Güncelleme Tarihi:
İtalya’dan yeni filmi ‘Şans Tanrıçası’ için geliyor. Ayağının tozuyla buluşuyoruz. Aynı filmleri gibi biri; samimi, duygusal, neşeli... Dünya çapındaki başarılarına rağmen de çok mütevazı. Saatlerce konuşsa bıkmadan dinlersiniz. Ferzan Özpetek’le birer filtre kahve eşliğinde sohbete oturuyoruz. Hayata bakışını da yaşadıklarını da filmlerdeki gibi bütün içtenliğiyle anlatıyor.
‘Şans Tanrıçası’ bir süre arkadaşlarının çocuklarına bakmak zorunda kalan bir çiftin hikâyesi. Siz bunun ötesinde nasıl anlatırsınız?
Diyelim biriyle berabersiniz ve ilişkide sorunlar var... Raffaella Carrà’nın söylediği güzel bir söz vardır: “Cinselliğin ateşi söndüğü zaman şefkat girer araya ve aşkın anlamı şefkattir.” Burada da eleştirmenlerin dediği, ilk defa aynı cinsten olan bir çiftin ilişkilerinin bitmek üzere olduğunu anlatıyorum. Çocukların gelmesiyle onların hayatı değişiyor. İletişim çok önemli. Bir de çocuk eğitimi ve çocuğun büyümesinde en önemli şey kalp ve beyin. Belden aşağı değil, belden yukarı insanların belirlenmesi önemli, onu vurguluyorum.
Yani cinsellik olmadan aşk devam eder mi?
Şefkatin, duygunun olması önemli. Beraber olduğunuz kişi bir süre sonra dostunuz, anneniz, babanız gibi oluyor. İlişki bambaşka bir şeye dönüşüyor. O bambaşka şeye geçiş çok önemli. Orada karşındakini kaybetmemelisin. Bence eğer anlaşma, sevgi, şefkat varsa ilişki çok hoş bir hale geliyor.
Bu hikâye size nasıl geldi?
Abilerimden biri Asaf. Onunla çok iyi anlaşırdık, çok severdim. Birkaç sene önce pankreas kanseri oldu. Hastalığı bayağı ilerlemişti ki yengem aradı, “Ben de kendimi iyi hissetmiyorum. Bize bir şey olursa çocukları sizin büyütmenizi istiyorum. Söz ver” dedi.
Ferzan Özpetek: “Ölüm beni korkutmuyor, insan yaşı ilerledikçe de alışıyor. Abim ve 41 yıllık arkadaşım ‘gittikten’ sonra, öldüler demiyorum, imkânsız dediğim bazı şeyler oldu. Diyorum ki kesin bunların parmağı var!”
Verdiniz mi?
Evet. Durumu Simone’ye anlattım. Çocuklar 9-10 yaşlarındaydı. Okulları nasıl olacak, onlara nasıl davranırız... Dişlerini fırçaladı mı, dersini çalıştı mı... Bunları nasıl yaparız derken bir şaşırdık. Ama zaten böyle bir şey olmaz diyorduk. Hep çalıştığım senariste bunu söyleyip “Böyle bir konuyu anlatsak” dedim. “Çok hoş olur” dedi.
Abinizi kaybettiniz mi?
Evet, üç yıl önce. Bu filmi göremedi. Şimdiki dünyam hep hayal, ölüm, yaşam arasında gidip geliyor. Çünkü son yıllarda kaybettiklerim yüzünden bayağı bir zorluk yaşadım.
Başınız sağ olsun. Ölüm korkutuyor mu sizi?
Ölüm beni korkutmuyor, insan yaşı ilerledikçe de alışıyor. Beni korkutan, o kişiyi bir daha görememek. İki açıdan da: Kendiniz ölürseniz de göremiyorsunuz, onlar öldüğü zaman da... Ama mutlaka bir enerji var. Abim ve 41 yıllık arkadaşım ‘gittikten’ sonra, öldüler demiyorum, imkânsız dediğim bazı şeyler oldu. Diyorum ki kesin bunların parmağı var, müdahale ediyorlar (gülüyor).
Peki, siz çocuk sahibi olmak ister miydiniz?
Hayır; çünkü ben kendimi çocuk hissediyorum. Çocuk büyütmek çok önemli bir sorumluluk. Bizim bir arkadaşımız var, Roberta. O benden ve Simone’den çocuk istedi.
