Güncelleme Tarihi:
Mavi leğendeki kız
Hikâyesinin başladığı yer, Ankara. Memur bir ailenin tek çocuğuydu, boynunda evin anahtarıyla büyüdü. Çocukluğunu düşününce, üzerinde Nasrettin Hoca figürleri olan çok sevdiği eteği, kâğıttan elbiseleri olan kâğıt bebekleri ve soba yanında, mavi leğende yıkanma halleri geliyor aklına. İlkokuldan sonra İstanbul’a göçtüler, Meslek Lisesi Yapı Ressamlığı Bölümü’nü bitirdi. Mimarlık okumak istiyordu ama babasının rahatsızlığının üzerine bir de maddi zorluklar eklenince, üniversite okuyamadı.
Onunla tanışmamız, 1993’te ‘Miss Turkey’ seçildiği Türkiye Güzellik Yarışması’yla oldu. Henüz 20 yaşındaydı. Yarışmadan sonra sadece modellik yapmakla kalmadı, pek çok dizi ve filmde de rol aldı.
Üç sene sonra da kendisi gibi oyuncu olan Mehmet Aslantuğ ile evlendi. Birbirlerine verdikleri kıymeti ve emeği, uzaktan bile görebildiğimiz bir çift onlar. Seneye, birlikteliklerinin 25. yılını kutlayacaklar. Onan, bir buçuk sene tiroit kanseri tedavisi görürken en büyük destekçisi yine eşiydi: “Benimki o kadar önemsiz bir tür ki! Sadece üst başlık kanser. Oysa insanlar neler yaşıyor, neler atlatıyorlar. Tabii bu durumu, Mehmet’in varlığı, sahiplenişi, sarıp sarmalaması sayesinde bu kadar rahat geçirmiş de olabilirim. Ona bir kere daha âşık olmama sebeptir.”
Şimdi 40’larının başında Arzum Onan. Bu yaşların küçükken aklına ‘bir ayağı çukurda, yaşlı insanlar’ı getirdiğini gülerek anlatıyor ama ekleyecek bir sözü de var elbette: “Meğer, hiç öyle değilmiş! Güzel anılar biriktirdiğim, kalıcı olduğunu umduğum dostluklarım ve ailemle her daim şükrettiğim bir dönem yaşıyorum.”
Sergiye hazırlanıyor
Uzun zamandır sinemada ve televizyonda yok; yakın zamanda olacak gibi de durmuyor. Çünkü Onan, önümüzdeki yıl açacağı yeni heykel sergisinin hazırlıklarını sürdürüyor. Yaptığı heykelleri bir türlü beğenemiyor, en güzel heykelini yapacağı günü bekliyor. İlk sergisini heykele başlamasının dokuzuncu senesinde açması da bundan. Ama eskiden buna üzülürken şimdi bu duygunun onu beslediğini ve hatta geliştirdiğini görüyor.
Geçen ay, Twitter’da #CumartesiAnneleri644Hafta yazarak kendi eseri olan ‘Cumartesi Anneleri’ heykelinin fotoğrafını paylaştı. Gözaltında kaybolan yakınlarının akıbetinin açıklanması ve faillerinin yargılanması için 22 yıldır adalet arayan Cumartesi Anneleri’nin... Onan, o heykeli ‘vicdanımla ortaya koyduğum bir çalışma’ diyerek tanımlıyor. Yaptığı heykellerin gerek bireysel, gerekse toplumsal meselelerde içselleştirdiği, kendisini etkileyen, çok da kelimelere ihtiyaç duyulmayan, bakıldığında duygusunun geçebildiği işler olmasını arzu ediyor. Elinden geldiğince de bu amaçla çalışıyor. Bu heykeli, gördüğü çok etkileyici bir fotoğraf vesilesiyle yapmaya başlamış, yıllardır içi sızlayarak takip ettiği Cumartesi Anneleri’ne ithaf etmek istemiş.
Kadim öykünün çocukları
Heykelini eleştirenlere de söyleyecekleri var: “Onları düşünerek hareket edemeyiz. Kaldı ki, ‘Yaratmak Allah’a mahsustur’ diyerek sadece heykel yaptığım için bile tepki aldığım oluyor. Mevlana, ‘Cahil insan, gülün güzelliğini görmez, gider dikene takılır’ der. Beni tek üzen, ana yüreğine düşen acıları yarıştırıyor olmamız. Nefret naraları atanlara, ‘Misak-ı Milli’ şuuruyla şehit olanlara ne kadar üzüldüğümüzü ispat etmek durumundayız sanki! Oysa bir annenin kalbini dağlayan acıyı; etnik, dini, siyasi kimlikler ve düşmanlıklarla sarmak mümkün değildir! Kaldı ki, milliyetçi-muhafazakârdan solcusuna, bütün siyasi parti liderleri ‘Analar ağlamasın’ derken, farklı anaları mı kastediyorlar? ‘Bunu anlamak için anne olmaya gerek yok’ diyoruz ama galiba bazıları için gerçekten var!”
Ülkemizin yaralarını sarmamız ve iyileştirmemiz gerektiğini söyleyen Onan, görmek istediği ülkeyi şöyle tarif ediyor: “Kadim bir coğrafyada, kadim bir öykünün çocuklarıyız. Evlatlarımıza, geleceğe, aydınlanmaya, ortak paydalara sahip çıkan, her alanda üreten ve ürettikleriyle saygı gören, ötekileşmeden, ötekileştirmeden, yaşadığımız şehre, çevreye, doğaya, hak ve özgürlüklere saygılı, barışın dilini bilen bir ülke bırakalım. Başka bahçelere imrenmeyelim. Kendi bahçemizi güzelleştirelim.”
Yükselen ses, çatılan kaş
Elinde olsa, dünyadaki adaletsizliği, ekonomik ve sosyal refahı, sevgisizlik ve empati yoksunluğunu düzeltmek istiyor. En tahammül edemediği şey, saygısızlık. Mukavemetinin yüksek olduğunu ve nedenini anlamadığı bir biçimde, ondan hiç beklenmese de yeri geldiğinde kaşının çatılıp, sesinin yükseldiğini anlatıyor.
Hayalindeyse meydanlarda ve parklarda kendi heykellerini görmek var. “Ama” diyor, “Önce meydanlarımızın ve parklarımızın olması gerek.”