Güncelleme Tarihi:
- Dört-beş yaşlarımda çekilmiş, Mao’nun ‘Küçük Kırmızı Kitap’ını tutarak kameraya gülümsediğim bir fotoğrafım var. O dönem herkes Mao’ya ne kadar itaatkâr olduğunu kanıtlamak için böyle bir kare çektirirdi.
◊ Eşitliği vurgulamak için erkeklerin, kadınların, çocukların tektip giyinmesinin zorunlu tutulduğu bir dönem bu...
- Doğru, herkes aynı kıyafeti giyerdi. Hoş, annem bir keresinde terzi olan büyükannemin elleriyle diktiği; güya burjuva görünen, aslında son derece alay konusu olan bir elbiseyle okula gittiğimi söyler. O da okula farklı bir elbiseyle gittiğim ilk ve son gündür!
◊ Şimdiyse hayatınızı çok görkemli kıyafetler şekillendiriyor...
- Ne kadar ironik değil mi? Çocukken nasıl bir rejim altında yaşadığımızın farkında değildik. Dünyada nelerin yaşandığına dair en ufak bir fikrimiz de yoktu. Ama çocukluğumu hep güneşli hatırlarım. Varlığından haberinin olmadığı bir şeyin yokluğuna ne kadar üzülebilirsin ki? Kişisel ve profesyonel yolculuğum, beni Karl Marx’tan Karl Lagerfeld’e sürükledi. Hayat, komünizmin simgesi sayılan ‘Küçük Kırmızı Kitap’ı elimden aldı, yerine modanın simgesi ‘küçük siyah elbise’yi verdi. Hayatımın özeti bu. ‘Lüks’ün kelime anlamını bile bilmeden yetiştik. Televizyonun varlığından haberdar değildik. Refah belirtisi olarak hayatımızda sadece dört modern icat vardı: Radyo, saat, bisiklet ve buzdolabı. Ama hiçbir zaman kendimizi fakir hissetmedik. Çünkü tersi nasıl yaşanır, bir fikrimiz yoktu.
◊ Acımasızlığıyla bilinen bir moda sahnesinden bahsediyoruz. Nasıl uyum sağladınız?
- Şanslıyım, son derece güçlü kadınların dominant olduğu bir aileden geliyorum. Annem sağlam bir akademik kariyerimin olması için epey itti beni. Böylece Çin’in Oxford’u olarak bilinen Peking Üniversitesi’ni kazandım. Hem hukuk hem İngiliz edebiyatı okudum. Üniversite yıllarımda Çin dış dünyaya kapılarını aralamış, en azından diğer ülkelere seyahat edebilme şansımız doğmuştu.
İlk baskımız hemen tükendi
◊ Vogue Çin edisyonunun çıkacağı haberi duyulduğunda, moda camiası sizi topa tuttu; Çin’in bir Vogue çıkaracak ne gustosu ne de havası olduğunu yazıp çizdi. Neredeyse ülkenin üst düzey avukatlarından biri olacakken kendini Vogue’un başında bulan biri olarak o dönem neler geçiyordu aklınızdan?
- Bir bakıma haklılardı, ne diyebilirim... 2005’te Vogue’un Çin’deki marka bilinirliği sıfıra yakındı. Condé Nast’taki patronlarım artık Çin için doğru zamanın geldiğini hissetti. Sadece bir dergi çıkarmak değildi mesele. Aynı zamanda sıfırdan bir pazar yaratmaya çalışıyorsunuz. İlk baskımız saatler içinde tükendi. Haftalarca yeni baskı üzerine yeni baskı yaptık. Lansman sayımız toplamda yaklaşık 300 bin sattı ve bugün dünya çapında bir koleksiyon objesine dönüştü. Bu durum, Çin’in Vogue gibi sofistike bir markayı taşıyacak kadar olgunlaştığının en güzel örneği oldu. Vogue Çin, değişen ve gelişen Çin kültürünün simgesine dönüştü.
