Güncelleme Tarihi:
1990’larda toplumsal değişim konulu bir konferansını dinlediğim sosyolog Prof. Mübeccel Kıray salona sormuştu, “Kaçınız apartmanındaki herkesi tanıyor”. Bir kişi hariç salonda kimse parmak kaldırmamıştı. Bütün komşularını çok iyi tanıdığını söyleyen genç adamın ısrarına dayanamayan Kıray tartışmayı, “Atma” sözüyle ve kahkahalarla noktalamıştı.
Yaşadığım kent İstanbul, 1990’lardan bu yana daha kalabalık, daha büyük, daha sorunlu ve ‘daha çokkültürlü bir yer’ halini aldı. Anadolu’nun farklı kentlerinden gelenler, birbirimizi kabullenmeyi beceremeden, farklı ülkelerden gelenlerle aynı sokakları paylaşmaya başladık. Batılı expat’lar, zengin Araplar ve mülteciler, Afrika’dan, Afganistan’dan, Suriye’den gelen milyonlarca insan... Çokkültürlülük düşmanlığı, dışlamayı da beraberinde getirdi. Üstüne politik kırılmalar da eklenince, İstanbul farklı yaşam tarzlarının gettolaştığı bir kent halini almaya başladı. Zaten mahremiyetin, sokak kapısının arkasında her şeyin mubah sayıldığı bir toplumda, kamusal hayat zayıflarken ‘içerisi’ daha da kutsallaştı. İşin ilginci, bunlar sadece Türkiye’ye has durumlar değil. Son yıllarda insanlığın en büyük meselesi göç. Dolayısıyla geçen salı açılan 15’inci İstanbul Bienali’nin ‘İyi Bir Komşu’ temasıyla karşımıza çıkmasından daha isabetli bir tercih olamazdı. Türkiye’de çağdaş sanatın gelişmesinde büyük etkisi olan bienalin bu yılki küratörleri, sanatçı ikilisi Elmgreen&Dragset. İkili, 20 yıllık kariyerleri boyunca ev ve komşuluk kavramlarına ilgi duymuş. Zaten dostlukları da tesadüfen aynı apartmanda oturduklarını fark etmeleriyle başlamış.
Zihin açıcı bir faaliyet
Bu yıl 32 ülkeden 56 sanatçının 150 eseri sergileniyor. Neredeyse yarısından fazlası bienal tarafından desteklenerek İstanbul’a özel üretilmiş işler, altı mekâna yayılıyor. Ana mekânın, İstanbul Modern olduğunu söyleyebiliriz. Karaköy’deki Rum Okulu, her zaman olduğu gibi ağırladığı işler kadar terk edilmiş sınıflarıyla da ilgi çekici. Pera Müzesi’ndeyse, müzenin hazinesi klasik tablolarla birlikte güncel sanat işlerini iç içe görmek mümkün. Geçen bienalde de kullanılan Cibali’deki Küçük Mustafa Paşa Hamamı da çok özel bir mekân. İstanbul bienalleri zaman zaman bize kenti keşfetme olanağı da verir. Bu yılın keşfi iki katlı bir küçük apartman. Cihangir’deki Bauhaus üslubundaki Ark Kültür’ü hem içindeki müthiş sergi hem de yapının kendisi hatırına mutlaka görmelisiniz. Son mekânsa; Yoğunluk Sanatçı Atölyesi... Sergiler boyunca Zeyno Pekünlü’nün küratörlüğünde düzenlenecek toplantı, konuşma, içinde yemeklerin de pişirileceği atölyeler, film gösterimleri ve performansların da programını takip etmeniz zihin açıcı bir faaliyet olacaktır.
İnsanlı ya da yalnız eşyalar...
Yine Fred Wilson, Monica Bonvincini, Louise Bourgeois gibi star sanatçılar var Ama bu yıl, belki de ‘en genç’ bienalle karşı karşıyayız. 56 sanatçı arasında 30’lu yaşlarında pek çok isim var. Bir iyi şey de coğrafi çeşitlilik. Bize Ortadoğu’dan, Uzakdoğu’dan, Afrika ve Mağrip ülkelerinden ortak dertleri anlatan çok sayıda sanatçı dikkat çekiyor. Kavramsal yanı kadar, şiirsel yanı da güçlü bir sergi bu. Belki de küratörlerin sanatçı olmasının da etkisiyle kişisel ve dokunaklı işler ağırlıkta. İzleyici bir rehbere ihtiyaç duymadan da pek çok işi tadına vararak izleyebilir.
Öte yandan sanat dünyasında sergilenen işlerin pek çoğunu fazla düz ve katmansız bulanlar olduğunu da söylemeliyiz. Riskli politik alanlara çok girmeyen, temel meseleler hakkında bienal izleyicilerinin aşina olduğu biçimlerde çok sayıda işin yer aldığı görece kolay ve ‘keyifli’ bir bienal bu. Temanın çağrıştırdığı ‘mülteci’ meselesiyle ilgili beklenenden daha az sayıda iş var. Yine de Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda Stephen G. Rhodes’in şişme botlar ve lunapark oyuncaklarıyla yaptığı devasa enstalasyonu ‘Willkommen Varsayımı’nı, Victor Le Guy’un ‘Görünmez Sınırlar İçin Yapıtlar’ adlı bol hikâyeli nefis işini, Olaf Metsel’in ‘Toplama Merkezi’ni, Erkan Özgen’i hiç kuşkusuz onu bir stara dönüştürecek videosu ‘Harikalar Diyarı’nı bu konunun önemli işleri saymak gerek.
