Güncelleme Tarihi:
Dominique Pelicot’nun bu insanlık dışı düzeni, 2020’de bir süpermarkette kadınların eteğinin altından gizlice fotoğraflarını çekerken bir güvenlik görevlisi tarafından yakalanmasıyla son buldu. Bu olayın ardından polis Pelicot’nun telefon ve bilgisayarında yaptığı incelemede eşine ait video görüntüleri ve fotoğraflar buldu. Bu sayede Gisèle Pelicot’nun yaşadığı olaylar gün yüzüne çıktı.
Geçen hafta davanın ilk duruşması görüldü ve Gisèle Pelicot duruşma öncesi yaptığı açıklamayla cesaretin ve cinsel şiddete karşı mücadelenin sembolü haline geldi: “Sanıklar davanın gizli olmasını isteyecekler. O nedenle ben tam tersini seçiyorum. Utanç taraf değiştirmeli!” Kimliğini gizleme hakkından feragat ederek cinsel saldırıya maruz kalan kadınları haklarını aramaları için cesaretlendirmek isteyen Pelicot’nun bu sözleri kısa sürede çok güçlü bir slogana dönüştü. Neredeyse tüm dünyada ‘utancın taraf değiştirmesi’ meselesi ve yaşananların erkek şiddeti olarak tanımlanması yeniden konuşulmaya başladı. Aynı rüzgârın sosyal mecralar üzerinden Türkiye’de de estiğini yakından takip ediyoruz. Her iki konuyu da kadın hakları savunucuları ve avukatlarla konuştuk.
◊ Gisèle Pelicot’nun gizlilik hakkından feragat edip “Utanç taraf değiştirmeli” açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Av. Selin Nakıpoğlu: Cinsel şiddet denildiğinde ne anlıyoruz? Karşı tarafın zarar görmesi ve/veya acı
çekmesiyle sonuçlanan, kişiler, canlılar üzerinde üstünlük ve hakimiyet kurmak, maddi-manevi çıkar elde etmek, sindirmek ve benzeri amaçlarla uygulanan hal ve davranışları tanımlar. Bu bir suçtur. Cinsel şiddete maruz kalanın utancı değil, bu suçu işleyen cinsel şiddet failinin utancıdır. Hem bir suça maruz kalıp hem de o su-
çun toplumsal yükünün omuzlarına yüklenmesi gibi bir durum kabul edilebilir mi? Edilirse o da faşistliğin ve rezaletin dibidir. Cinsel şiddet faillerinin hepsinin adlarını bilmemiz, yüzlerini iyice bilmemiz gerekiyor. Cezalarının bitiminden sonra devam edecek olan hayatlarında da kontrol altında tutulmalı, kadın ve çocuklara yakın mesleklerde çalışmaları önlenmeli.
Av. Aslı Karataş: Bu gerçekten çok güçlü bir söylem. Cinsel şiddeti kadınları tahakküm altına almak için kullanan bir zihniyet var. Öyle ki Yeşilçam filmlerinde tecavüze uğrayan kadınların ‘kirlendiği’ üzerinden bir tablo çizildiğini anımsarsınız. O kadın sonra aile kuramazdı, kimse onunla evlenmek istemezdi. Hayatı kararırdı. Patriarka cinsel şiddet silahıyla
tam da bunu söyler: “Benim istediğim gibi davran, itaat et, yoksa hayatını karartabilirim.” Bu sistemde suçun faili değil, maruz kalan utandırılıyor. Eylemin kendisinin yanında toplumda bulduğu karşılık üzerinden ilaveten uygulanan bir şiddet var. Suça maruz kalan suçun etkilerinden kendisini arındırdıktan sonra dahi toplumda gördüğü karşılıkla mücadele etmek zorunda bırakılıyor.
◊ Davada adı geçen sanıkların hepsi erkek. Buradan da “Not all men, but somehow always a man” yani “Bütün erkekler değil, ama bir şekilde suçlu her zaman bir erkek” şeklinde yorumlanabilecek bir slogan ortaya çıktı. Bu da beraberinde ‘kadına şiddet’ yerine neden ‘erkek şiddeti’ dediğimizi yeniden gündeme getirdi...
Av. Selin Nakıpoğlu: Şiddetin öznesini görünür kılmak ve kadınların kadın olduğu için şiddete uğradığı, erkeklerinse kadınlar üzerinde güç kullanmak, onları kontrol etmek ve baskı kurmak için şiddet uyguladığı erkek egemen sisteme işaret etmek için erkek şiddeti diyoruz. Ayrıca olay özelinde bakarsak cinsel şiddet suçu bir erkeklik suçudur. Ataerkil sistemin de yüzyıllardır bu suçu ve faillerini koruma gibi refleks içinde olduğunu da sanırım inkâr edemeyiz.
