Güncelleme Tarihi:
Son söyleşimizin üzerinden tamı tamına yedi sene geçmiş. Bu süreçte Fahriye Evcen evlendi. Bebeğini kucağına aldı. Ekrana biraz ara vermişti, geri döndü. Röportaja başlamadan “Öncelikle nasılsın, mutlu musun?” diye soruyorum. Gözleri ışıldayarak ve gülümseyerek “Evet çok mutluyum” diyor. Hayatında köklü değişimler yaşadı ama o hâlâ aynı; çok sıcak ve samimi... Kusursuz yüz hatları ve fiziğiyle de bana Barbie bebekleri anımsatan Fahriye Evcen’le başlıyoruz muhabbete...
Yıllar seni nasıl değiştirdi, ne yönde şekillendirdi sence?
Zaman ve hayat herkese süreciyle birlikte ne katıyorsa bana da onları kattı. Olgunlaşmak, daha farkında olmak, ‘an’ın değerini bilmek, hem kendine hem dışarıya farkındalığının yükselmesi... Bunların hepsini kapsıyor.
Yaş 35, yolun yarısı derler. 30’larla birlikte nasıl bir Fahriye ortaya çıktı?
İçgörüsü daha gelişmiş, daha bilge, yapmak istediklerini ve yaptıklarını doğru değerlendirebilen, en önemlisi kendine ve sevdiklerine daha çok zaman ayıran, hayatın kıymetini daha iyi bilen, yaşadığı hayatın hakkını vermek isteyen biri.
Hayat sana şimdiye kadar ne öğretti?
Hayatın öğrettiği çok şey var, bunu böyle bir cümleye paketlemek çok zor. Ama bütün detayları bir kenara bırakacak olsam, şöyle bir gözümü kapatıp genel resme baktığımda, yaşamda en önemli olgunun sevgi ve sevginin gücü olduğunu gördüm. Bizi besleyen, var eden, güçlendiren yegâne şeyin sevgi olduğuna inanıyorum. Dünyayı düzene sokacak olan en üst prensip de sevgi bence. Hayat bir armoni veya melodiyse, esas nota kesinlikle sevgi. Bu metaforu çok severim.
Hep daha ciddi ve ağır bir duruşun oldu. Bunun ardındaki seni biraz anlatır mısın? Eğlenceli misin? Nelere güler, ağlarsın?
Aslında birçok şeye güler, birçok şeye ağlarım herkes gibi. Duyguları yoğun yaşayan biriyim esasında. Eğlenmeyi en iyi bilen insanlardan sayılabilirim ama disiplini ve saygılı olmayı da seviyorum.
Kırmızı çizgilerin nelerdir? Neler seni çileden çıkarır?
Kendini savunmakta zorluk yaşayan, yardıma ihtiyaç duyan birine yapılan haksızlığa tahammül edemem ve müdahale ederim.
Kendinde bir özelliğini, huyunu değiştirecek olsan ne olurdu?
Fazla detaycıyım, bunu biraz törpülemek isterdim.
ÇOK BÜYÜK BİR ACIYDI
Güzel bir evlilik, mutlu bir aile, başarılı kariyer... Her şey dışarıdan çok güzel görünüyor. Gerçekten böyle mi? Senin dramların, üzüntülerin yok mu?
Olmaz olur mu, tabii var. Hayat denen bir gerçek var, hayatın içinde acı-tatlı her şey bulunuyor. Mesela yaklaşık iki sene önce babamı kaybettim, bu benim için çok büyük bir kayıp ve acıydı.
Hayatta son yıllarda nelerle dertlerin var? Nelere karşı durursun?
Bir şeyi gerçeğin ötesinde algılamak, yaşamak ve göstermek. Aslında bir samimiyetsizlik hali. Duyguları gerçek haliyle yaşamaktan ve göstermekten imtina ediyor büyük bir çoğunluk. ‘Fake’ (sahte) etmek deniyor ya, çoğunluğun bu konuda bir eğilimi oldu. Sahteleştirmek esasında. Bu beni çok fazla rahatsız ediyor; bunu hissettiğim ortamda asla durmuyorum, bu şekilde yaklaşımı olan biriyle çok da bir sohbetim olamıyor. Bu hayatın gerçekliğinden, gerçek duygulardan kopmamamız gerektiğine inanıyorum. Ve yaşamı, davranışları, duyguları ‘mış’ gibi göstermek bana çok yanlış ve en majör insanlık hatalarından biri gibi geliyor. Dolayısıyla son yıllardaki en büyük derdim bu.
Duygusal mısındır, realist mi?
