Oluşturulma Tarihi: Aralık 02, 2018 08:30
Şöyle bir hava almaya çıktım...Yazarımız bu hafta sahnelerin tozunu yuttu.
Hop yine sokaktayım. Sanata gideceğim. Ama öncesinde hem ilkokuldan hem de Türkiye’nin kaymağını yediğimiz mahallemden arkadaşım Ercan’la bir çay içmeye buluştum. Eskiden şöyleydi böyleydi, konuşuyoruz.
“Önceden mahallede üç-beş ünlü anca vardı. Barış Manço, Enis Fosforoğlu, bir de ‘Olacak O Kadar’daki kelbaş mesela. Şimdi her yerden ünlü çıkıyor” dedi Ercan. “Nitekim eski sinemaların da çoğu sahne oldu” diye de tespitini tamamladı. “E ne güzel işte oğlum, sinemalar ilk kapanmaya başladığında PlayStation kafeye dönüyorlardı, ne güzel sahne doldu etraf, fena mı” dedim. “Ben o işleri çok sevmiyorum abi, hâlâ öyle elde kurukafa falan” dedi Ercan.
Tam ben “Abi ne yaptın, kaç yılından bildiriyorsun” derken eşbaşkan aradı, son dakikada iş patlamış, oyuna gelemeyecek. Kapattım telefonu, dedim “Ercan kalk, modern dans izlemeye gidiyoruz. Gel bir bak bakalım, sen gitmeyeli iş nerelere varmış...”
Hidrolik platform oyunları
Bindik metrobüsümüze, vardık performans sanatları merkezine. Ercanımın şansına, iddialı bir prodüksiyona da denk geldik. Mahallenin bütün ünlüleri de burda. Ercan esnaf olduğu için hepsini az çok tanıyor. “Ooo X Abi, ooo Y Abla”, selamlaşmadık ünlü bırakmadı. Bir süre sonra havaya da girdi, buralar benim ortamlarım modunda selamlaşa selamlaşa yürüdü; ben de yanında ünlünün arkadaşı gibi, selamlaştıklarına omzunun arkasından gülümsedim.
Performanstan acayip randıman aldık. Ercan daha önce boş konuştuğunu kabul etti. En çok sahneye kurulan hidrolik platformdan etkilendi, “Valla bravo, ben onun üzerinde iki dakika duramam, bunlar bir de bir saat dans ediyorlar” dedi. 30 yıllık hukukumuzun, entelektüel seviyesi en yüksek sohbetini yaparak muhitimize döndük.
Ben o günden sonra hızımı alamadım, Tiyatro Festivali’nin de başlamasıyla yanıma yeni eküri katarak oyundan oyuna sekmeye devam ettim.
İnsanların telefonlarını kırma hayali Bir sonraki seferde sahnede yine hidrolikli-mekanikli bir sistemle karşılaştık. Bu kez yanımda yer alan ve kendisi de bu işlerle iştigal eden arkadaşım, Ercan’ın aksine teknolojiden hiç etkilenmedi. Hatta “Tiyatro bu değil” noktasında eleştirileri oldu. Katılmadım, “Ulen sen mi çiziyorsun bu sanatın sınırını” dedim, tartıştık, tartışırken Ercan’ı özledim, “Keşke yine onla gelseydik” dedim.
Sıradaki oyunumuza eşbaşkanla gitmeyi başardık ve önde mütemadiyen telefonuyla oynayan izleyiciye “Hanımefendi, üç dilde anons yapılıyor telefonunuzu kapatın diye, bu kadar basit bir cümlenin neresini anlamıyorsunuz tam olarak” demek suretiyle olay çıkardık. Haklıydık ama kazanamadık. Zaten nereye kazanıyorsun; telefonuyla oynayanı bırak, fotoğraf çeken insan var salonda. Öyle bir-iki kişi de değil.
Oyun galiba iyiydi ama ben kafayı halkımızın bu küçük hırtlıklarından vazgeçmeme konusundaki kararlı tutumuna taktığım için pek bir şey anlamadım, sürekli insanların ellerinden telefonlarını alıp kırma hayalleri kurdum. Olan biteni ıskaladım.
Bir sonraki biletimiz bizi harika bir dans tiyatrosuna taşıdı. Danstan ailece çok etkileniyoruz zaten. Performans zarfında fısır fısır konuşanlara bile takılmadık, küfretmedik. Yaşama sevinciyle dolmuş olarak hoplaya zıplaya eve döndük.
Tabii her gördüğümüzden bu seviyede etkilenmiyoruz. Arada “Ya bırak Allahını seversen” dediğimiz de yarım ağızla “Yani şimdi emek vermişler ama...” diye mırıldandığımız da oldu. O noktada çuvaldızı kendimize batırmaya çalıştık, “Biz mi anlamadık acaba” diye bir şüphelenir gibi olduk. Ama sağa sola şöyle bir baktım, o basit anonsu anlamayan, bir saat sessiz kalmayı beceremeyen bir başka adam kalkmış ayakta alkışlıyor. Bunun anlayıp da benim anlamadığım bir durum olamaz sonucuna vardım. Çuvaldızı da ona batırdım, hak etti çünkü ayarsız.