Güncelleme Tarihi:
Canlandırdığı her karakterle yıllardır televizyon, tiyatro ve sinema seyircisinin sevip takip ettiği oyuncu Güven Kıraç üçüncü kişisel resim sergisi ‘Distopya’yı Bodrum’da açtı. Bu sergiyle resmin onun için hevesten öte bir tutku olduğunu da sevenlerine kanıtlıyor Kıraç. İronik mizahı ve özgün anlatımıyla distopyanın tüm çağrışımlarını tuvale aktaran sanatçının Bodrum meRQez Art’taki sergisinde 20’den fazla akrilik tablosu var. Söyleşi için Teşvikiye’de buluştuğumuz sanatçı tuvallerini, oyunculuğunu ve gelecek hakkındaki düşüncelerini anlattı.
Serginizin başlığı olumsuz bir geleceği ifade eden ‘Distopya’... Ne anlatmayı hedeflediniz?
Sanki yukarıdan kocaman bir kafes dünyanın üzerine inmiş, hepimiz parmaklıklara tutunmuşuz. Her birimiz parmaklığın bir gözünden uzaktan birbirimize bakıyoruz. Bu çok distopik geliyor bana. Bir yerden bir yere gitmek, birbirimize sarılmak... Pandemi bütün bunları elimizden aldı. Üzerimizde yarattığı şey, ağır bir travma aslında. Bu bence zamanla daha da belirgin şekilde gündemimize oturacak. Şu an çok içinden geçtiğimiz için ayrımsayamıyoruz ama 3-5 sene sonra izleri yavaş yavaş ortaya çıkacak.
Her zaman umut vardır. Her zaman bir şey yıkılır, yeniden kurulur. Dünya böyle gelmiş, böyle gidecek. Keşke doğal kaynaklara daha az zarar vermeyi becerebilseydik. Keşke hayvanla, kuşla, böcekle, çiçekle, ormanla ve birbirimizle daha dost olmayı becerebilseydik. Buralarda büyük hatalar yaptık. Bunun da bedellerini zaman zaman ödüyoruz. Dünya bizi sırtından atmak istiyormuş gibi geliyor bana. Denizde müsilajlar, havada virüsler, ormanlarda yangınlar... Bütün elementleriyle dünya bizimle konuşuyor. Bizi uyarıyor...
Özellikle çalışmayı sevdiğiniz konular, kimseler var mı?
Ben daha çok portrelerle ilgiliyim. Bu aktör olmamla da ilgili olabilir. İşimiz hep kılıktan kılığa girmek, hep yeni karakterlere can vermek olduğu için, belki onun izdüşümü beni hep surat yapmaya itiyor.
Bir arkadaşımın sayesinde, onun atölyesinde keşfettim. Bir akşam “Resim yapsana sen, sürekli resim alıyorsun, koleksiyon yapıyorsun, ilgin var. Bir tane de sen yap” dedi. “Yok, ben Cin Ali bile çizemem” derken kolları sıvadım. Duvara bir tuval astı. Ben orada, o akşam bir resim yaptım. Arkadaşım beğenince “Fena değil galiba” dedim ve bir anda omurgam dikleşti (gülüyor). Hayatımın dönüm noktası bence.
O gün bu gündür yapıyorum; 9 yıl olmuş. Ömrümün sonuna dek resim beni tedavi edecek.
Yaptığınız resimler sizce hangi sanat akımına dahil?
O arkadaşım, ressam Harun Antakyalı, daha çok ‘art brut’ işler üretiyor. Basquiat’nin işlerini sevenler bilir. Türkçesi ham sanat denilen art brut akımını hem çok seviyorum hem de kendime yakın buluyorum. Fırçam oralarda geziniyor.
Çevreme resim sevgisi aşılamaya gayret ediyorum. Resim almalarını, bunun çok kıymetli bir şey olduğunu anlatıyorum. Benim yolculuğumu da şaşkınlıkla takip ediyorlar. 9 yıl oldu, hevesten öte olduğunu kanıtladım.
RESİMDE ÇOK BÜYÜK YALNIZLIK VAR
Oyunculuk ve resim yapmak arasında ne gibi benzerlikler var?
İkisi de zihinsel olarak değişik hazırlık süreçleri gerektiren, icralarında da değişik disiplinleri olan sanat dalları. Tiyatro zaten canlı, onun heyecanı ve adrenalini bambaşka. Ölümsüz bir iş olduğu için sinema hayatınızda hep püfür püfür esmeye devam ediyor. ‘Masumiyet’ filminden 20 yıl sonra, Berlin Film Festivali’nde ‘Duvara Karşı’ filmi için bulunurken kendimi iki İranlı sinemacıyla ‘Masumiyet’ konuşurken buldum. Bu sinemanın gücü. Resimde de çok büyük bir yalnızlık var. Ama çok da büyük bir özgürlük. Tehlikeli de bir taraftan. Çünkü orada hiçbir şekilde bahane uydurabileceğiniz; ‘Yönetmen şöyleydi, karşımdaki oynayamıyordu’ diyebileceğiniz bir şey yok. Günahı, sevabı, vebali boynunuza. Bu hem insanı ürküten bir şey hem de insana müthiş keyif veriyor.
DasDas yapımı ‘Vahşet Tanrısı’nı sahneye koyuyoruz. İlk kez Bergama Tiyatro Festivali’nde, yıl boyu da DasDas’ta izlenebilecek.