Güncelleme Tarihi:
Hastam işlerini devretti ve kalan ömrünü huzur içinde tamamladı
İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Tayfun Hancılar
Tüm tedavi seçeneklerini tüketmiş ve önünde sınırlı zamanı kalmış hastaya, detaylı bilgi vermek ciddi moral çöküntüsüne neden olabilir. Bu durumda doğru olan, doktorun bunu hastanın birinci derece yakınlarıyla paylaşıp ortak karara varması. 30 yıllık meslek hayatımda yaşadığım böyle iki örnek var. Yıllar önce sanayici bir hastam maalesef hiçbir tedaviye olumlu cevap vermemiş ve hastalığı ilerlemişti. Kendisi bir gün gelip “Hocam bütün hayatımı bu işi kurup geliştirmek için harcadım ve işimi çocuklarıma devretmek istiyorum. Ne kadar sürem var?’’ diye sordu. Hastamın bu özel durumunu göz önüne alıp “Derhal devredin’’ dedim. İlginç bir şekilde ömrünün kalan süresini huzurlu tamamladı. Ama bunun tam aksi bir örnek de var. Kemik metastazları nedeniyle tedavi gören genç yaştaki bir hastamın yakınlarına ‘en fazla altı-sekiz ay ömrü var’ bilgisi verilmişti. Oysa biz tedavi konusunda umutsuz değildik. Hastaya tam aksi yönde olumlu konuşmalar yaptık, hatta teşhis sonrası kendisinden uzaklaştırdığı nişanlısıyla tekrar barışmasını ve tedavi sürecini birlikte geçirmelerini sağladık. Hastamız şu anda altıncı yılında. Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi her hastanın şartları ve kişilik yapısı farklı. Doktorların bu tip kararlarda hasta yakınları ve olanak varsa psikiyatrlardan görüş alarak karar vermeleri doğru olacaktır. Ama unutmamak lazım ki her hasta ayrı bir öyküdür ve biz bu hikâyeleri aynı kelimeleri kullanarak yazamayız.
Hastanın veda etme hakkı elinden alınıyor
Sağlık hukuku uzmanı Av. İlker Burgaç
Ölümcül hastalığı olanlara yakınları ve hekimler tarafından tanının açıklanmaması iyi niyete dayansa da beraberinde çok sayıda hak ihlalini getiriyor. Hastaya gerçeğin söylenmemesi, HHY (Hasta Hakları Yönetmeliği) Madde 19 ve TDN (Tıbbi Deontoloji Tüzüğü) Madde 14/2-3’e dayandırılıyor. Ancak çok iyi değerlendirme yapılmalı. Çünkü hastaya tanısı açıklanmadığında başta anayasadan kaynaklanan ‘kendi geleceğine karar verme hakkı’ olmak üzere, çok sayıda hasta hakkı ihlal edilmiş olur. Örneğin bilgi edinme hakkı, tedavi yöntemine karar verme hakkı, tedaviyi reddetme hakkı, kendi istemedikçe bilgilerin başkalarıyla paylaşılmaması hakkı... Bunların yanı sıra sevdiklerine veda etmek isteyebilir veya sevmediği birine içini dökmek isteyebilir ya da malını mülkünü satıp tatile çıkmak isteyebilir. Tanıyı saklamaya karar verdiğimizde çok sayıda soruya cevap bulmak ve doğması muhtemel sorunları doğru ele almak gerekir. Öncelikle buna kim karar verebilir? Tanıyı gerçekten saklamak mümkün mü? Tanı açıklanmadan hastanın tedavi sürecine katılımı nasıl sağlanacak? Hasta durumu öğrenirse hekime ve yakınlarına karşı gelişecek güvensizlik nasıl giderilecek? Bu durumun kötüye kullanılma ihtimali de vardır. Kısa ömrü kalan ebeveynlerin mirası kendi tercihine göre taksim edeceğini bilen yakınları olabilir. Tüm bu olası olumsuzluklar ve hak ihlalleri yerine hastamızın kendi geleceği hakkında karar verme hakkına saygı duyarak, hekimle işbirliği içerisinde uygun şekilde tanının hastaya açıklanması ve tedavi konusunda vereceği kararlar doğrultusunda süreci ele almak en doğru seçenek olacaktır.
