Güncelleme Tarihi:
Enis Arıkan’la iki saat takıldığınızda derdiniz tasanız rafa kalkıyor, onun pozitif dünyasına dalıyorsunuz.
Hoşsohbet ve eğlenceli biri... Asla sinirlenmediğini ve kimseyle kavga edemediğini söylüyor, “Karşımdaki bağırıyor, ben duruyorum. İçimden ‘Çay içip dizi izlemek varken şu an niye kavga ediliyor’ diye geçiyor. “Özür dilerim, hadi geçti’ diye kapatıyorum konuyu” diye anlatıyor. Kendini, aklından kötülüğün ‘k’sinin bile geçmediği, utangaç biri olarak tarif eden 38 yaşındaki oyuncuyla sohbetimize buyurun...
Sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa hep pozitifsin. 24 saat sevimli olmak zor değil mi?
Öyle ayakta kalıyorum galiba. Bence her şeyi tatlılıkla çözmek hayattaki en büyük başarım. Her şeyle ilgili iyi düşünüyorum. Aklımdan kötülüğün ‘k’si geçmiyor.
Arada sinirlenip kavga falan da etmez misin?
Asla etmiyorum. Çocukken daha kaprisli ve zordum. Ama 30’umdan sonra bir şey oldu. En son kiminle kavga edip sesimi yükselttiğimi hatırlamıyorum bile. Benim insanları üzmek, kırmak gibi bir korkum var. Tanındıktan sonra daha da içime kapandım. Kapris yaptığım, şımardığım zannedilir, her yaptığım yanlış anlaşılır korkusu sardı beni... Her şeyi ılımlı çözmeye gayret gösteriyorum.
İnsanlara bu kadar pozitif yaklaşırken strese girdiğin olmuyor mu?
Depresyonu da tatlışlıkla geçirmeye çalışıyorum. Instagram’da story çekmemin en büyük sebebi kendimi iyileştirmek.
Nasıl yani?
O depresif ruh halinden kurtulmak, yalnızlığımı gidermek, sıkıntılarımı aşmak için sosyal medyayla bu kadar haşır neşirim.
Sen insanları mutlu etmeye bu kadar takılmışken seni neler mutlu ediyor?
İnsanlarla mutlu mesut yaşamak... Hiçbir kötülüğün, fesatlığın ve kıskançlığın olmaması... Ben kıskançlık konusuna çok takık bir tipim. Kimseye inandırıcı gelmiyor ama hiç kıskanç değilim. Kıskanmanın da günah olduğunu düşünüyorum.
Biraz Pollyanna mısın?
Psikoloğuma bir gün “Bana biri kötülük yaptığımda aklıma ilk gelen şey, ‘Kıyamam. Niye bunu yaptı bana, ne derdi var’ diye düşünmek oluyor” dedim. ‘Bu bir kibir mi’ diye merak ediyordum. O da bunun bir savunma mekanizması olduğunu söyledi, “Bana zarar verdi diye düşüneceğine ‘Ne derdi var’ diyerek olayı kolay atlatmaya çalışıyorsun” dedi. Belki gerçekten bir savunma mekanizması ama bence gerçekten güzel konuşarak ve tatlılıkla her şey o kadar güzel çözülebiliyor ki ben o şiddeti hiç anlamıyorum.
Peki, bu kadar pozitiflik içinde hiç sanatçı egon falan olmuyor mu?
Hiiiiç! Zaten bu hayatta istediğim tek şey kahve!
KOLAY VURULAN BİRİ DEĞİLİM
Canlandırdığın Muzo, aşkını içinde yaşıyor, söyleyemiyor. Sen âşık olsan içinde mi yaşamayı seçersin?
Yok, ben söylerim; içimde kalmasın. Yaşadım, yaşayamadım; çok umursamam. Zaten ben aşkın bir ömür sürdüğüne inanan biri değilim.
Bir röportajında “Aşkı en son çocukken yaşadım” demişsin. Doğru mu?
Evet, ben öyle kolay vurulan biri değilim.
Bu çok seçici olmakla mı ilgili?
“Kasvet, kavga, gürültü içine mi düşeceğim” diyorum. Kendi kendime yaşamak daha iyi gibi geliyor. Çünkü ilişki yaşadığımda da kavga edemiyorum.
Nasıl yani?
Karşımdaki bağırıyor, ben duruyorum. İçimden ‘Çay içip dizi izlemek varken şu an niye kavga ediliyor’ diye geçiyor. Hemen “Özür dilerim, hadi geçti” diye kapatıyorum konuyu. Her şeyden çok kaçıyorum.
