Güncelleme Tarihi:
Fiziksel olarak hastalandığımızda ne yapacağımızı az çok biliyoruz. Kalbimiz için kardiyolojiye, kolumuz bacağımız incindiğinde ortopediye gidiyoruz. Fakat ruhsal bir problem yaşadığımızda “Bir psikoloğa veya psikiyatra mı gitsem acaba” sorusuyla başlayan süreç başka sorularla devam ediyor. İnternete girip gördüğümüz uzmandan mı randevu alacağız ya da bir yakınımızın önerisine mi kulak vereceğiz? Yaşadığımız ruhsal probleme bağlı olarak gideceğimiz uzmanın hangi terapi ekolünü kullandığı da önemli bir kriter. Koltuğa uzanıp geçmişe mi dönmek istiyoruz, yoksa hiç dünle uğraşmayıp bugünkü olumsuz duygularımızı pozitife çevirmeyi mi? Türk Psikologlar Derneği Genel Sekreteri, klinik sağlık psikoloğu Faruk Bozkır ve Türkiye Psikiyatri Derneği medya koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Kaya görüşlerini paylaştılar.
‘Terapi için illa psikolojik bozukluk gerekmiyor’
Faruk Bozkır-Türk Psikologlar Derneği Genel Sekreteri-Klinik sağlık psikoloğu
Psikoterapi bireylerin psikolojik problemleri ya da uyum sorunları için başvurdukları bir süreç. Kimi duygularını ve kaygılarını yönetmek kimi de kaybettiği bir yakınından sonra oluşan depresif yas durumunu çözmek için yardım isteyebilir. Yani kişinin terapi sürecine girmesi için onda bir psikolojik bozukluk olmasına gerek yok. Yargılanmadan dinlenmek, kabul edilmek, anlamlı bir ilişki kurabilmek için de destek alınabilir. Psikoterapide uygulama yöntemleri de çeşitlilik gösterir. Günümüzde kullanılan terapi ekollerinden kısaca bahsetmek gerekirse...
Psikanaliz: Sigmund Freud ve onun ekolünü temsil eden uzmanların oluşturduğu önemli bir yöntem. Daha çok filmlerde gördüğümüz, kişinin divana uzanarak çocukluk döneminde yaşadığı travmaları anlattığı, rüya analizlerinin yapıldığı, problemlerin bilince çıkarılarak çözümlendiği bir süreçten bahsediyoruz. Psikanalitik psikoterapiler içindeki Alfred Adler’in bireysel psikoloji yöntemi ve Carl Gustav Jung’un analitik psikoterapisi önemlidir. Milton H. Erickson’ın kullandığı hipnoterapi ve Eric Berne’in transaksiyonel analizi de bilinçdışı süreçlere yönelen ekoller.
Bilişsel davranışçı terapi (BDT): Aeron Beck geliştirmiştir. Son dönemde insanların sık talep ettiği ve fayda gördüğü bir yöntemdir. Bu ekol yarınla veya dünle uğraşmaz. Kişinin oluşturduğu otomatik düşünceleri ve kalıp yargıları ele alır. Tüm davranışların öğrenme ilkeleri aracılığıyla değiştirilebilir olduğunu ileri sürer. Basit fobilerde, kaygı bozukluklarında, depresyonda, obsesif kompülsif bozukluklarda, travma sonrası stres bozukluğunda sık kullanılır.
Şema terapi: Bilişsel davranışçı terapi yaklaşımının içinde Jeffrey E. Young tarafından geliştirilmiş bir ekoldür. Son dönemde sık kullanılan yöntemlerden. Erken dönem yaşantıların yetişkinlik dönemindeki yansımalarına ve değişimine odaklanır. Üç tür ebeveynlik biçiminin belirleyiciliğine dikkat çeker; bunlar duygusal olarak ihmal eden, örseleyici ve aşırı koruyucu ebeveynlik biçimleridir. Kişilik bozuklukları gibi kronik psikolojik rahatsızlıklarda tercih edilir.
Sorun çözme: İnsanın günlük hayatta karşılaştığı sorunlar nedeniyle gelişen psikolojik durumların çözümlenmesinde kullanılan yaklaşımdır. Bu problemleri çözebilmeleri konusunda hastalara nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini öğretir. Günlük yaşam sorunlarında, stresle ve kaygıyla başa çıkmada sıklıkla başvurulan ekollerdendir.
