Güncelleme Tarihi:
‘Kendimizi kişisel gelişim kitabıyla dövüyoruz’ temalı yolculuğumun ilk durağı, üzerinde nal kadar ‘Dünyanın en çok satan kişisel kitabı’ yazan ‘Vazgeçebilmek’. Guy Finley imzalı, “Vazgeçebilmenin sırlarını öğrendiğinde bu dünyada hiçbir şey seni geride bırakmaktan ve yeniden başlamaktan alıkoyamayacak” motto’lu eserin 140’ıncı baskısını elime aldım (Allah bin bereket versin Guy kardeşim, hayırlı işler) ve hemen altını çizmeye başladım. Bekle beni potansiyelim, gün bizim günümüz.
“Geride bırakmaya her cesaret edişinizde kendinizin de göreceğiniz gibi, işin aslı şu: Düşmezsiniz. Aksine yükselirsiniz.” Harika haber. Yükseleyim ki yerim bu yer değil zaten.
“Kendinize bir uçurtmanın ipi koptuğunda ne olduğunu sorun.” (Sahibi ağlar?) “Yükselir!” (Kişisel gelişim kitaplarında kişinin kendisini birtakım olur olmaz nesnelerle eşlemesi; masadan, uçurtmadan, krikodan feyz alması âdettendir). Finley o gün bana uzun uzadıya, “Bir şeyin ne olduğunu bulmak için ne olmadığını keşfetmek” gerekliliğinden, “Aşağıda yaşamayı reddederek yeni zirveler keşfetmek”ten, “Endişeli düşüncelere odaklanmanın taş atarak heyelanı engellemeye çalışmak gibi” olmasından falan bahsetti.
İyi de Kinsun, Japon değil Türk’müş!
Bunları hemen uyguladım. Yaya kaldırımında üstüme gelen motorlu kuryeye küfretmedim, onun yerine “Seni zamansız seviyorum hıyar oğlan” diye seslendim. Metrobüse dirsek atarak binme mücadelesine taraf olmaktan vazgeçtim (binemedim öyle olunca), “Daha fazla yükselmek için daha fazla görünmek” adına turuncu tişörtle gezdim. Fakat en nihayetinde bir yerde, “Geride bırakmak, kendine güvenme çabasıyla, zihninde konuşmaları prova etmek değildir” falan diyen Guy Finley kişisine de ayrı sinirlenmeye başladım. “Sen hayatında hiç iş görüşmesine gitmedin herhalde be adam” diye söylenerek kitabı güzelce havaya fırlattım ve voleyi yapıştırarak duvara gönderdim.
‘Vazgeçebilmek’ kitabından vazgeçerek kitabın yazarının da olumlu bulacağı bir eyleme imza attığımı düşünmenin verdiği iç huzurla sıradaki kitaba geçtim: ‘Yol Senin İçinde’. Yazarı, Kinsun. Bir kere, daha birinci sayfada canım sıkıldı. Ben Kinsun kişisinin Japon olduğunu sanmış ve “Bu işlerin iyisi zaten çıksa çıksa Uzakdoğu’dan çıkar” diye düşünerek bu kitabı almıştım. Kendisi Türk’müş.
“Anlayış önemli. Empati elzem. Fark etmek olmazsa olmaz. Değer vermek kaçınılmaz. Sana değer vermeyene, kaybetmekten korkmayana anlatamazsın” gibi bilinç akışı tekniğiyle yazılmış seslenişler ve “Siz sadece kalbinizdeki ışığa yürüyün. Göreceksiniz, geri kalan her şey size kendiliğinden gelecektir” tarzı Metin Haraesk çıkışlar, sayfalara kafaya göre serpiştirilmiş gibi. “Sen git kendin geliş de sonra beni geliştirirsin, zaten Japon da değilmişsin” diyerek salladım onu da.
‘Öfke Dönüştürme Ritüeli’ni uyguladım...
