Banu TUNA
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2019 08:30
İzmir Kiraz’daki çocuk gelinler, Güneydoğu’daki kadın intiharları, Siirt’te tecavüze uğrayan çocuklar, Bingöl’de 33 askerin şehit olduğu katliam... Salı günü, 61 yaşında aramızdan ayrılan meslektaşımız Gülden Aydın’ın ödüllü gazeteciliğiyle ilgili pek çok haber okuduk bu hafta. Biz ise onu yüzümüzde hep bir tebessümle andık. O bizim çalışma arkadaşımızdı. Sıkı gazeteciliğinin yanı sıra basının en matrak isimlerinden biriydi. Sonsuz merakı onu kimsenin aklına gelmeyecek yerlere sürükledi. Öyle haberler vardı ki onları sadece Gülden akıl edebilirdi. Bugün size o haberlerin peşinde koşan, görev başındaki Gülden Aydın’ı göstermek istedik. Gelin, onu hem kendi kaleminden hem yıllarca sahada yan yana çalıştığı foto-muhabirlerin anılarından okuyalım...
27 yıllık dostu, foto-muhabiri Sebati Karakurt anlatıyor...
Adresi terziye mi berbere mi sormalı?
2000 yılında, dönemin milletvekili Hasan Mezarcı kendisini ‘mesih’ ilan ettiğinde, görüşmek için yaşadığı yere gittik. Adresi ararken esnafa sormaya karar verdik.
Berbere mi terziye mi sorsak diye düşünürken, “Terziler ölçer biçer, az konuşur, bilgi vermez. Berberlerin çeneleri de makasları gibi hareketlidir, her şeyi söylerler” diyerek berberden tam adresi almıştı. Test için terziye gittim, yaşlı bey gözlüklerinin üzerinden bakarak “Bilmiyorum” demişti.
2012’de Ezidiler’le ilgili bir haber için Urfa’ya gittiğimizde mağaralar içindeki mabetlere dalıp çamur ve toz içinde kalmıştık.
İşimizi tamamlayıp dönüşe geçtik ama gel gör ki uçağa çamurlu halimizle binemezdik. Yoldaki oto yıkamacısına gidip giyinik vaziyette tazyikli suyla kendimizi yıkatmıştık. Islak elbiseler üzerimizde kururken 42 derecelik Urfa sıcağında üşümeye başlayınca kahkahayı basmıştık.
Peşmerge bağırdı: Stop, stop!
2016’da Musul Bartilla’da DAEŞ’lilerin bırakıp kaçtığı tünellere girmiştik. Gülden telefonunun feneriyle duvarlardaki yazıları çözmeye çalışıp ortalardaki yiyeceklerle bir dedektif gibi DAEŞ’lilerin profilini çıkarmaya çalışıyordu. Onlarca metre ilerledikten sonra ışık huzmesine doğru yaklaştığımızda, Gülden gördüğü derin dondurucunun kapağını açmak üzereyken yanımızdaki peşmerge çığlık atarak “Stop, stop” diye bağırdı. Gülden bu durur mu? İllaki bakacak. Zorla durdurduk. Meğerse içi bomba doluymuş ve bubi tuzağı varmış. Daha sonra yerdeki bir bebeğe de dokunacaktı ki peşmergeler bizi panik halinde bölgeden çıkardı.
Hangi birini anlatsam... Gülden, canım kardeşim, ortağım...
27 yıl doyamadım muhabbetine, sensiz dedikodunun da tadı olmaz artık.
Foto-muhabiri Selçuk Şamiloğlu anlatıyor:
Kırmızı saç, beyaz pantolon...
Suriye Telabyad, 2015’te DAEŞ’ten kurtarılmıştı. Gülden Abla’yla hemen Akçakale’deki sınır kapısına gittik. Suriyeliler ülkelerine dönüyordu, biz de karşı tarafa geçersek güzel iş çıkarırız dedik. O sırada Telabyad’da hiçbir medya mensubu yoktu çünkü. Bölgeyi iyi bilen bir vatandaş, “Ben sizi gizlice geçiririm” dedi. Gülden Abla ilk geçen biz olacağımız ve haberi patlatacağımız için heyecanlıydı. Fakat sınırdan geçirecek kişi Gülden Abla’yı görünce iyice bir süzdü. Sonra “Hanımefendinin saçları kırmızı, pantolonu da beyaz. Dikkat çekiyor. Sınırdan geçerken yakalanan en komik tayfa oluruz” dedi. Bence aynı zamanda o uzun yolu gece karanlığında yürüyemeyeceğini düşündü. Gülden Abla çok sinirlendi. Kadın olduğu için böyle davrandıklarını düşündü. Urfa’ya gidip koyu renk giysiler aldı. Gece yarısı yine sınıra geldik. Zifiri karanlıkta üç saat dikenli, kayalık patikalardan yürüdük. Gülden Aydın’ın enerjisine hayran kaldım. Kayalıklardan yuvarlanan ilk Gülden olur diye herkes konuşurken ben yuvarlandım.