Kendime söz geçirebilen bir yapım var. Zor durumlar karşısında salmam, sağlam durmaya ve realist bakmaya çalışırım. Ama tabii duygusal bir tarafım da var. Özellikle anne olduktan sonra duygusal tarafım daha da katlandı. O yüzden her ikisi de... Hayat sadece siyah veya beyaz değil, bence hepsi dengeli şekilde var olduğunda hayat denen şey ortaya çıkıyor.
En son ne için ve neden ağladın?
Spesifik bir an yok hafızamda, son dönemi düşünecek olursak ağladığım şeyler genelde Karan’ın anlık, büyüdüğüne dair gözlemlerime olan tepkim. Bebeklikten çocukluğa evriliyor olması beni bazen duygusallaştırıyor. Gizli gizli arkamı dönmüş, gözümden pıt pıt diye yaş akarken kendimi buluyorum.
SAĞ AYAK TAKINTIM VAR
Takıntıların var mı?
Önemli anlarda sağ ayakla adım atma takıntım var. Hiçbir güç önce sol ayakkabımı da giydiremez (gülüyor).
Hayata ve mesleğe dair neler seni besler? Her şeyden uzaklaşmanı sağlayan şeyler nelerdir?
Mesleğe dair beni en çok besleyen şey gözlem. Diğer türlü bu mesleği icra etmek çok mümkün değil, çok gözlem yaparım. Her şeyden uzaklaşmamı sağlayan şey de doğa. Bu sadece mesleğe dair değil, genel hayatımda da böyle; doğanın çok meditatif bir etkisi var üzerimde. Yeşil ve maviyi gördüğüm anda, rüzgârın, denizin, ormanın sesini duyduğumda kesinlikle arındığımı ve sıfırlandığımı hissediyorum. Yeniden doğmak gibi... Her şeyin şifasını madden ve manen doğada bulabileceğimize inanıyorum, yaşım ilerledikçe de bu keşfim ve inancım daha da güçlendi. Doğa beni sağaltan bir olgu.
TARİH MEZUNUYUM, OKURKEN DE GÖRDÜM Kİ TÜRKİYE’NİN TARİHİ ÇOK KÖKLÜ VE GÖRKEMLİ
Ekrana bir süre ara vermiştin, TRT1’de yayımlanan ‘Alparslan: Büyük Selçuklu’ ile döndün. Tarihe meraklı mısın?
Tarih mezunuyum, okurken bu merak arşa çıktı diyebilirim. Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih bölümüne devam ederken gördüm ki Türkiye’nin tarihi gerçekten dünyadaki diğer ülkelerin tarihleriyle kıyas kabul etmeyecek kadar köklü ve görkemli. Okudukça daha da merak ettim, merak edip okudukça daha da âşık oldum.
Hangi dönemi ilgini çekiyor?
Çok seviyorum tarihimizi ve özellikle şu döneme meraklıyım diyemiyorum. Bana göre tarih bütünüyle bizi biz yapan şey. Geldiğimiz noktayı her dönem belirliyor çünkü olan her olay bir öncekinin uzantısı. Hep bir sebep-sonuç ilişkisi. Ve seni o başlangıç noktasından bugüne taşıyan bir bütün. Ve her dönemiyle çok özel.
Bu projede seni çeken neydi?
Bu dizi tarihin önemli bir dilimini, önemli bir medeniyeti anlatıyor. Tarihe olan merakımın dışında dönem işlerini de seviyorum. Tarihe geri dönüp, eğer gerçek bir kesiti anlatıyorsa okuyabileceğin birçok kaynak oluyor; oyuncuyu besliyor. Dolayısıyla bu projeye karar vermem çok da zor olmadı.
Canlandırdığın Akça senin gözünden nasıl biri?
Benim gözümden olanı zaten aktarmaya çalışıyorum. Dolayısıyla artık seyircinin de gördüğü ve hissettiği Akça’dan bahsedebilirim. Zorluklarla mücadele etmiş, savaşçı ruhlu bir kız ama kırılgan ve nahif bir tarafı da var. Bunu özellikle babasıyla olan hikâye çok besliyor. Kırılganlıklarının yanı sıra yaşadığı zorluklarla birlikte kendi başına ayakta durabilmek için kendini güçlendirdiği noktaları da var. Ben Akça’nın günümüzün kadınına ilham olacak bir karakter olduğunu düşünüyorum.
Tarihin o dönemine dair özel bir araştırma yaptın mı?
Tarih okuduğum için geneline hâkimdim ama tabii mikro ölçekte merak ettiğim şeyler oldu. Mesela hikâyede Akça’nın babası olduğu için Nizamülmülk hakkında daha detaylı şeyler okudum. Onun dışında dönemin ruhu en büyük ilham kaynağımdı.
O dönemde yaşamak ister miydin?