Aa, ne dediniz?
‘Hayır’ dedik. Ama İspanya’daki prosedürler için ona yardım ettik. Kızı şimdi 14 yaşında. Çocuğumuz gibi, çok seviyoruz.
Öngösterimde “Filmlerim hep benden bir şeyler taşır ama bu film benden en çok şey taşıyanı” dediniz. Neden?
Hayatıma çok yakın olan iki film var: ‘Bir Ömür Yetmez’ ve ‘Şans Tanrıçası’. Bu filmde bir sahne var hani, pizza geliyor, komşular, arkadaşlar birlikte yiyorlar. Bu hayatıma çok yakın. Bir sahnede de anneanne başrol karakterlere “Sizin arkadaşlarınız, zenci, mülteci, kız mı erkek mi ne olduğu belli olmayan kişiler” diyor. Benim de dostlarım her türlü ama dostlukları, kalpleri iyi...
Filmlerinizin çoğunda aile kavramı üzerinde duruluyor. Sizin ailenizle ilişkiniz nasıldı?
Abilerimle ilişkim çok iyidir. Annemle de müthiş. Babamla o kadar değildi. Ama babam gittikten sonra onu da kendi içimde çözdüm.
Aşk, filmlerinizin ana temalarından... Aşkı nasıl anlatırsınız?
‘İstanbul Kırmızısı’nın kapağında da yazmıştım, annemin bir sözü: “Aşktan daha üstün bir şey yoktur.” Ben aşksız yaşayamam. Yani aşk dediğim şey de sadece bir kişiye değil, birçok şeye duyduğum bir olay.
Ben aşksız yaşayamam. Yani aşk dediğim şey sadece bir kişiye değil, birçok şeye duyduğum bir olay.
Filmde aldatma kavramı da işleniyor. Aldatmaya bakışınız ne?
Çiftlerden birinin ötekinin yaşadığı şeyi bilmemesi çok kötü. Yaşadığınız bir dünyayı sevdiğinizden saklamayı çok yanlış buluyorum.
Ya karşı tarafa söylersek...
Filmde, düğün sahnesinde çiftlerden biri başkasıyla beraber oluyor. Diyor ki: “O aldatma sayılmaz.” Öbürü de “Aldatma değil ama dikkatli olman lazım” diyor. Sonra uzun süreli bir ilişkisi olduğu ortaya çıkıyor. Benim kafamda aldatmak o. Hayatımda 20 yıldır biri var, Sezen’in dediği çok güzel bir laf oldu: “O senin yol arkadaşın.” Yol dediğimiz de hayat. Yani benim hayattaki annem, babam, kardeşim, sevgilim. Bir sürü şeyi temsil eden biri. Ama bunun yanında benim tutkuya, flörte ihtiyacım var. Birisiyle arada böyle bir güzel iletişimin olması çok hoşuma gidiyor.
Kıskanmaz mı?
Hayır, kıskanacağı noktaya getirmemek önemli olan.
Benim için en büyük ödül...
‘Şans Tanrıçası’ filmi yurtdışında 1.5 sene önce kasımda çıkacaktı ama Warner Bros. filmi gördüğü zaman “Biz bunu Noel’de çıkaracağız” dedi. “Bu yılbaşı filmi değil” dedim. “Siz karışmayın, çok iyi olacak” dediler ve hakikaten çok iyi gitti. ‘Cahil Periler’ 20 yıl önce çıkan ve İtalyanların hâlâ çok ilgilendikleri filmlerimden. Hatta şimdilerde, üniversitelerde İtalya’ya kültürel değişiklik getiren film diye okutuluyor. Benim en hoşuma giden; beni ağlatan, beni güldüren konularda aynı duyguları paylaşan seyircim. Benim için en büyük ödül o.
Altıncı hissim ‘Burak’ dedi
Hayatınızın nasıl bir noktası?