Geştalt: Fritz Perls ve Paul Goodman’ın geliştirdiği ünlü ekol. Geştalt terapisi insan davranışlarını zihin, beden ve içinde yaşadığı evrenle birlikte ele alan bütünleyici bir yaklaşımdır. Bu yüzden ‘bütüncül terapi’ olarak da bilinir. En temel amacı bireyi iyileştirmek değil, iyileşmeye açık duruma gelmesine yardımcı olmaktır. Bu süreçte terapist ve danışan eşit konumdadır. İyileştirici güç tek taraflı olarak terapiste verilmez. Terapist aracı rolü üstlenir. Dönüşmek veya öylece kalmak danışanın seçimi olarak kabul edilir.
Sistematik: Bireyin ilişkisel bağlamını ve karşılıklı etkileşimini inceleyen döngüsel bir yaklaşımdır. Psikoterapide psikolojik belirtilerin neden ortaya çıktığına değil, sorunların hangi koşullarda devam ettiğine odaklanılır. Psikolojik semptomların ilişkiselliği nedeniyle seanslar birey, çift veya aile modellerinde yapılabilir. Bu ekolün amacı ilişkisel örüntülerin yeniden yapılandırılması, anlamlandırılması ve yeni bir ilişkisel dengenin kurulmasıdır. Aileyle ve ilişkilerle ilgili problemlerin çözümünde öne çıkar.
Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işleme (EMDR): Francine Shapiro’nun geliştirdiği EMDR daha çok travma tedavisinde kullanılan bir tekniktir.
Temel iletişim becerilerinin etkin biçimde kullanıldığı, etik ilkelerin esas alındığı, karşılıklı güven ilişkisinin kurulduğu katılımcı bir hasta-hekim ilişkisi terapi sürecinin başarılı olmasında temel koşullardır. Psikiyatrınızla arkadaş olmanız gerekmez. Psikoterapi profesyonel bir ilişki olmalı, bir ruh eşleşmesi değil. Bu ilkelere uymayan, kendi gereksinimlerini öne çıkaran, kişisel düşünce ve yorumlarını profesyonel terapi ilişkisinde denetleyemeyen, daha baskın bir karakter sergileyen, terapi sürecindeki etkileşime fırsat vermeyen bir terapi yaklaşımı tedavinin ilerlemesini olanaksız kılacaktır.
Ruhsal sorunları nedeniyle yardım talebinde bulunan kişinin hangi yöntemle tedavi edileceğine ancak bir psikiyatr karar verebilir. Ayrıntılı öykü alındıktan, ruhsal değerlendirme ve muayene yapıldıktan sonra hastayı iyi bir psikiyatra yönlendirebilir. Onun tavsiye ettiği bir başka psikiyatr veya psikoterapi eğitimi olan bir klinik psikolog da bu süreçte devreye girebilir. Yardım talep eden kişi hangi psikoterapi ekolünün kendisine daha iyi geleceği konusunda zamanla elbette bazı izlenimler edinebilir. Bu bilinçlenme ve farkındalık psikoterapi olmayan uygulamalara maruz kalma ve suiistimal edilme ihtimalini de ortadan kaldırır.
Terapistimi nasıl seçmeliyim? Ya anlaşamazsak?
Meslek örgütlerinden yardım alabilirsiniz. Ayrıca destek alacağınız uzmanın diplomasına da bakın çünkü psikoterapi ciddi bir psikopatoloji bilgisi, eğitim ve deneyim gerektirir.
Terapistle hasta arasında asimetrik bir ilişki yoktur; iki yol arkadaşı ve iki eşit insan vardır. Birisi buyurup diğeri bunu yapacak konumda değildir. Bu yüzden kişi terapi sürecinde kabul edildiğini, yargılanmadığını, kendisine saygı duyulduğunu, mahremiyetine özen gösterildiğini hissetmeli.
Bazen ‘transferans’ ve ‘kontrtransferans’ dediğimiz kavramlar terapistimizi değiştirmemize neden olabilir. Transferans danışanın terapistine yönlendirdiği duygulardır. Onu kendi hayatındaki önemli saydığı insanlardan birinin yerine koyabilir. Terapist bunu kullanarak tedavi sürecinde fayda sağlayabilir. Ancak kontrtransferans dediğimiz durumda terapist hastasından gelen bilgileri veya hissettirdiği bazı duyguları yansıtabilir. Olumsuz duyguların denetiminde güçlük çekiyorsa danışanını başka bir terapiste yönlendirmeli.