Yeni güne Anette Inselberg’in kitabını çantama atarak başladım: ‘Her Şey Değişir’. Hadi inşallah. Inselberg bize birtakım ödevler veriyor. Kitabı istersek baştan sona sırayla okuyabiliyoruz, istersek rast gele açıp ruh halimize uyan ritüeli yapabiliyoruz. Ofise vardığımda yine insan olayının tamamına sinir olmuş durumdaydım. Hemen açtım ‘Öfke Dönüştürme Ritüeli 1’i: “Öfkelendiğin zaman duygularını içine atma. Ne varsa bir kâğıda yaz, sonra yazdığın kâğıtları yakıp küle döndürüp tuvalete at ve sifonu çek. Öfkenin de böyle küle dönüşüp hayatından akıp gittiğini hayal et.”
Uyguladım bunu. Hiç iyi gitmedi. Bir kere, yanan kâğıdın bir parçası tuvaletteki çöp kovasına düştü. “Lan, öfkeyi dönüştüreceğiz derken ofisi komple ateşe veriyoruz” diye paniğe kapıldım. O işi kontrol ettik ama bir saat sonra İnsan Kaynakları’ndan ‘Tuvaletlerde sigara içmek yasaktır’ temalı ve aba altından sopa göstermeli mail aldım. “Sigara içmedim, öfkemi dönüştürdüm” de diyemedim. Lafı yediğimizle kaldık.
Bu durumun yarattığı gerilimi atmak için ‘Stresi Dönüştürme Ritüeli’ni uygulayayım dedim ve kitapta anlatıldığı gibi ayağa kalkıp “Ho ho, ha ha” diyerek el çırpmaya başladım. Bütün ortamın enerjisi değişti. Millet buz kesti, etrafa dehşete düşmüş insanların enerjisi yayıldı. Neticede bu kitap da işimi görmedi.
‘Hemen her şey bekleyebilir’ mi?
Sıradaki kitap Richard Carlson’ın satış rekorları kıran ve samimi adıyla beni yakalayan ‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’i idi. Valla bu kitaptan büyük randıman aldım. “Eğer her işi tamamlama saplantınız varsa, gerçek bir mutluluğa hiçbir zaman kavuşamazsınız. İşin gerçeği şudur ki, hemen her şey bekleyebilir. İş hayatımızda gerçekten ‘ivedi’ sınıfına giren çok az şey vardır. Yaşamın amacı her işi bitirmek değil, bu yolda atılan her adımın tadını çıkararak, sevgi dolu bir yaşam sürmektir” paragrafının çıktısını alıp masama astım. O gün işte ve evde her şeyi yarım bıraktım. Harika bir gün oldu. Enerjim sanki kâğıdı falan değil, evdeki bütün kişisel gelişim kitaplarını yakmışım gibi yükseldi. Ama bu modelin, böyle laflar yazıp millete yıllar boyunca kitap niyetine satabilecek durumu olmayanlar için sürdürülebilir olmadığı da belliydi. Yaklaşımı üç gün sürdürürsem işten ve evden kovulacağımı kavrayabilecek kadar sağduyum var çok şükür. Etkileyici bir eser ama.
Hayatın içinde su gibi akmayı başardım
“Hadi bir kitap daha atıp öyle bırakayım” diyerek yine kitapçıya daldım. “Hayatta ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!” diyen Mümin Sekman’ı direkt rafta pas geçtim çünkü arkasına böyle laflar yazabileceğim bir kamyonum yok.
Barış Mutlu’nun ‘Beynine Format At’ına girişmeye kalkıyordum ki bu işin ‘neuroformat’ oturuşuna geçip ‘neuroformat’ vuruşlarıyla sorunları temizlemek gibi fizikselimsi performanslar içerdiğini görünce vazgeçtim. Inselberg gününden sonra ritüelli işler bende anksiyete yapar oldu.
Ve böylece pes ettim, bu kadar çabaya da kişisel olarak bir adım gelişemedim. Hatta aynı lafların evrilip çevrilmiş hallerini duymak beni daha sinirli bir insan yaptı.
Bir tek, hayatın içinde su gibi akma kısmını başardım ama onun da bu arkadaşlarla bir alakası yok; şehirde nem oranı yüksek.