Neden olmasın, her dönemin kendine özgü bir ruhu var. Hayat, olduğu her döneme, o dönemin ruhuna ait mutlaka birçok güzellik veriyor. Dolayısıyla o dönemde de yaşamak isterdim; daha zorsa daha zor, daha çok mücadele gerektiriyorsa daha çok mücadele ederek yaşardım hayatı.
ELEŞTİRİ KALDIRAN BİR YAPIDAYIM
Tam 17 yıldır oyunculuk yapıyorsun. Bu mesleğin seni zorlayan yanı neydi?
Hep çok keyif aldım mesleğimi yaparken, dolayısıyla beni zorlayan bir tarafı da yok. Herkesin mesleğinde can sıkabilen şeyler mutlaka vardır. Tabii göz önünde olmanın bazı diyetleri var, yok değil. Ama bunun çok da zorlayıcı olduğunu söyleyemem. Her zaman iş odaklı oldum, işimi zevk alarak yapıyorum. Küçük yaştan bu yana ters giden şeyleri olgunlukla karşılayabildiğimi düşünüyorum.
Ekranda göründüğün andan beri hep ünlü ve takip edilir oldun. Bunlarla başa çıkmanın seni savurduğu zamanlar oldu mu?
Hayır. Az önce de dediğim gibi benim odağım her zaman işim olduğu için bunları hep anlayışla karşılayarak ilerledim. Çok fazla eleştiri kaldıran bir yapım var; bu normal hayatta da, mesleğimde de öyle. Bir şeyler ters gidiyor diye kırılmam, biri beni eleştiriyor diye hayata küsmem, ondan öğrenebileceğim bir şey var mıdır diye bakarım. Çok da hakkaniyetli bir eleştiri değilse asla takılmam, kulak asmam. Böyle böyle bu eleştiri ve zorlu anlardan öğrenebileceğim şeyler varsa onları öğretiye çevirmişimdir, geri kalanlar da zaten beni hiçbir şekilde etkilemez.
Bugün oyunculuğu senden çekip alsak geriye ne kalır?
Merak eden, araştırmayı seven ve öğrenmeyi hiçbir zaman bırakmayan, okumaya, öğrenmeye ve doğaya âşık bir insan kalır.
Sence bu mesleği yapmıyor olsan şimdi ne yapardın?
Muhtemelen sosyolojide ilerlemiş olurdum.
Geldiğin noktada oyunculuğun sendeki karşılığı nedir?
Gözlemlerim nedeniyle içgörü diyebilirim. Hem karşındakine hem kendine çok derinlemesine yaptığın gözlemlerle insanda bir içgörü gelişiyor. Çok eğlenceli bir meslek, biraz oyun oynamak gibi diyebilirim.
ÖZEL BİR GÜZELLİK SIRRIM YOK
Çok güzelsin. Çocuk sahibi oldun ama formun aynı. Yıllar sanki sana işlemiyor gibi bir durum var. Sırrın ne?
Çok teşekkür ederim, bunu bir iltifat olarak alıyorum. Özel bir sırrım yok, güzel ve sağlıklı yaşamaya dikkat ediyorum. Bunu böyle takıntılı bir vaziyette yapmıyorum ama beslendiğim şeylerde uzun vadede bana yarayacak olmalarına özen gösteriyorum. Mesela çok fazla et tüketmiyorum, daha çok sebze ağırlıklı besleniyorum, su içmeye dikkat ediyorum. Yoğun tempodan dolayı hareketsiz kaldığım dönemler oluyor hemen bir fırsat bulduğumda onu dengelemeye, mutlaka sporumu yapmaya çalışıyorum.
EVDE ‘BURAK, SENİN KILIÇLAR NEREDE?’ DİYE SESLENDİĞİM OLUYOR
Beş senedir Burak’la evlisiniz. Her şey dışarıdan çok güzel duruyor. Mutlu bir yuvanın sırrı nedir?
Bence mutlu yuvanın sırrı mutlu insan olmaktan geçiyor ve sevgiden... Kendi içimizde huzurlu ve dengeli olunca mutluluk olağan bir şey haline geliyor. Bir şeyler kötü giderken de mutlu olabiliyorum. Çünkü genel resme baktığımda beni mutlaka iyi hissettirecek bir şeyler oluyor. Ben mutlu bir insan olduğumu düşünüyorum. Burak da öyle. Karan da bizden gördüğünü aynaladığı bir dönemde ve mutlu bir çocuk. Sevgiye gelirsek; sevgi mutlaka var olmalı. Biz sevdiğimiz kadar algılayabilen canlılarız. Dolayısıyla evde sevgiye dayalı bir ilişkimiz var.
Çocuk sahibi olmanın evliliğe etkileri neler?