Yeraltında ve üstünde evler, odalar, labirentler, iç içe geçen distopik mekânlar, insanlı ya da yapayalnız eşyalar... Ve tüm bunların temsil ettiği hayali ya da gerçek hikâyeler, kültürler, insanlar... 15’inci İstanbul Bienali, komşuluktan söz ederken duvarın hemen ardındakiler hakkında hayal kurup onları anlamak için gayret sarf etmeye yöneltmesi bakımından, benzersiz bir toplam. Neticede iyi komşu bulmak için değil belki ama empati sahibi bir iyi komşu olmak için önemli bir sergi. Ya da en azından bu ihtimalin farkına varabilmek için...
BİENALİN DİKKAT ÇEKEN 12 ESERİ
İnsanın üstüne üstüne geliyor
Young-Jun Tak- ‘Objelerin Sessizliği ve Belagati’
Sanatçının Seul’deki evinin birebir kopyası. Daireyi heykele dönüştürüp müzenin tavanına baş aşağı asmış! İnsanın ‘üstüne üstüne gelen’ bir çalışma. İstanbul Modern.
Seyir zevki veren bir video
Volkan Arslan-’Evim Evim Güzel Evim’
Bu videoda biri; evinin içinde, diğeri; bir balıkçı teknesinin üstünde ‘ev haliyle’ iki kadını izliyoruz. Sonra anlıyoruz ki bu iki kadın da aynı teknede yaşıyor. Genç sanatçı Volkan Arslan’ın işi, hem ironisi hem hikâyesi güçlü, üstelik iyi çekilmiş, seyir zevki veren bir video. İstanbul Modern.
En politik iş...
Erkan Özgen-’Harikalar Diyarı’
Hiç tartışmasız bienalin en politik işi. 13 yaşındaki sağır ve dilsiz mülteci çocuk, IŞİD’den nasıl kaçtıklarını anlatıyor. Şahit olduğu işkenceleri aktarırken dehşete kapılıyorsunuz. Sadece çocuğun yüzündeki korku bile insanlık için utanç vesilesi. Rum Okulu.
En görkemli eserlerden biri
Fred Wilson-’Afro Kısmet’
İznik’te özel üretilmiş dev bir çini pano, avizeler, resimler ve heykellerden oluşan büyük bir yerleştirme. Sanatçı, Osmanlı’da kendi var-adı yok siyahilerin peşine düşüyor. Bienalin en görkemli işlerinden biri. Pera Müzesi.
Çok yalın ama etkileyici
Alejandro Almanza Pereda-’Boş Alan Korkusu’
Hem tarihin üstünün örtülmesine, hem doğanın mahvedilmesine hem de sanat eserinin inşaatlar ve çağdaş kabalıklar karşısındaki kırılganlığına dair pek çok katman içeren, çok yalın ama etkileyici bir çalışma.
Alaycı ve kesinlikle eğlenceli!
Jonah Freeman ve Justin Lowe-’Gölgede Senaryo’
Farklı yaşam tarzlarını simgeleyen insan gruplarının yaşadığı mekânlarda dolanıyor ve onların videosunu izliyorsunuz. Alaycı ve kesinlikle eğlenceli bir iş. Rum Okulu.
Kaybolan mesleklere dair...
Bilal Yılmaz-’Kirli Kutu’
Bir genç sanatçıdan, kaybolan mesleklere adanmış belki de en güzel çalışma. Bir tahta valizin içine kurulmuş mekanik sistem bize bütün o eski ustaları ve onların dünyasını anlatıyor. Rum Okulu.
Bilime iğneyi batıran bir iş
Mark Dion-’İstanbul’un İnatçı Otları’
Bu çalışma, kentin balıklarını ve otlarını bir merak dolabına hapsediyor. Bir yanıyla kentimizin zengin doğal çeşitlilikleriyle tekrar karşılaştıran,
bir yandan da bütün bunları birer katalog resmine dönüştüren, bilime iğneyi batıran bir iş. Rum Okulu.
Çok güzel, çok aşina ve çok farklı
Gözde İlkin-’Devrik Ev’
2000’lerin en özgün sanatçılarından biri Gözge İlkin, kumaşlar üzerine bir tür dikiş ve patchwork’le resim yaparken aile yadigârı kumaşları kullanmış. Üstüne aile hafızasının sindiği resimler. Çok güzel, çok aşina ve çok farklı. Pera Müzesi.
İzlemesi çok zevkli
Pedro Gomez-’Eşyaların Etki Alanı’
Bu ev de yeraltını ve üstünü aynı anda düşünmeye çağırıyor izleyicisini. Bir performans sanatçısının ufak hareketlerle çatlatıp dağıttığı ev, her defasında tekrar toparlanıyor. İzlemesi çok zevkli bir hareketli enstalasyon. Rum Okulu.
Bedenin ve mekânın sınırlarını zorluyor
Tuğçe Tuna-’Beden Damlaları’
Bu performans, engelli bedenlerin de katıldığı bir dans projesi. Sanatçı, bedenin ve mekânın sınırlarını zorlayan bir iş çıkarmış. Her cumartesi 17.30 ve 20.30’da sahnelenecek. Küçük Mustafa Paşa Hamamı.
Hayatın hüzünlü kırıntıları arasında...
Mahmoud Khaled-’Meçhul Ağlayan Adam Müze Evi İçin Tasarı’
Mısırlı sanatçı ülkesini terk etmek zorunda kalan eşcinsel erkeklerden birinin Türkiye’ye yerleştiğini hayal ederek bu ‘müze’yi kurmuş. Evde harcanmış bir hayatın hüzünlü kırıntıları arasında gezindiğinizi düşünüyorsunuz. Ark Kültür.