‘Bir Nefes Gibi’yi yazdım, rekor kırdı. Bu filmi çektim, acayip iyi gitti. ‘Serseri Mayınlar’ oyunu kapalı gişe oynuyor. İspanya ve Fransa da aldı; Türkiye’de de
sahneye koymak istiyorum. İki sene önce ‘Madam Butterfly’ı opera olarak hazırladım. O sırada ‘Venedik Bienali’nden aradılar. “Venedik Pavyonu’nda sizin gibi bir yönetmenin beş dakikaya varacak bir filmini istiyoruz” dediler. “Vaktim yok” dedim. Sonra aklıma bir suyun içinde yüzünü tam görüp görmediğimiz bir kadın imajı geldi, Venedik de bir kadın ismidir zaten. Telefonda konuştuğum kadın fikre bayıldı. İtalya’da ve dünyada tanınan çok iyi bir oyuncu arkadaşım var. Onu suyun içinde çektim. Üstüne Venedik’in, hatta Osmanlı’nın olduğu resimler yansıttım. 20 bin kişi seyretti. Roma’daki MAXXI Müzesi’nde yeniden başlayacak. Paris ve İstanbul’a gelecek.
‘Cahil Periler’ de dizi oldu…
13 Nisan’da Disney Plus’ta başlayacak. 85 ülkede aynı anda oynayacak.
Burak Deniz de dizide rol aldı. Nasıl buldunuz onu?
Mina ve Adriano Celentano için Türkiye’de bir klip çektim. Büşra Develi oynadı. “Onun sevgilisi bir çocuk var” dediler. Dedim ki sevgilisini koymayalım. Kaan Urgancıoğlu’nu gördüm, çok hoşuma gitti, Kaan’la oynadılar. Sonra GQ’dan bir ödül aldım. O gece Burak da ödül aldı. Ne kadar albenisi olan bir çocuk, çok başarılı, orada kafama takıldı. Bu arada da İtalya’da Can Yaman çok popülerdi. Bana bir makarna firması “Can Yaman’ı oynatacağımız üç filmlik bir reklam yapmak istiyoruz” dedi. Can’la tanıştık, çok hoş dostluğumuz oldu. Can onlarda oynadı. Dizide de Can’ı mı oynatalım diye düşünüyordum ama başka işleri vardı. Şükrü Özyıldız da çok beğendiğim bir oyuncu. Sonra altıncı hissim ‘Burak’ dedi. O da benimle çalışmak istiyordu, çok iyi oldu.
Can Yaman ile anlaşamadığınıza dair haberler çıktı…
Hayır, öyle bir şey yok. Bir yerde engeller çıktığında onu zorlamayacaksınız. Onun önemli başka bir anlaşması vardı ama ertelendi ve başka bir dizi yaptı. Can çok iyi bir insan. İnşallah çok güzel şeyler yapar. Ama Burak’la ilişkim bambaşka. Abi-kardeş gibiyiz. Aynı oyuncularla sık sık çalışıyorsunuz. Çok iyi ilişkileriniz var sanırım… Oyuncularla aramızda benim de bilmediğim bir büyü var. Mesela benim filmlerimi hiçbir zaman, bir oyuncu senaryoyu okuyup kabul etmez, senaryoyu okumadan kabul eder, “Ferzan Özpetek’in filmiyse tamam” derler.
Bu arada bir de İtalya’da stand-up yapıyorsunuz, değil mi?
Son kapanmada tiyatrolar açıldı ama düşük kapasiteyle. ‘Serseri Mayınlar’ı hazırladığım tiyatroya “Burada insanlar çalışmıyor. Ben tek başıma stand-up gibi bir şey yapayım” dedim. Bir prova yaptık, çok hoşlarına gitti. Hemen Cem Yılmaz’ı aradım, yapacaklarımı anlattım, “Harika, çok iyi” dedi. İki gün sonra yasaklar kalktı. Ve dört gün Roma, iki gün Floransa, bir gün Milano derken 1.300 kişilik salon tıklım tıklım doldu.
Rockstar gibi yaşamıyorum
Kendinize İtalyan yönetmen mi yoksa Türk yönetmen mi diyorsunuz?
Başka ülkeler beni İtalyan yönetmen olarak görüyor. Önce Türk mü İtalyan mı
anlayamıyorlardı. Bazıları Türk asıllı İtalyan, İtalyan Türk diyor. Bence önemli olan, bizim içimizde taşıdığımız.
Siz içinizde ne taşıyorsunuz?