Her şey hep olduğu gibi aslında. Biz olduğumuz gibiyiz; aşkımız, sevgimiz hep olduğu gibi. Yaptığımız şeylere şu an sadece Karan’ı da dahil ediyoruz, neşemize neşe katıyor. Her şeyi onunla birlikte yapmak daha da eğlenceli hale getiriyor.
Eşin Burak Özçivit’le aşkınızı nasıl anlatırsın bize?
Ona baktığımda sadece sevgi görüyorum. Saf sevgi...
İkinizin de oyuncu olmasının mesleğe artıları oluyor mu?
Net oluyor çünkü bir şeyi yaptığında hayatında doğrudan fikir alabileceğin biri olması çok güzel. Bir projeye çalışırken çok fazla fikir alışverişi yapıyoruz. “Ya bir sahne var, şunu izlesene” dediğimiz anlar da çok oluyor, dolayısıyla artıları oluyor.
İkiniz de dönem işindesiniz, bunun etkileri neler?
Yani yakın olmakla birlikte aynı dönem değil işlerimiz, aralarında 200-250 yıl kadar var. Dönemlerin ruhu farklı ama yine de evde olan kılıçlardan faydalanmıyor değilim. Evde aksiyon koreografilerine çalışırken “Burak, senin kılıçlar nerede?” diye seslendiğim oluyor (gülüyor).
Evde merkeziniz oyunculuk mu oluyor? Sohbetler ve hayat oyunculuk üzerine mi geçiyor?
Mutlaka meslek üzerine veya işle ilgili sohbetler oluyor ama bizim bunlardan bağımsız yıllar içinde birbirimizle paylaştıkça var ettiğimiz bir hayatımız var.
Şu an ikiniz de setlerdeniz. Birbirinize nasıl vakit ayırıyorsunuz?
Boş günlerimiz oldukça birbirimize vakit ayırıyoruz ya da özellikle denk getirebileceğimiz anlar varsa onları kolluyoruz. Karan için de bu konuya biraz önem gösteriyoruz.
ÇOCUK GÖZÜNDEN HAYATI GÖRDÜKÇE YETİŞKİNLERİ DAHA İYİ ANLADIM
İki sene önce anne oldun. Onu ilk kucağına aldığın anı hatırlıyor musun?
Tabii onu, o anı unutmak mümkün değil. Yani ilk dokunduğum, ilk öptüğüm andaki his... Onun yumuşaklığı, hiç zihnimden silinmeyen anlar. Mesela sadece sesini duyduğumda hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Çok büyülü bir andı.
Annelik sende neleri değiştirdi?
En başta bir çocuğun penceresinden bakıp onun gözünden hayatı görmekle birlikte aslında yetişkinleri de daha iyi anladım. Her yetişkinde anlaşılması zor bir davranış gördüğümde, onun da bir zaman çocuk olduğunu düşünüyorum. Çocukken belki benim şu an çocuğuma vermeyi tercih etmeyeceğim nitelikte bir şeyler yaşamış olma olasılığı, onun o anki o çözümlenemez durumunda bir anlam bulabilmeme yardımcı oluyor. Bence anne olmanın bana kattığı en büyük şey bu oldu.
Burak nasıl bir baba? Evde nasıl bir anne-baba mesainiz var?
Çok iyi bir baba. Karan’la çok fazla vakit geçiren, onunla çok güzel oynayan, onun dilinden çok iyi anlayan, onun penceresinden bakabilen bir baba. Biz mümkün olduğu kadar boş vakitlerimizi Karan’la geçiriyoruz. İkimiz de yoğun çalıştığımız için ortak zamanımızda mutlaka bir şeyler planlıyoruz, birlikte vakit geçirmeyi çok seviyoruz, çok eğleniyoruz.
Nasıl bir annesin? Evhamlı mı yoksa akışına bırakan mı?
Evhamlı değilim, akışına bırakmaya çalışıyorum ama anne olarak tabii ki bazen endişelendiğim, kaygı ettiğim şeyler olabiliyor. Yani doğalında...
Çocuğu için gelecek planları yapanlardan mısın?
Hayır, büyük ölçüde gelecek planı yapmıyorum. Zaten zamanla neyi nasıl yapacağını, nasıl isteyeceğini, nasıl şekilleneceğini anlatan bir şey çocuk. Her hafta farklı bir tarafını görüyorsun, şu an gördüğüm çocuk bir sene sonra çok başka bir çocuğa evrilebilir. Dolayısıyla çocuklar hakkında plan yapmak suya yazı yazmak gibi bir şey. Zaten zamanla şekillenecek, neye ihtiyacı olacağını anlatacak ve birlikte şekillendireceğiz.