Güncelleme Tarihi:
Kızım Leyla Olivia doğduğunda Hürriyet Pazar’a ‘50 yaşından sonra baba olma hali’ üzerine bir yazı yazmış, yazının bir yerinde şöyle demiştim; “...kulağına doğru eğilip usulca ilk öğüdümü verdim: Kızım, doktor ol! Bu ‘doktor bahsi’ uzun, bu da başka bir yazıya kalsın.”
İşte o yazı, ne yazık ki bu yazı!
Büyükler beceremedikleri işlerin üstesinden çocuklarının gelmesini istermiş ya, benimki öyle olmadı. Hayatımın hiçbir evresinde doktor olmayı düşünmedim. Hoş düşünsem bile olabilir miydim, o da ayrı bahis! Bundan 14 ay önce bizim ‘tombul teneke’ye öğüt verirken açıkça birinin etkisi altındaydım. ‘Gürbüz Abi’nin! Evliliğim sayesinde hayatıma giren muazzamlıklardan biri de Doktor Gürbüz Barlas oldu.
Çevresindeki çoğu insan ‘Gürbüz Amca’ diye seslendirdi ya ben nedense ona ‘amca’lığı bir türlü oturtamadım. Akran bulduğumdan mı nedir, benim için hep ‘Gürbüz Abi’ oldu.
Adı geçtiğinde tanıdığım doktor arkadaşların hilafsız tamamı üzerlerindeki ‘görünmez ceketlerin’ önünü iliklerdi. Antepli Barlas ailesi aralarındaki doktor üyelerle de bilinir. O ailenin ‘ata’larından biri olan Gürbüz Barlas, Amerika’da gelişimine katkı verdiği ilk yapay böbrek çalışmalarından bu yana aynı zamanda hekimlerin de ‘yol atası’ydı. Biz tanıştığımızda cerrahlığı bırakalı çok olmuştu ama tüm hekimler gibi son anına kadar hep ‘hekim’ kaldı. Öyle ki yürümeye zorlandığı zamanlarında dahi robotik cerrahideki gelişmeleri yerinde gözlemlemek için yeni yetme doktor heyecanıyla saatlerce ameliyathanede kaldığına şahidim. Hatta o ameliyatlardan birinin arasında kendisi için söylenen Antep lahmacununu yan odada nasıl iştahla yediğini gülerek anlatmıştı.
Dengeyi tutturmak her zaman kolay değil
Ömrünü, ‘bin çiçekten bir kovana bal işleyen arı’ misali merak edip öğrenip, uygulayarak geçiren bu adam, çoğu hekim gibi gözünden sakınmayacağı evine, ocağına gerektiği kadar vakit ayıramamıştır, eminim. Böylesi meziyetlerin dilemması da işte bu oluyor; kendi yaşamıyla ‘insan’ arasında kalmak! Seçim yapmadan, ikisiyle birlikte mümkün olan en iyiyi, en doğruyu yaşamak... Örneğin, onca genç hayatın kaybolduğu Amerika’daki bir okul yangınının ardından saatlerce ameliyathanede mücadele edip bir çocuğu hayata döndürmek... Ve daha nice hayatı... Bu öyle herkesin altından kalkacağı türden bir iş değil ve böyle zorlu işlere kalkışınca dengeyi tutturmak da her zaman kolay değil.
Tanısaydınız, evindeki kahverengi yatar koltuğunun çevresini küçük çaplı teknoloji üssüne çevirmiş olan Gürbüz Abi’yi, çoğunlukla tablet, kitap ya da o koca cep telefonundan bir şeyler okurken bulurdunuz. Büyük ihtimal evdeki son kazası da yürürken kolundaki saate gelen haber mesajını okumaya çalışırken gerçekleşti!
O yaşında bile kendisine danışılan konularda muazzam bir takip arzusu vardı. Haberdar olduğu her hastalığın seyriyle hasta ya da hasta yakını kadar ilgilenir, bu işi bazen bıktırıcı bir takibe dönüştürürdü.
Ve bu büyük cerrah, kızıma ilk öğüdümü verme ilhamını aldığım 91 yaşındaki Doktor Gürbüz Barlas, benim Gürbüz Abim, geçen perşembe günü hatrımdan hiç çıkmayacak o güzel gülüşünü de alıp gitti!
Karacaoğlan, “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık” der şiirinde. Ölüm fikrine zamanla belki alışıyor insan ama şu ‘beter ayrılık’ yok mu?
Umarım kızımız Leyla Olivia, Gürbüz Abi’nin ‘yol atalığı’ndaki izleri takip eder ve Behçet Necatigil şiiri bir kez daha gerçek anlamını bulur; “Aranarak yordamlarda bir ara / Yaşarsın / Derken dürülür defter, başkasına gelir sıra / Sen aradan çıkarsın!”