyorum. Konservatuvara gitmek istediğimi babama söylediğimde de “Ne gerek var” demişti. Diplomamı alınca babama verip sete gittim, hobi sandı. Baktı ki sürekliliği için elimden geleni yapıyorum, o zaman beni ciddiye almaya başlamıştı.
EVLİLİĞİMİZ BİRAZ EĞLENCELİ OLDU, BEN YEDİ AYLIK HAMİLEYDİM
- Burak (Yamantürk) ile 10 senedir birliktesiniz. İki senedir de evlisiniz...
18 Eylül’de evlendik, iki seneyi geçti, Mercan’a hamileydim işte.
- Klişeler vardır, aşk evlenip çocuk sahibi olunca şekil değiştirir derler. Sizin nasıl oldu?
Bizde kronoloji çok farklı ilerledi. Hatta Burak “Beybi tamam anladık asisin ama bir noktada şu imzayı atmamız, evlenmemiz gerekiyor” dedi. Sonra düşündüm, Allah korusun bana ya da Burak’a bir şey olsa yoğun bakıma giremeyeceğim çünkü akrabası değilim. Bir çocuğumuz var ve çocuğumun iyiliğini düşünmek zorundaydım. Yani evliliğimiz biraz eğlenceli oldu, ben yedi aylık hamileydim.
- Kısacası imzaya takılanlardan değilsin...
Ne imzası, biz o imzayı birbirimizi gördüğümüz an attık. Ben onun güzel gözlerini gördüğüm an imzayı attım zaten Hakan.
- Neydi Burak’ta seni çarpan?
Burak’ın gözünden iyilik akıyordu. Bana güven hissi verdi. Kıyamet kopsa ‘Ben bu adamın yanında iyiyim’ hissini veriyor bana. Hangi zorluktan geçsek el ele tutuştuğumuzda bize hiçbir şey olmaz gibi hissediyorum.
- Mercan 2 yaşına girdi. İlk “Anneyim” dediğin anı hatırlıyor musun?
Kucağıma ilk verdikleri an, memeye yapıştı, o sütün akışını hissettim, dünyanın en güzel hissiydi. Buradan yeni doğum yapmış annelere kucak dolusu sevgiler, şefkatler. İlk iki hafta hormonlar o kadar manyaktı ki anlatamam. Ve o yüksek mutluluk hissi. Burak’la Yeniköy’de yürürken “Şu anda herkesin durup bir anda dans etmeye başlaması, Mercan’ın doğumunu kutlaması gerekiyormuş gibi geliyor ama kimsede heyecan görmüyorum” diyordum. Ve gerçekten daha ne kadar sevebilirim diye düşünüyorsun.
- Hani kızınızın adı Üzüm olacaktı...
İçimizde ukde oldu diyelim. Ama Mercan adı da cuk oldu.
ŞİMDİ KENDİMİ EKONOMİK KULLANMAM GEREKTİĞİNİ BİLİYORUM
- Yeni işindeki karakterin ‘Karsu’ nasıl biri?
Fragmanlardan sanki bir kayıp çocuk hikâyesiymiş gibi geliyor ama o yazarlarımızın birinci bölümün finalinde toparladıkları bir durum. Biz dizide kayıp çocuğunun yasını tutan bir anneyi değil, çocuğuna kavuşan annenin yaşadığı sıkıntıyı ve çocuğunun kaybından sorumlu tuttuğu annesiyle tekrar birleşmek zorunda olmasını göreceğiz. Bir anne-kız ilişkisi...
- Seni ikna eden neydi bu işe?
Aslında O3 ile dijital bir proje için anlaştık. Sonra bir gün Saner Bey (Ayar) menajerim Aslı’yı (Kızmaz) aradı ve bir proje daha olduğunu söyledi. ‘Sandık Kokusu’nun senaryosunu okuduğum an benim için doğru proje olduğuna emin oldum. Anaakım izleyicisinin beni görmek isteyeceği bir hikâyede, harika bir ekiple çalışmak en çok istediğim şeydi.
- Hem anneyi hem annesiyle sorunları olan bir kızı canlandırıyorsun. Anne mi yoksa çocuk mu olmak daha keyifli?
Anneyi oynamak daha zor. Çünkü çocukken daha pervasızsın. Kaç yaşında olursan ol o anne, sen çocuksun.
- Demet Akbağ ile çalışmak nasıl?
Hayalim gerçekleşti. ‘Bir Demet Tiyatro’yu ve Demet Akbağ’ın orada oynadığı sayısız karakteri izleyerek büyüdüm. Hayran hayran izlerken yeri geldiğinde gözümü dolduran, yeri geldiğinde beni güldüren bir kadınla göz göze oynamak muhteşem bir duygu. Çok heyecanlı ve mutluyum.
- Daha önce de anneyi oynadın ama bu defa gerçekten annesin. Bu durum oynarken duygularını değiştiren bir şey mi?
Önceki işimde ‘Bahar’ karakterini oynarken etimi, kemiğimi, ruhumu, aklımı, her şeyimi verdim o role. Çok da mutlu ve tatmin oldum. Şimdi Karsu’yu canlandırırken “Her şeyim senin” yapamıyorum çünkü bunun bir maraton olduğunu ve kendimi ekonomik kullanmam gerektiğini artık biliyorum. Artık evde beni bekleyen bir kızım var ve onunla kaliteli vakit geçirmek zorundayım. Bir de mesela setteyken Mercan’ın evde ateşi var, hasta, bunlar olabiliyor... ‘Ben sette yine o konsantrasyonu sağlayıp o meditasyona girebilecek miyim’ diyordum ve yapabildim. Bu benim için çok önemli bir parametreydi.
