Güncelleme Tarihi:
Dünya Erkekler Günü’nün önemli iki amacı var: Olumlu erkek rol modellerini kutlamak ve bir yandan da erkeklerin karşılaştığı sorunlarla ilgili farkındalığı arttırmak.
Erkek olmak nasıl bir şey? Erkeklerin yaşadığı en önemli sorunlar neler? 10 yılı aşkın süredir erkeklik merkezde olmak üzere cinsiyet ve cinselliğin toplumsal boyutlarıyla ilgili araştırmalar yapan Sabancı Üniversitesi’nden sosyolog Doç. Dr. Cenk Özbay, erkeklik meselesini, erkek haklarını, aslında yanlış bir terim olarak kullandığımız maçoluğu ve ataerkil dayatmalar nedeniyle modern dünyada erkeklerin yaşadığı sorunları anlattı.
En başından başlayacak olursak... Erkekliği, erkek olmayı tanımlayabilir miyiz?
Erkeklik dediğimizde hem biyolojik-bedensel, hem toplumsal-kültürel hem de kadınlarla ve kadınlık fikriyle ilişkili bir konumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla erkekler, erkeklikle alakalı bir sorun yaşıyorlarsa bunun nedeni mevcut ideallerle, normlarla, beklentilerle örtüşmemeleri, açıkta kalmaları, başarısız olmalarıdır. Çünkü uzun boy, kaslı vücut, iyi eğitim, iyi maaş, duygularını gizleme gibi idealler ve beklentiler aslında imkânsız erkeklik tarifleri yapar. Bunları gerçekleştiremediğiniz ölçüde, oluşan ‘erkeklik açığını’ yapabileceklerinizle kapamaya çalışırsınız. Örneğin iyi maaş almıyorsunuzdur ama çok küfrederek “Gerçek erkek böyle olur” dersiniz... Yahut kaslı değilsinizdir ama kendinizden güçsüzlere şiddet uygulayarak bunu telafi etmeye uğraşırsınız.
Türkiye’de erkek olmak nasıl bir şey?
Tüm toplumsal ideallere ve normlara uymanız, harika insan olmanız ne kadar zorsa, Türkiye’de erkek olmak da o kadar zor. Burada unutulmaması gereken husus, erkeklerin hayatının her anında kadınları boyunduruk altında tutmaları ve hem kadınlar hem de ‘kendilerinden güçsüz’ erkekler üzerinde tahakküm kurmaları beklentisiyle yetiştirilmiş olmaları... Bunun herkes için haksızlık ve vicdansızlık olduğunu fark eden erkekler olsa da hayatını oluşturan ‘erkek kurumların’ baskısıyla karşılaşıyor ve bir şeyleri değiştirmesi engelleniyor.
Bu durum nasıl değişecek peki?
Ailede, eğitimde ve medyada insanların erkek veya kadın olmalarından bağımsız olarak, özgür, yaratıcı ve değerli bireyler olduğunu anlatan bir dil bulmamız gerekiyor. Yani kimse ‘Bir erkek nasıl yetiştirilir?’ diye düşünmek zorunda olmamalı, meseleye ‘İyi bir insan nasıl yetiştirilir?’ diye yaklaşmalıyız. Cinsiyetlerin eşit olmadığı fikrinden hep birlikte uzaklaşmalıyız.
Erkek hakları dediğimizde tam olarak neden bahsediyoruz öyleyse?
Aklınıza gelen ve gelmeyen tüm haklar zaten erkek hakları. Erkek haklarından ancak kadınların erkekler üzerinde tahakküm kurduğu, onları boyunduruk altına aldığı, sınırladığı, tecavüz ettiği, dövdüğü, öldürdüğü ve erkeklerin de buna karşılık örgütlenerek var olmaya ve kendilerini korumaya, özgürlüklerini genişletmeye çalıştıkları bir dünyada bahsedilebilir. Öte yandan, ‘erkekliğin faturası’ gibi bir kavramdan söz etmek mümkün. Bu faturayı sadece kadınlar değil erkeklerin çoğu da öder. Psikolojik ve bedensel açıdan daha sağlıklı olmak, tatmin edici ve karşılıklı ilişkiler kurmak, kendini korumaya ve risk almamaya çalışmak, onurdu, namustu, gururdu, şerefti diyerek soyut kavramlar için kendini heba etmek istememek niyetindeki her erkek de erkeklikle bir mücadele içine girer.
KENDİNE DİKKAT ETMEK KADINSI BULUNUR
Nedir ‘erkeklik faturası’, açar mısınız?
Daha hızlı araba kullanmaya çalışmamak, kavgaya dövüşe meraklı olmamak, bir şeyler uğruna ölmeyi istememek sizi belki daha iyi, daha doğru ve daha mutlu bir insan yapar ama aynı zamanda ‘Sen ne biçim erkeksin?’ sorusuyla da karşı karşıya bırakır ve erkeklikle hesaplaşmanız gerekir. Erkeğin korkusuz olması, risk alabilmesi, ona bir şey olmayacak olmasına inanması beklenir, kendine dikkat etmenin kadınsı bir eylem şeklinde kodlanması söz konusudur.
Erkeklik krizi denilen şey nedir?