Av. Aslı Karataş: Ailesini katletmiş bir erkeğin haberini ‘cinnet geçirmiş’ diye anlamaya çalışan bir çizgiden okursunuz ama aynı erkek işyerinde patronuna, askerde komutanına, evde babasına karşı cinnet geçirmez mesela. Ne hikmetse hep karşısında karısı, çocuğu olduğunda gelir o cinnet hali. Failin ve maruz kalanın cinsiyeti olgusu burada anlam kazanıyor işte. Geçen aylarda Türkiye’de yaşayan Suriyelilere yönelik yine bir çocuk istismarı dosyası üzerinden yükselen bir linç dalgası vardı. O zaman da aynısını söyledik: Faillerin ortak özellikleri göçmen olmaları değil, erkek olmaları.
“Muhatapları diğer erkekler”
◊ Bu sloganın erkeklerin hepsini zan altında bıraktığını söyleyen erkekler de “Not all men” yani “Tüm erkekler değil” argümanını öne sürüyor...
Av. Aslı Karataş: Erkek şiddeti kavramını feministler çıkarmadı, ataerkil toplumun bizzat kendisi yaptı bu yakıştırmayı. Erkek şiddeti ifadesini dönüştürebilmek için muhatap bu ifadeyi kullanan kadınlar değil, bu ifadenin gerçek olmasına sebep olan erkekler. Tam da bu sebeple ‘diğer erkekler’ yüzünden zan altında kalan erkeklerin muhatabı da feministler değil, o ‘diğer erkekler’.
◊ Türkiye’de de Pelicot davasına benzer olaylar yaşandı, yaşanıyor. Takip ettiğiniz dava ya da davalar özelinde, bizde sürecin nasıl işlediğini anlatabilir misiniz?
Av. Selin Nakıpoğlu: 23 senedir erkek şiddetinin çok çeşitli boyutlarına tanık olduğum davaların avukatı oldum, olmaya da devam ediyorum. Birkaç satırda neler yaşandığını, travmaları, duruşma aşamalarında başka boyuta taşınan şiddeti anlatmam mümkün değil. Cinsel şiddete maruz kalanların soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki en önemli regülasyon İstanbul Sözleşmesi’dir. İlk imzacısı olmakla övündüğümüz sözleşmeden mahrum kalıyor olmaksa akıl almaz bir durumdur. İnfaz yasasını değiştirerek, örtülü afların getirilmediği, etkin cezalandırmanın hissedildiği ve yaşandığı bir hukuk sistemi, hemen şimdi!
‘Toplumlar ikiyüzlülüğü bırakmalı’
Canan Güllü
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı
Yıllardır yaptığım tüm açıklamalarda ifşa etmenin öneminden bahsederim. İstanbul Baro-
su’nda binlerce ensest dosyasının olduğunu biliyoruz. Ama bu dosyaların ne kadarı yargıya intikal etti, ne kadarı yargıda kabul gördü ve dava sürecine gitti ve ne kadar insan aslında bu konuda mahkemeye ya da kolluk kuvvetine gitme cesareti gösterebildi? Tüm kamuoyunun dikkatle izlediği Narin’in davasında bile sunucuların ‘cinsel istismara’ uğramıştır demeye imtina ettiği bir konumdayız. Gisèle’in dünyada slogana dönüşen cümlesi bizim tüm söylemlerimizi kapsıyor. Yıllardır tecavüzle çocuk istismarının farkını anlatmaya, erkek şiddetinin ne olduğunu açıklamaya çalışıyoruz. Ancak görüyoruz ki toplum hâlâ cinsel suça maruz kalanı, ‘eteği kısaydı, saçını salladı’ gibi laflarla suça maruz kalmasına bahane arıyor. Toplum ikiyüzlülüğü bırakmalı. Bu anlamda medyanın dili de oldukça önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliği normlarına uymayan dilde yapılan haberler toplumsal olarak geri kalmamızı sağlıyor. Cinsel saldırıya maruz kalan kişi utanmayacak, utanması ve hukuk önünde cezalandırılması gereken kişi faildir. Bunların üzerini örtmeye devam ettiğimiz, yanlış dil kullandığımız sürece suça maruz kalan utanacak, kolluğa gitmeyecek, sokağa çıkmayacak, konuşmayacak ve kendi içine kapanıp acısıyla yaşayacak.