Güncelleme Tarihi:
Röportaj yaptığınız gardiyanların birçoğu konuşmaktan çekinmiş. Neydi bu çekingenliğin sebebi? Onları nasıl ikna ettiniz?
- Birçok sebebi olabiliyor tabii. Kimisi güven duymayabiliyorken kimisinin de ‘devlet memuru’ olması yorum yoğunluklu bir görüşmeyi doğrudan reddetmesine neden oluyor. Araştırmacılar bilir; saha, ikna gibi oldurtmaya yönelik bir gayretten ziyade her iki taraf için güven ve etiğin karşılıklı olarak kurulabildiği bir düzeyde işler. Ne yapmak istediğimi, araştırmanın işleyişinden istedikleri zaman haberdar olabileceklerini açıklıkla aktardım. Onlar da bu içten talebi karşılıksız bırakmadı.
MUTSUZLUKTAN ÖTE FARK EDİLME GAYRETİ İÇİNDELER
İnfaz ve koruma memurları, ‘gardiyan’ olarak anılmakla ilgili ne hissediyor?
- ‘Gardiyan’ tabirinin toplumsal izlenim açısından düştüğü yere itirazları var. Yoksa 1984 yılına kadar mesleklerinin adı bu. Üstelik toplumsal hafızada da hâlâ böyle yer alıyor. O yüzden meslek adlarını ‘infaz ve koruma memuru’ olarak dillendirdiklerinde ilk olarak anlaşılmadıklarından da söz ediyorlar. ‘Gardiyan’ ifadesiyle ilgili toplumsal hafızadan memnun olmasalar da bu olumsuzluğun doğrudan isimle değil, toplumsal izlenimle örüldüğü konusunda hemfikirler.
İçlerinden biri; ‘Mahkûmdan mahkûm yakınına, çalışanına kadar herkes mutsuz orada” diyor. Katılıyor musunuz bu görüşe, mutsuzlar mı?
- İnfaz ve koruma memurlarının mesleki deneyimleri, toplumsal ilişkilenme pratikleri farklı deneyim ve duygu durumları barındırıyor. O yüzden bu araştırmanın büyük genellemeler yapmaya izin vermeyen bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Mutsuzluktan öte; anlaşılma, fark edilme gayreti dikkati çekiyor.
Görüştüğünüz kişilerden biri, “Hükümlüyle personel arasında çok fazla sosyal fark yoktur” diyor. Öyle mi?
- Kitabın adından da anlaşılacağı üzere, ‘kilidin öte tarafında’ olmakla ilgili bir yakınlıktan bahsediyorlar. Bütün ömürlerini olmasa da, hürriyetleri bağlanmasa da; uzun saatler ve yıllar cezaevindeler. Ancak bir yakınlık daha var: Uzun yıllar infaz ve koruma memurluğu yapanlar bu yakınlığı, kimi tutuklu ve hükümlülerle benzer sosyoekonomik kökenlerden geliyor olmalarına da bağlıyor.
Yonca Güneş Yücel, 2005’te Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2008’de, aynı üniversitede, Siyaset ve Sosyal Bilimler Programı’nda yüksek lisans eğitimini, 2015’te Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Genel Sosyoloji ve Metodoloji programında doktora eğitimini tamamladı. 2010’dan beri de yerel yönetimler alanında çalışıyor. Fotoğraf: Murat Mehmet Aydın
YAPTIKLARI İŞİN PSİKOLOJİK AĞIRLIĞINI DİLE GETİRDİLER
Bir diğeri, yaptıkları zor işin karşılığını alamadıklarını anlatırken, “Toplumun ‘Alın başımızdan, bunlar başımıza bela oluyor’ dediği insanlarla 24 saat baş etmeye çalışıyoruz” diyor...
- Birçoğu yaptıkları işin psikolojik ağırlığını dillendirdi. Bunu aslında sadece tutuklu ve hükümlülerle ilişkileri üzerinden değil; toplumsal çehrenin kendilerine yönelik izlenim ve değerlendirmelerinde de hâkim olduğunu çokça ifade ettiler. Etkileyici olan; cezaevlerinin ‘kötü’ olmasına rıza gösteren ancak bunun sorumluluğunu sadece infaz ve koruma memurlarına yükleyen toplumsal halleri açıklıkla dile getirmeleriydi.
Çalışma yaptığınız bu alanda sizin gördüğünüz sorunlar neler?
- Çalışma koşullarının iyileşmesinin personelin görüşlerini sunabileceği mekanizmaların çoğaltılmasından geçtiğini düşünüyorum. Cezaevlerinin geniş güvenlikli, fiziksel kapalılığı dolaylı olarak davranışsal, toplumsal bariyerleri yükseltiyor. Bunun için de çalışanların önerilerinin önemsendiği, bunun için tarif edilen prensip ve ilkelerin keyfi, patronaj ilişkilerle dönüşmediği bir çalışma ortamını sağlamak önemli.
GÜN IŞIĞI GÖRMEDEN, OKSİJENSİZ...
Çalışma koşulları için ne diyorlar?
- “Demir parmaklıkların arasında, dört duvarın arasında kalıyoruz. Gün ışığını izin günlerimizde yaşıyoruz. Mahkûmlar ne kadar oksijen ve gün ışığı alıyorsa öyle alıyoruz. Onlar bahçeye havalandırmaya çıkıyorlar, bizim o da yok.”