MEZARCI’NIN
KEDİSİ
Düzce’de, bir türlü bulunamayan Hasan Mezarcı’nın evinin peşine düşmüştü. Gitmişken Mezarcı’nın kedisi Adem’le de bir kare fotoğraf çektirmişler.
EŞEĞE ADI VERİLDİ2013’te Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde sokağa terk edilen ve donmak üzereyken bulunan beş eşeğin peşine düşmüş, anne-baba ve üç yavru eşeği sığındıkları Tekirdağ Şarköy’deki çiftlikte ziyaret etmişti. Eşeklere kapısını açan işinsanı Cevat Korkmaz, birine daha sonra Gülden’in adını vermişti.
Beni de kaçırsalar ne güzel yazı dizisi olurdu!Hürriyet Pazar’ın 9 Kasım 1997 tarihli sayısında Yemen’le ilgili izlenimlerini aktarıyor: Sık sık uyarılıyoruz; tek başımıza dolaşmamamız için. Kaçırılma ihtimalimiz büyükmüş... Biz oradayken dört Rus doktor, bir İngiliz diplomat kaçırıldı... Zaman zaman ben de kaçırılmayı beklemedim değil. Ne güzel yazı dizisi olurdu...
İZ PEŞİNDE
Cinayet haberlerinde polislerin fark edemediği ipuçlarını yakalar, olay mahalini bir polis gibi incelerdi. Elindeki fener de kendisine ait.
DAEŞ tünelinde 2016’da girdiği DEAŞ tünelinde açmak için uzandığı derin dondurucu bubi tuzaklıydı. Peşmergeler son anda engelledi.
Telefon sapığıyla buluşma...Gülden’e, 1993 yılında Aktüel dergisinde çalışırken gece yarısından sonra sürekli ev telefonundan arayan biri musallat oluyor. Konuşmadan kapatan bu kişi bir süre sonra Necla adında bir ev işçisi olduğunu, dertleşecek birini aradığını söyleyip hayatını tüm detaylarıyla anlatmaya başlıyor. Gülden rahatsız olmakla birlikte bu çok kibar kadının yüzüne bir türlü telefonu kapatamıyor. Birkaç hafta sonra anlaşılıyor ki, Necla aslında erkek. Evli ve bir kız çocuğu babası. Üstelik iyi eğitimli bir mühendis. Bu noktada Gülden’in dillere destan merakı devreye giriyor.
Adamla tanışmaya, sonra da yazmaya karar veriyor. Ve buluşuyorlar: “Yolda sapığımı inceliyor, neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çabalıyorum. Düz saçları, kemerli burnu ve kısık mavi gözleriyle yakışıklı sayılabilecek bir erkek... Hiç de ağzından salyalar akan sapık imajına uymuyor... Karısını soruyorum. ‘O bir salak’ diyor. Kadınları pek sevdiği söylenemez... Ertesi gün ilk iş, gereken araştırmaları yapıp işyeri telefonunu öğreniyorum... Merakımı giderebilmiş değilim. Neden ‘telefon sapıklığı’, neden Necla? Bunun peşindeyim ve içim hiç rahat değil, çünkü çözümleme yapmaya yetecek kadar veri yok. Onunla son kez buluşmak için teklif benden geliyor...”
Gülden Aydın anlatıyor...
Tecrübem hiçbir işe yaramayacak, dudaklarım uçuklayacaktı...18 yıldır gazeteciyim. Birbirine benzemeyen birçok haber yaptım. Ermenistan’daki PKK köylerine de gittim, savaş koşullarındaki Afganistan’a da. Tecavüze uğramış perişan kadınlarla da konuştum, babası tarafından satılan kadınlarla da... Arkadaşım Sebati Karakurt’la gitmediğimiz acayip iş, atlatmadığımız badire kalmadı. Berlin’de bir Türk’ün açtığı ve Avrupa’nın en büyük genelevi diye lanse edilen Artemis de bizim için bir işti. Ben zaten Türkiye’deki genelevlerle ilgili haberler yapmıştım. Mesela Karaköy Genelevi’nin Refah Partisi’ne oy veren kadınlarıyla konuşmalar, Kemal Derviş’i destekleyen Çorum Genelevi’nde röportajlar... Artemis’e bu deneyimlerimle gidiyordum. Akşam saatlerinde Berlin-Charlottenburg’daki Artemis’teydik. Kendini ele vermeyen, mavi ışıklarla kaplanmış dış cephesi, her nedense sanatoryuma gelmişiz duygusu verdi bana. Birazdan bu duygum yerle bir olacak, tecrübem hiçbir işe yaramayacak, dudaklarım uçuklayacaktı...