Güncelleme Tarihi:
Kayınpederim, sıkı bir doğa yürüyüşçüsü ve avcıydı. Her hafta sonu tüfeğini, köpeklerini alır, ava çıkardı. Dönüşünde çantasında mutlaka bir şeyler olurdu: Çulluk, bıldırcın, üveyik... Seyrek de olsa, çantadan keklik çıktığını da görmüştüm.
Kayınvalidem bıldırcınları yolar, temizler, önce bir güzel haşlar, suyuna pilav yapar, haşlanmış bıldırcınları tereyağında kızartıp, pilavın üstüne dizerdi. O yemeğin lezzetini anlatmakta hep yetersiz kalırım!
Damağınız bir kere av etiyle tanışmayagörsün, ondan sonra bu lezzetli etlerin peşinde koşturup duruyorsunuz.
LYON USULÜ TAVŞAN
Priscilla Mary Işın’ın bir çalışmasında adı geçen Muradja d’Ohsson adlı gezgin, şeriata göre av hayvanlarının nasıl öldürülmesi gerektiğini anlattıktan sonra, Türklerin neden av etine pek düşkün olmadıklarını şöyle açıklıyor: “Müslüman av etini az yer. Bu, onların av etlerini sevmediğinden değil, usulüne göre avlanmamış haram eti yemek endişesinden kaynaklanır. Üstelik içlerinden pek çoğu da hayvanlara karşı fazla şefkatlidir, öldürmeye kıyamazlar.”
ÇEVİRMESİ YAPILIYOR
Fransa Kralı XIII. Louis’nin tarihçisi Michel Baudier, Osmanlı sarayına her gün yüz çift av kuşu satın alındığını öne sürüyor. III. Murat’ın hekimi Hierosolimitano Domenico da Divan görevlileri için hazırlanan yemeklerde av kuşlarının bulunduğunu yazıyor ve kuşları şöyle sıralıyor: Keklik, bıldırcın, sülün, çulluk, kaz, ördek, ispinoz, üveyik, sığırcık, yelve, çil kuşu, karatavuk ve toykuşu.
O dönemde av kuşlarının daha çok çevirmesi veya kebabı yapılıyor. Özellikle küçük kuşlar, ızgarada kızartıldıktan sonra pilavla birlikte yeniliyor.
Mutfak geçmişimizde av hayvanlarının durumu özetle böyle.