Çin’in geleceği gayet parlak ve umut verici
◊ Moda dergileri, Amerika’daki iç savaş öncesi, ‘kadının gücü’nü ifade etmenin bir ihtiyacı olarak doğmuş. Yakın dönemdeki toplumsal olayların, dünyada bu dergileri nasıl tekrar politize ettiğini görüyoruz. Vogue Çin, bu rüzgârın neresinde duruyor?
- Politika, direkt olarak işlediğimiz bir konu değil fakat politik bir tavır koymak için ille de politika işlemeniz gerekmiyor. Güçlü kadın profillerinin hayatın her alanında, dünyanın her noktasında değişimin öncülüğüne soyunduğu bir dönemden geçiyoruz. Hepsinin karşısında saygıyla eğilmek, fikirlerine ve hikâyelerine sayfalarımızda yer vermek, vazgeçmeyeceğimiz bir Vogue duruşu.
◊ Çin Başbakanı Xi Jinping, 19’uncu Komünist Parti Kongresi’nin açılış konuşmasında, Çin’in açık ekonomiyi desteklediğini ve yakında yabancı yatırımcılara çok daha liberal bir pazar sunacaklarını açıkladı. Bu demecin altmetni nasıl okunmalı?
- Benim durduğum noktadan gelecek gayet parlak ve umut verici gözüküyor. Seneye Vogue Çin, 13 yaşına basacak; bizi epey hareketli bir yıl bekliyor. Çin’de lüks pazar kendi ritmine göre biraz yavaşlamış gibi fakat diğer ülkelerin pazarlarına kıyasla hâlâ son derece hızlı bir büyüme gösteriyor. Bana Çin’in halini soranlara her zaman bizzat gelip kendi gözleriyle görmelerini öneriyorum. Bulunduğu sektörün ucu bir şekilde Çin’e dayanmasına rağmen hâlâ bu ülkeyi görmemek konusunda ısrarcı davrananlar benim için gizemini koruyor. Özellikle Pekin ve Şanghay, dünyanın en hızlı değişen iki şehri.
◊ Geleceğe dair ne kadar iyimser bir tablo çizseniz de sansür konusunda tam tersine bir tablo hâkim. Hükümet, son olarak özel kanallara bağlı tüm VPN’leri yasakladı, dizi ve filmler dahil tüm yabancı içerikleri internetten tamamen kaldırttı. Özellikle internette bu kadar sıkı uygulamaları olan sansürle nasıl başa çıkıyorsunuz?
- Oyunu kurallarına göre oynuyor ve yasalara uyuyoruz. Mesela son içerik serimiz ‘Vogue Film’le dünya çapında tanınan neredeyse tüm Çinli aktörlerle çalışarak son derece başarılı bir işe imza attık, kısa sürede yüzlerce milyonluk bir izlenme oranına ulaştı.
Neyse ki kızım gerçekleri yüzüme vurma konusunda çok becerikli
◊ Yıllardır değişmeyen asimetrik saç stiliniz, tarzınızın ve hatta kimi yorumlara göre kişiliğinizin bir yansıması. Karl gözlüğü, Anna kâkülü... Kendine has bir stil imzanız olmadan bir moda figürü olunmuyor mu?
- Saç stilim, kişiliğimin bir yansıması mı pek emin değilim. İnsanların bunun üzerinden Anna’yla (Wintour) beni kıyaslaması gerçekten komik. Saçım Vogue dünyasına girmeden çok önceden beri böyle. Kullanımını rahat bulduğum bir stil. İnsanlar bana yakıştığını söylüyor. Hoş, insanlar bir Vogue editörünün stili ya da saçı hakkında yüzüne karşı ne kadar objektif yorum yapar bilmiyorum. Neyse ki gerçekleri suratıma vurmakta epey becerikli bir kızım (Heydey, 11 yaşında) var. “Of anne, sen çok geçen senesin” diye bir sözü vardır, sürekli kullanır, sağ olsun. Kızınız böyle bir laf ettikten sonra ne Vogue editörlüğünüz kalır ne ‘modanın en ilham veren figürü’ duruşunuz.