SESİM TİTRİYORDU, ÇARPINTIM OLDU...
Kanal D’de yayımlanan ‘Camdaki Kız’la ilk kez ekranda dram yapıyorsun. Komedi ve dram… Hangisi daha eğlenceli?
Komedi de çok keyifli ama hayalim hep buydu.
İlk dram işinde heyecanlandın mı?
Oyuncu koçum bu işe başlarken “Enis acilen bu ruh halinden çık, her şeyi tatlı halledeceğim diye duygularını kaybedeceksin” dedi. Bu konuşma beni çok etkiledi. “Konservatuar okudum, benim için role girmek dert değil” diyordum ama ilk bölümde çok zorlandım. Üç repliğim vardı, defalarca çektik. Sonra oynadım, ilk başta istediğim gibi olmadı. Kurdeşen döktüm diyebilirim. Ama zamanla istediğim gibi oldu.
İlk bölümü izlerken ne hissettin?
“Ben bittim” diye izledim. Çünkü ilk çektiğimiz sahnede sesim öyle titriyordu ki... Kalp çarpıntım oldu.
Ama hemen geçti bunlar. Bana da ders oldu. Bir şeyleri unutup hayatımı nasıl tekdüze hale getirmişim; yüzüme tokat gibi vurdu. Bu yüzden Muzo karakteri bana çok iyi geldi.
Muzo karanlık bir tip. Senin kendi karanlık dünyana dair keşifler oldu mu?
Evet, bir derdim varsa o derdin içinde biraz boğulmam gerektiğini hatırlattı bana.
Bu sezon Muzo’yu neler bekliyor?
Biz de her hafta senaryo geldikçe öğreniyoruz. Ama ‘camdaki kız’la aynı evde yaşamanın baskısından dolayı tam evi terk edecekken annesinin kıza yaptığı baskıyı fark etti, evde kalmayı ve kızı kollamayı tercih etti. Yani Muzo evde herkesi izleyecek.
Kapandığı odada kameralar yardımıyla evin içini ve yaşanan tüm gariplikleri izliyor…
Çok zeki... O felaketlerin içinde, egoların çarpıştığı bir evde barınamayacağını bildiği için odasında kendine bir yaşam kurmuş. Tam bir Enis Arıkan hareketi aslında... Ben de öyle bir evde olsam odamdan çıkmazdım. Şu an da odadan tek çıkma sebebi ‘camdaki kız’.
BABAMI KAYBETMEK TRAVMAM OLDU
Muzo travmalı bir karakter. Senin de travmaların var mı?
Olmaz mı? Sana söyleyebilir miyim, bilmiyorum?
Biraz anlatsan…
Babamı kaybetme travmam var, aşamadığım.. Babamı yatakta bulduğumuz anın korkusu hâlâ hep içimde.
Ani bir kayıp mıydı?
Evet. 19 yaşındaydım. Ablamın “Baba” diye çığlık atmasıyla uyandım, yataktan “Babamı kaybettim” diye fırladım. Daha 52 yaşındaydı, çok gençti.
O dönem yaşadıklarını senaryolaştırmak istiyormuşsun. Neler yaşadınız?
Çok varlıklı bir aileydik. Babam öldükten sonra borçları olduğunu ve babamın da o stresten gittiğini öğrendik.
Hayatın bir günde mi değişti?
Bir şeyler olduğunu hissediyordum ama “Babam ne kadar kaybeder ki...” diyorduk. Fabrikaları falan vardı. Her şeyi reddi miras yapıp sıfırdan bir hayata başladık. Anneme o gün döndüm, “Biz şimdi ne yapacağız” diye sordum. Annem “Ne demek ne yapacağız? Hayatımıza devam edeceğiz” dedi. Üçümüz birbirimize sarıldık. Annemin gücü bize geçti; onun gücünü film yapacağım.
Yokluğu görüp yeniden para kazanmaya başlayınca daha tutumlu oldun mu?
Hiç tutumlu değilim. Babam çok dağıtan biriydi. Bizim eve gelen herkesi tepeden tırnağa giydirir öyle gönderirdi. Ben de eve gelen arkadaşlarımı kıyafet odasına sokar giydiririm, aynı babam gibiyim. Ama şöyle hırslarım da oldu: Annemin sattığı yüzükleri hatırlarım.
Son yüzüğünü satarken bana gösterip “Bu da gidiyor” demişti. “Sana söz veriyorum, bir gün alacağım” dedim.