Ataerkil düzen, erkeklerin hayatın her alanında kadınlardan üstün olması ilkesi üzerine kuruludur. Ancak bu üstünlüğü her zaman kaba kuvvet ve zorlamayla gerçekleştiremezsiniz; belirli ikna etme, açıklama mekanizmalarına ihtiyaç duyarsınız. Bunlarla kadınları oyunun içinde kalmaya davet edersiniz. Şartlar değiştikçe bu açıklamalar eskir ve değişen dünyaya yetemez hale gelir. O zaman da erkeklik krizi oluşur, yani erkeklerin niye kadınlardan üstün olduğuna ya da daha fazla maaş almaları gerektiğine kadınları ve erkeklerin bir kısmını ikna edemezsiniz. Bu şekilde, erkeklik bir kriz geçirir ve yeni açıklamalar, yeni bahaneler, yeni meşruiyetler inşa ederek ataerkini yeniden tesis eder.
Bir de maçoluktan farklı olarak ‘maskülinizm’ diye bir kavram dolanıyor ortalıkta...
Maçoluk zaten bizde tam karşılığı olmayan bir Latin Amerika kavramı. Türkiye’de kadın-erkek arasındaki ilişkiler, Latin Amerika’daki kadar serbest, kolay ve zevk odaklı değil. Oysa maçoluğun temel bileşeni, birden fazla kadınla duygusal ve cinsel münasebetler yürütmek, birden çok kadından çocuk sahibi olmak. Yani gerçek erkekliği, birden fazla kadını kazanarak elde etmek ve göstermek. Türkiye’nin hem toplumsal yapısı hem ahlak-namus kodları, burada asıl manasıyla maçoluğun oluşmasına engel. Yani kendine ya da bir erkeklik biçimine maço diyenler, bunu bilgisizliklerinden yapıyor.
İsim önemli mi?
Adından bağımsız olarak, erkeklerin kadınlardan daha çok hakka sahip olması, kurumlara hükmetmeleri gerektiğini savunan her fikir yanlıştır ve eşitsizliğin avukatlığını yaptığı için ‘dünya’nın gittiği yöne ters düşer; eleştirilmeye, karikatürleşmeye mahkûmdur. 2000’li yıllardayız ve neoliberal koşullarda yaşıyoruz.
Bu ne anlama geliyor?
Artık insanın cinsiyeti değil, sahip olduğu vasıflar, kapasiteler, performanslar, başarılar öne çıkıyor. Aile ya da cemaat değil, birey daha önemli hale geliyor. Sorumluluk, kişisel olarak tanımlanıyor. Evlilik yaşı yükseliyor, yapılan çocuk sayısı düşüyor. Çünkü kendine odaklanan, kendini geliştirmeye çalışan kadın ve erkeklerin gündemine bu konular eski biçimleriyle girmiyor. Dolayısıyla adına ister erkek hakları densin, ister maskülinizm, isterseniz de maçoluk... Bu algı ve tavırlar cinsiyet eşitsizliğini savunup kadın ve erkeklere farklı roller ve sorumluluklar atfettikçe, bugünün ve geleceğin koşullarını okumaktan uzak, nostaljik öykünmeler olarak kalacaklardır.
“HEM EŞİT İLİŞKİ HEM SAHİPLENİLMEK İSTEYEN KADINLAR”
‘Erkek Psikolojisi’ kitabının yazarı psikolog Mustafa Topkara
İnsanlığın binlerce yıl önce erkekten beklentisi avcı olmasıydı, bugün de aynı! Hâlâ sahiplenici, koruyucu olması bekleniyor. ‘Eşit ilişki’ isteyip aynı zamanda erkeğin ilişkiyi sahiplenici rol üstlenmesini beklemek sadece kadının kafa karışıklığı değil. Sorumluluk eşitliği isteyen ve çalışan kadınla ilişki talep eden ama eşinin maaş kartını alan erkeğin de kafası karışık. Erkek gücünü ‘güçlüymüş’ gibi davranmasından alır; kışkırtılmış öfkeden, tahrik edilmiş cinsellikten, bastırılmış acıdan alır. Bu çocukluktan itibaren ‘giydirilir’ üzerine… Yapay bir güç abidesi çıkar ortaya. Reddedildiğinde, yetersiz hissettiğinde dünyası başına yıkılan, depresyon-erken ölüm-şiddet üçlüsünden birine teslim olan birinden, duygularından korkmaması, kendini açması, paylaşması beklenebilir mi?
HER GÜN AYRIMCILIĞA TABİYİZ
Mehmet D. (Avukat)
Türkiye’de erkek olmak kolay gibi görünse de eğer algıları biraz açık bir erkekseniz aksine hayatı zorlaştırabiliyor. Siz söyleyene kadar Dünya Erkekler Günü’nün varlığından bihaberdim. 37 yıllık yaşantımda Erkekler Günümü kutlayan kimse olmadı doğrusu! Bunu konuşmaya kalksam “Size zaten her gün Erkekler Günü” diye bir cevapla karşılaşırım. Erkek olmak yetiştirilme tarzımız ve yetiştirilirken bize yüklenenler sebebiyle zor. Mesela ‘içgüveyi’ terimi... Bir erkek eşinin ailesinin evinde oturursa toplum tarafından aşağılanıyor. ‘Erkek’ olmanın toplumsal baskısı altında yetişen kişi, başta ekonomik olmak üzere fiziksel ve duygusal olarak da güçlü olmak zorunda. Erkek olmanın güçlü olmakla özdeştirildiği toplumda aslında her gün negatif ayrımcılığa tabiyiz.