KADINLAR GÜÇLENİYOR, BU OYUN DEĞİŞECEK
- Sence sanatçı ya da oyuncu örnek olması gereken midir?
Bence sanatçı topluma örnek olmamalı, toplumun aykırısı olmalı. Sorgulatmalı, düşündürtmeli... Ben kendime sanatçı diyemiyorum henüz. Çünkü yazılan bir senaryoyu doğru ekiple birlikte canlandırıyorum. Belki bir gün bir şey yazarız, bunu çeker, üretiriz, o zaman bu titri kabul edebilirim. Ama asıl sanatçılara baktığınız zaman toplumu hep sorgulatan insanlar olmuşlar.
- Sosyal medyadan bir şey paylaşırken bunu özgürce, düşünmeden yapabiliyor musun?
Eskiden çok daha özgürdüm. Fakat bir dönemden sonra aportta bekleyen ve sizi linç etmeye, hedef göstermeye hazır, tamamen altyapısız bir kitlenin olduğunu görünce artık bunu yapmamaya karar verdim. Ya da bazı şeyleri söyleme şeklini değiştirdim. Onların anlamayacağı zekâda söylemeye karar verdim. Ama işimi yaparken, karakterlerimi canlandırırken sansür filtremi tamamen kaldırıyorum. O yüzden mesleğimde kendimi çok özgür hissediyorum.
- ‘İlk ve Son’ isimli dizide hamileydin ve sevişme sahnelerin vardı...
Evet, üç aylık hamile başladım çekime,
beş aylıkken bitti. Onun için de ayrı linçlendim.
- Bu sahnelerin hep kadın üzerinden konuşulup linçlenmesine ne diyorsun?
Bu muhtemelen varoluşa kadar gidebilen bir şey. Kadın bedeni ve erkek bedeni, görevleri, yaradılış sebepleri bambaşka. Mesela meme Afrika kabilesinde çok normal bir şeyken, bizde memenizin ucu gözüktüğü için linç edilebiliyorsunuz. Ama kadınlar güçlenmeye devam ediyor, edeceğiz. Kadınlar birazcık oyunu değiştirmeye devam ettikçe bu oyun değişecek.
“ÖZGE ABLA ASKERDEYİM, LÜTFEN ÇIPLAK FOTOĞRAF ATAR MISIN?”
- Ne kadar sosyal medya insanısın?
Olmam gereken şekilde değilim. Ekibimden de bu konuda baskı görüyorum. Ama ortak bir paydada buluştuk gibi. Çünkü sosyal medya benim oyun alanım, ticari bir kaygım yok.
- Oradaki kusursuz dünyalar seni rahatsız ediyor mu?
Eskiden ediyordu, Instagram’dan önce dergilere bakardık, “Ne kadar güzel kızmış” derdik ama sonra bir yerde karşılaşıyorsun, “Bu mu” diye sinir krizi geçiriyorsun. Olanı olduğu gibi kabul etmek çok büyük bir erdem. Küçük dokunuşlarla potansiyelini en üstede taşıyabilirsin ama bir şeyi olduğundan 180 derece farklı göstermek bana gerçekten dolandırıcılık gibi geliyor.
- Instagram’dan ahlaksız teklif alıyor musun?
Seneler önce almıştım. O çocuk artık çoktan askerliğini bitirmiştir, “Özge Abla askerdeyim, lütfen çıplak fotoğraf atar mısın” demişti. Yani “Ablacığım bunu gerçekten benden mi istiyorsun” demek istemiştim (gülüyor).
SAÇLARIMI ÜŞENDİĞİMDEN BOYAMIYORDUM
- Özge Özpirinçci olsan da sektörde zorluklar yaşadığın oluyor mu?
E tabii, daha çok yeni oldu. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım, şimdi baktığımda iyi ki yaşamışım diyorum.
- Başka bir proje olacaktı ama olmadı mı?
Aynen öyle, ama ona bile dönüp baktığımda bunun bana bir ders olduğunu görmek beni mutlu ediyor. Evet, o sürecin içinden geçerken çok üzülüyorsun ama sonra diyorsun ki “Bunun da bir sebebi varmış”.
- Ekranın fiziksel beklentileri hakkında ne düşünüyorsun?
Sıkıcı değil mi?
- Sen mesela bir dönem saçlarını boyamadın, değil mi?
Üşendiğimden boyamıyordum. Benim kendimden fiziksel beklentim, oynayacağım karaktere bağlı. Çok şık, bakımlı, iki dirhem bir çekirdek görünmesi gereken bir karakteri canlandırıyorsam saçımı da boyatırım, botoksumu da yaptırırım, sporuma da giderim. Ama oynadığım karakter önceki işim ‘Kadın’daki Bahar gibiyse o gün yüzüme krem bile sürmem. Bunlar dışında benim Özge Özpirinçci olarak sokakta, AVM’de nasıl göründüğüm kimseyi ilgilendirmez. Çünkü orada kendimim, belki evden son anda çıktım... Ama o gün nasıl bir gün geçirdiğinizi hiç bilmeden cımbızlandığınız bir anda hep çok iyi görünmenizi istiyorlar.
- Tabii belki markete gidiyorsun...
Ben pijamayla bakkala giden biriyim, bunu yapmaya da devam edeceğim. Kendimi o şekilde özgür ve sıradan hissediyorum. Bu özgürlüğümden vazgeçmek istemiyorum, yoksa kendimi kapana kısılmış hissederim.