Güncelleme Tarihi:
istanbul Bienali, 2017’den bu yana bienal sponsoru Koç Holding’in işbirliğiyle her bienalde bir sanatçıyı kamusal alanda kalıcı olarak sergilenecek bir eser üretmek üzere davet ediyor. Bu yıl, Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Ayşe Erkmen ‘su şehri’ dediği İstanbul’da ‘Haliç’te Haliç’ adlı bir eser üretti. Paslanmaz çelikten yapılan heykel, Balat’taki Akşemsettin Parkı’nda sergileniyor. Erkmen, Haliç’in kıyılarından ilham alan heykeli, yanındaki ağaçlarla birlikte denize doğru eğilen bir kurdeleye benzetiyor. Uzun süredir Berlin’de yaşayan ve çalışmalarını İstanbul-Berlin arasında sürdüren Erkmen yeni eserini anlattı.
Bienal kapsamında İstanbul’da kamusal alanda kalıcı bir eser üretmek üzere davet edildiğiniz andan itibaren denizle ilgili bir eser yaratmak istediğini söylemişsiniz, neden?
İstanbul bir su şehri. İstanbul’a özel bir iş yapacak olup suyu düşünmemek olmazdı. Ben de özellikle suyun tekinsizliğini, bir anının bir anına uymamasını çok seviyorum. Sanatta da bu belirsizlik çok önem verdiğim ve tercih ettiğim bir şey. Kendinden çok emin bir iş yapmak yerine su gibi akışkan, berrak ve belirsiz olmak... Bu heykel Haliç’in ‘Altın Boynuz diye anılan kıyı hatlarından ilham alan bir iş oldu. Bu hatları bire bir kullanmak yerine minimalize ettim. Aksi, heykeli didaktik bir objeye dönüştürebilirdi. En sonunda hareketli ve esrarengiz bir form aldı.
Eser, Balat’ta Akşemsettin Parkı’ndaki ağaçlar arasında. Mekâna nasıl karar verdiniz?
Akşemsettin Parkı işi bambaşka bir forma taşıdı. Eser suda değil ancak yine suyla ilişkili. Ama bu mekânla ilgili asıl hoşuma giden şey, denizin neredeyse karayla aynı seviyede olması. Kara ve deniz çok çok yakın, pırıl pırıl bir su. Park çok güzel, çok hareketli. İnsanlar gelip piknik yapıyor; kediler köpekler... Yaşayan bir park.
Eserin yaratım sürecini nasıl anlatırsınız?
Parka birkaç kere gittik bu süreçte. Denize yakın bir grup ağaç, rüzgârın etkisiyle denize doğru meyletmişti. Heykelin
bu ağaçların yanında durmasını, onlarla hareket ediyormuşçasına bu atmosfere uyum sağlamasını istedim. Paslanmaz çelikten yapıldı heykel. Malzeme nedeniyle her şeyi yansıtan bir yüzeyi var. Hem kendisini çimene yansıtıyor hem de etrafında olan biteni kendi yüzeyinde. Sanki rüzgârda denize doğru uçuşan parlak bir kurdele gibi.
Kalıcı bir iş olacak olması nasıl hissettiriyor size?
Kalıcı işler benim için korkutucudur çünkü hep oradadırlar ve zamanla eskiyebilir, sıkıcı hale gelebilir veya görünmez olabilirler. Hele İstanbul benim yaşadığım yerlerden olunca hep bu heykelin akıbeti gözümün önünde oluyor. O nedenle kalıcı işler biraz çalışan işler olmalı. Mesela Tünel’deki heykelim gibi, LGBTİ yürüyüşlerinin başlangıç noktası ve sembolü haline gelmesi onu hep ayakta tutuyor ve yaşatıyor.
Eser yerleştirildikten sonra da gittiniz mi parka, görenler nasıl tepki veriyor?
Sanki o heykel hep oradaymış gibi davrananlar gördüm. Altında gelip yatanlar, kafasını yaslayanlar... Parkın bir parçası olur umarım.
‘Orada yaşayanların günlük hayatlarında yer edinen bir iş oldu’
*Uzun süredir Berlin’desiniz. Farklı ülkelerde çalışmış ve yaşamış biri olarak ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
İstanbul’da üretim alanında daha esnek davranıyorsunuz, fikir değiştirebiliyorsunuz. Ancak burada (Berlin’de) her şeyi en başında belirlemeniz lazım. İzleyici açısından da farklılıklar var. Berlin’de daha fazla sanat konuşuluyor günlük sohbetlerde. Bu da karşılıklı beslenmeyi sağlıyor. İstanbul’da bu daha az ama başka bir şey var. Sohbetin konusunu başka bileşenler oluşturuyor. Tabii çalışmalarında günlük hayata çokça yer veren biri olarak bu konuşmalar da benim için çok çok besleyici.
*Berlin’deki bir başka kalıcı işiniz ‘Am Haus’ da Kreuzberg’in sembollerinden biri…
Orada yaşayanların günlük hayatlarında yer edinen bir iş oldu. Türkler evlerini tarif ederken kullanıyormuş: “Miş’li evin sağından gireceksin!” Berlin’deki diğer kalıcı işim de ‘Isınan Banklar’. Kış aylarında ısıtılıyor banklar... Soğuk kış günlerini ısıtan bir iş o da, enerjisini arkasındaki termik santraldan alıyor.