İki ülke de birbirinden güzel. Ben de iki ülke arasında gidip geliyorum, büyük bir şans. Tabii iki kişiliğiniz oluyor ama bunların birleştiği bir nokta da var. Ben de “Ben yönetmenim” diyorum. Şudur budur değil, yönetmen yönetmendir.
Ödüller alıyorsunuz, ilgi görüyorsunuz ama bunlar geçici. Kalıcı olan duygular, dostlarınız, sevgilileriniz...
İtalya’da bir lakabınız var mı?
‘Ferzan Özpetek’in dokunuşu’ diyorlar, çok hoşuma gidiyor. Almodóvar bir gün “Önemli olan filminin bir parçasını seyrettikleri zaman, onun senin filmin olduğunu anlamaları” demişti. Bu hakikaten oluyor.
Hayatınız ne kadar renkli görünüyor. Hiç dram yok mu?
Olmaz mı... Kaybettiklerim, kanser olan arkadaşlarım, onlarla ilişkilerim. Sezen’in iki şarkısı var, benim için çok önemli. Biri ‘Hayat Sana Teşekkür Ederim’; oradaki sözler benim hayatıma çok benzer. “Romanları sevdim, erkekleri sevdim, kadınları sevdim, hayat sana çok teşekkür ederim” der. Bir de ‘Ben Kedim Yatağım’ şarkısı. “Kazanmalar, ödüller boştur” der. Hakikaten ödüller alıyorsunuz, her yerde ilgi görüyorsunuz ama bunların hepsi geçici. Kalıcı olan duygular, dostlarınız, sevgilileriniz...
Peki, şöhret?
Şöhretli olduğumu çok ender zamanlarda anlıyorum.
Tüm dünyada tanınan biriyken mi?
Şöhret elle dokunulur bir şey değil, onun için anlamıyorsunuz. Bir davete gittiğimde kuyruğa giriyorum, “Aa, niye kuyruğa girdiniz” diyorlar. Çöpü dökerken resmimi çekmişler, “Çöpünü kendi döküyor” yazmışlar; kim dökecek! Meşhursan bazı şeyleri yapmaman gerekiyor gibi... İtalya’da seyircinin sevgisi acayip. Hatta CIAK isminde çok önemli bir derginin ‘İtalyan Sinema Endüstrisinin En Güçlü İsimleri’ listesinde geçen sene ikinci geldim. O yazıda “Taormina Film Festivali’ne geldi, yanına dört bodyguard bulmak zorunda kaldık. Rockstar gibi…” yazmışlar. Başlık ‘Rockstar Özpetek’ti.
Rockstar gibi yaşıyor musunuz?
Hayır, yaşamıyorum ama öyleymişim gibi davranıyorlar. Hatta bazıgazetecilerle bir yere gideceğimiz zaman “Tina sen geliyorsun galiba, onun için dikkatli oluruz” falan diyorlar; ‘Tina Turner Ferzan…’ (gülüyor).
Hayatına hep ekleyecek, hiç çıkarmayacaksın
Arkadaşlarınızın sizde en çok değiştirmek istediği özellik nedir?
‘Mumyalar’ dediğim bir arkadaş grubum var. Yani yılların arkadaşları, artık yaşlanmışız falan. Onlar “Bir yere yer ayırtmak için senin ismini kullanıyoruz, başlayacağız artık sana” diye sinirleniyorlar.
Kaç kişi bu mumyalar?
Sekizdi ama biri gitti, yedi kişiyiz. 41 yıllık arkadaşımdı, o kayıp beni çok etkiledi. Bir gecede gitti. WhatsApp’ta birbirimizi kontrol ediyoruz. Yani iyi mi değil mi onu anlıyorsun. Bazen mesela bu mumyalardan biri cevap vermiyor, hepimiz telaşlanıyoruz, meğerse kendine sevgili bulmuş.
Siz hayatınıza bir kere giren insanları sanki kolay kolay bırakmıyorsunuz…
Hiç. Hayatına hep ekleyecek, hiç çıkarmayacaksın. Bazen kalabalık bir sofra olur; sofrada 12 kişi varsa sekizi benim eski sevgilimdir; kadınlı erkekli…
Masadaki yeni sevgiliniz sorun çıkarmıyor mu?
Eski sevgilinizle olan dostluğunuzun derecesi, sizin verdiğiniz yer çok önemli. O artık benim için sadece bir dostum...