Alabildin mi?
15 yıl sonra... 4-5 yıl önce ona çok büyük bir doğum günü partisi yaptım, tektaş aldım. “Bana bunun sözünü vermiştin” dedi. Hayatım ablama ve anneme güzel bir hayat kurmaya odaklı...
ÇOK TAKINTILI VE UTANGACIM
Çok popüler bir isim olmak sana ne hissettiriyor?
Çok tatlı, özel... Herkesin bana olan ilgisine bayılıyorum ama “Aa beni tanıyorlar” diye de hareket etmiyorum. Beni bir başka sevdiklerini biliyorum. Hiçbir oyuncuya bana yaklaştıkları gibi yaklaşmıyorlar, bana çocukları gibi sarılıyorlar.
Evet, ‘Bizim evin oğlu’ halin var. Bu biraz da tehlikeli bir durum değil mi? Dağıtamazsın, bağıramazsın, küfredemezsin…
Hiç öyle düşünmüyorum, öyle bir korkum yok. Kendi oğulları sokakta nasıl bağırıyorsa ben de bağırabilir, ayıp bir şey yapabilir, küfredebilirim. Çünkü başka türlüsü sahte olur.
Bazen “Kimse benden bir şey beklemesin kardeşim, o kadar da dünya tatlısı değilimdir belki” diye hırslandığım da oluyor.
Sosyal medyada hayatına dair her şeyi paylaşıyorsun. Göründüğün kadar rahat mısın?
Çok takıntılı ve utangacım. Her şeyden utanırım. Kolumdan, bacağımdan… Çocukluğumdan beri tek başıma toplu taşımaya binemem, tuvalet sırası bekleyemem. Biriyle buluşacaksam o gelmeden kafeye giremem. Arabada bekler, o geldikten sonra içeri girerim. Tek güvendiğim şey sosyal zekâm. Onunla yürürüm...
Sahnede herkes seni izlerken ne oluyor peki?
Sahnede öyle değil. Orada çok rahat ve güçlüyüm. Bildiğim alan, orayı yönetiyorum. Bu dediğim utangaçlık günlük hayat için geçerli. İlla yanımda biri olması lazım.
‘BEN TATLI BİRİYİM, BU KEŞFEDİLECEK’ DEDİM
Kendini ekranda izliyor musun?
Artık izliyorum, aştım o durumu.
Önceden izleyemez miydin?
Evet, her şeye çok takarım. Şimdi bir tık daha barıştım. “Ben buyum, bu kadarım. Seven sever” dedim. Ondan sonra da işlerim rast gitmeye başladı.
Nedir insanı bu noktaya getiren?
Çok fazla parasız kalmak... İşlerim bir süre tutmadı, çok sıkıntı çektim, hâlâ annemle yaşıyordum. Bir gün karar verdim, “Kendime emek vereceğim; ben tatlı biriyim, bu keşfedilecek” dedim.
Ve sonra sosyal medyayı keşfettin…
Evet, bazı oyunculara doğal hallerini göstermek yaramıyor ama bana yaradı. Arkadaşlarım “Bu kadar eğlenceli paylaşımlar yapıyorsan oyunculuk yapamazsın” dedi. Çünkü bize oyuncuların gizemli olması öğretildi. Ben de aslında bunun cinnetini yaşadım. Gizemli bir tip değilim. Mikrofon görünce başka türlü konuşan biri de olmak istemiyorum. Kendime “Ben böyleyim. Olmadı, sosyal medyayla geçinirim” dedim, kendimi inanılmaz güçlü hissettim. Hiçbir yapımcıya ihtiyaç duymadığını hissetmek iyi geldi. Eskiden parasızlıktan her diziyi kabul ederken başka bir lükse ulaşmak iyi hissettirdi.
Kendini yakışıklı buluyor musun?
Yok ya. Eskiden kendimi beğeniyordum ama bu arada bana hiç “Yakışıklısın” diyen yok.
Bence boylu poslu, yakışıklısın…
Sağol, geçenlerde de Nevra Serezli “Sen ne kadar yakışıklıymışsın” dedi, inanamadım. Ben hep yanağı sıkılan, sevimli kişi oldum.
Sosyal medyada en doğal hallerini paylaşıyorsun. Bana hep çok özgüvenli gelirdin...
“Oyuncu güzel görünmeli” kalıbından çıkmak, hiçbir oyuncunun yapmadığı zibidilikleri yapmak beni iyileştiriyor.