- “(...) Daha yüksek miktarlarda ücret almamız gerektiğini düşünüyorum; çünkü şöyle değerlendiriyorum ya, toplumun ‘Alın başımızdan, bunlar başımıza bela oluyor’ dediği ve baş edemediği insanlarla biz 24 saat baş etmeye çalışıyoruz. (...)”
ÇOCUKLUK HAYALİM DEĞİLDİ
Mesleği nasıl seçtiğini anlatıyor
- “(...) devlet memurluğu iyidir dedik; iyi mi ettik, kötü mü ettik inanın hâlâ düşünüyorum. İnfaz koruma memurluğu çocukluk hayalim değildi. Emin ol -Türkiye’de kaç tane infaz koruma memuru var, atıyorum 100 bin-, 100 binin bir tanesinin bile hayali değildir. Herkes ekmek davasında.”
DERTLERİNİ DİNLEMEYE BAŞLADIK
Mahkûm-gardiyan ilişkisi
- “(...) Bu mesleğe girene kadar bir suçluyla yan yana gelmişliğim, muhabbetim, o tarz şeylerim hiç olmamıştı. Mesela bir cinsel suçlusuyla bir gelip yan yana oturup muhabbet etmek, derdini dinlemek ne bileyim arkadaşlık etmek, bunların hiçbirini yaşamamıştım. Artı yeni gelen kişilere de o gözle bakmıyorduk gerçekten. Yani ona suçlu gözüyle bakıyorduk. Yani tahammülümüz yoktu o kişilere karşı. Hele de genç yaşta; 23-24 yaşlarında başladım ben bu işe. Yani tamamen suçluyu hiç görmemişiz. Onlar ayriyeten cezalandırma şeklinde oluyordu. Küçük bir hataya düşse bile direkt cezaya, cezalandırma olayı oluyordu; ama bunlara da zaman geçtikçe alışmaya başladık. Onları kendi içimize aldık. Dertlerini dinlemeye başladık (...).”
- “Severek yaptım gene de her şeye rağmen, içerideki bir tutukluya şöyle bir el uzatmak. İşte, “Ben çok hastayım, dilekçe yazıyorum ama beni çıkarmadılar doktora, ne yapabiliriz” dediği zaman, doktora bunu söyleyip doktor getir dediği zaman gidip kadını doktora götürmek bile seni iyi ediyor aslında. (...) Sen koğuşa dönene kadar sana sadece dua ediyor. (...) Yani seviyorum mesleğimi... Yani yücelebiliyorsun da yani yapmış olduğun bir insani hareketten dolayı.”
- “(...) Sayım alma esnasında hemen birine bir şey söyleyip gülmelerini sağlarım mesela ben. Anlatabiliyor muyum, yani bir şaka yapayım ki niye, herkes böyle mutlu olsun gibi. Şimdi ben bunu sağladığım zaman bu sefer şey oluyor yani sana bakış açıları da değişiyor. (...) Yani o insan memleketi, dini düşüncesi, siyasi düşüncesi ne olursa olsun, şekli şeması ne olursa olsun, sonuçta insan. Suç işlemiş veya işlememiş veyahut da uyuşturucu veya cinsel mahkûm hiç önemli değil.”
ONLAR DA İNSANMIŞ...
MAHKÛMLARA NASIL BAKIYORLAR?
- “(...) Evrak üzerinde bu meslekte çok pis, kötü, ağza bile alınmayacak suçlar gördüm. Bazen kendi insanlığından utanırsın. Bir insan kendi kızına ilişir mi? (...) Annesine, bacısına, eşine, kızına, hepsinin suçunu gördüm. Bu tip geldiği zaman şöyle bakıyorum bazen yani, ‘Olamaz’ diyorum. Yani ‘Bu insan değil’ diyordum. Hayvan bile yapmaz diyorum ya. Bunlar beni kahrediyordu. (...)”
- “Bilmiyorsun, sana birileri anlatmış, böyleler, şöyleler gibisinden gözünü korkutmuşlar. Mahkumlar geldiği zaman işte vardiya sistemine gidince bize, mahkûm gördüğün zaman terörist göreceksin manasında, sanki çok daha farklı bir yapıymış, insanmış manasında. Sonra bakıyorsun ki, bunlar da insanmış.”
- “İlk memur olduğum zaman Bayrampaşa’da bir doktor cinayet işlemiş, düşmüş. Anlattığına göre, doktorun binada kapıcısı varmış; kapıcı buna sözlü hakaret ediyor; bu da bunu çekip vuruyor. Cinayetten yatıyordu, Bayrampaşa’da hücrede kalıyordu. Yani o hücrede bile doktor yaşam mücadelesi veriyordu. Bütün gazeteleri alıyordu. Ben yani ilk memuriyetimde o doktoru öyle görünce hayata daha çok bağlandım, hayatı daha çok sevdim. Bir hücrede kalan bir insan eğer yaşam mücadelesi veriyorsa, bizim daha çok vermemiz lazım. İlk mesleğe bağlanmamız buradan geldi.”
BENİ MANEVİ ANLAMDA YAKTI
PSİKOLOJİLERİ HAKKINDA...
m (...) İşimi iyi yapıyorum, yapmak zorunda olduğum için iyi yapıyorum. O kadar ama. Yani hani ürkütüyor beni. Yani ben sevmiyorum, kötü elektriği çok çabuk alabiliyorum. Orası biraz beni manevi anlamda yaktı. Bir kere herkes mutsuz orada, mahkûmundan, geleninden, çalışanından herkes mutsuz orada (...).