İki taraflı oynanan bir mutluluk oyunu gibi
Gazeteci Aslıhan Lodi
Aslında aynı kanserin türü gibi, hastalık sürecinde neler yaşandığı da çok kişisel. Bilmek bazı insanları mücadele etmek için güçlendirirken, bazılarını depresyona sokabilir. Bizim hikâyede, doktorun abimle bana açıkladığı ‘çıplak gerçeği’ anneme söylemek istemedik, söyleyemezdik. Kaldıramazdı ama tabii zaman içinde herkes, her şeyi anladı. Hastanede uzun zaman geçiren bir hasta yakını olarak, ne yaşandığının kimseden saklanamayacağını düşünüyorum. Dev gibi ‘onkoloji servisi’ tabelaları, serumlar, ilaçlar, yan odalarda ve koridorlarda yaşanan manzaralar parçaları birleştirmeye yetiyor. Gözü yaşarmadan “İyileşeceksin, yakında eve gideceğiz” diyebilmek, hayali yaz tatili planları yapmak.... İki taraflı oynanan bir mutluluk oyunu gibi.
Bilmek istemiyor gibiydi, söylemedik
Turizmci Ahmet Çevik
Babam uzun yıllardır koah hastasıydı. Ayaklarından da rahatsızlığı olduğu için yürümekte zorluk çekiyordu. Bir gün yine fenalaştığında hastaneye götürdük ve bir süre orada kaldı. Eve çıkardığımızda kanaması oldu. Babam şüphelendi ama bizimle bu konu hakkında konuşmadı, geçiştirdi durumu. Bilmek istemiyor gibiydi. Tekrar hastaneye gittiğimizde bağırsak kanseri olduğunu öğrendik, kanama da buradan meydana gelmiş. Ben tek çocuğum, annemle karar alıp babama söylememeyi tercih ettik. Diğer hastalıkları sebebiyle zaten morali ve psikolojisi iyi değildi. Bunu öğrenirse daha kötü olacağını hatta tedaviyi bile kabul etmeyeceğini biliyorduk. Birkaç gün sakladık ama sonrasında babam ağırlaştı ve yoğun bakıma alındı. Yoğun bakım sürecinde arada bir yanına girmemize izin veriyorlardı, bizimle konuşacak hali yoktu. Kanser için tedavi görecek bir vakti olmadı maalesef, yoğun bakımdan çıkamadı babam.
Ben Doğu tıbbına inanıyorum: Hastanın olabilecek mucizelere inanmasını engellememek gerek
Genel cerrah Prof. Dr. Umut Barbaros
Hastalarla konuşurken kanser kelimesini dahi kullanmıyoruz. Hastanın psikolojisini yıpratıyor. İmmün sistem için moral çok önemli. Stres faktörlerini artırıcı kelimelerden uzak durmak gerek. Ama hasta yakınlarının durumu bilmesi gerek ki tedaviye katılabilsin. Biz Doğu tıbbı ve Batı tıbbı diye ayrılıyoruz bu konuda. Ben Doğu tıbbına inanıyorum. Hipokrat’ın çok güzel bir lafı var: “Biz hekimler nadiren tedavi ederiz, sıklıkla telkin ederiz ama her zaman teselli ederiz.” Bu aslında bizim kendimizi kader belirleyici olarak görmememiz gerektiğini söylüyor. Hastanın olabilecek mucizelere inanmasını engellememek gerek. “Şu kadar ömrünüz kaldı” gibi cümleler kurmak doğru değil. İşin ciddiyetinden uzak konuşmak da doğru değil. Doktorun umudunu kaybedip dürüstlük adına bunu yansıtması doğru değil. Aslında bu, hekimin sorumluluğu üstünden atma kaygısı. Tanrıcılık oynamaya gerek yok. Yasal sorumluluklarda var olma işini kâğıt üzerindeki formlarla ve hasta yakınlarını bilgilendirerek yapabiliriz.
Öleceğini birden söylerseniz hastayı iyileştireceğiniz varsa bile kendi kendini yemeye başlar
Beyin cerrahı Doç. Dr. Tufan Cansever
Sadece sayılarla ve kitapta yazılanlarla ilgilenen hekimler, hastaya “Bu işin ömrü 6 ay - 1 yıldır, tedavisi şudur, sizi şöyle bir süreç bekliyor” diye anlatabilir. Ben konuşmak için hasta yakınlarının arasından en aklı başında olanı seçerim. Mutlaka aralarında, biraz daha olgun, olayları yöneten, kolay dağılmayan biri vardır. Ben o insanlara “Önemli olan hastanın ne kadar ve ne şekilde yaşamak istediği” derim. Böyle konuştuğunuz zaman hasta yakını bir karar verir. Hastayla konuşmamı isterlerse, ılımlı bir konuşmayla hastalığının ciddiyetini anlatırım. Böyle anlatıldığı zaman hasta yavaş yavaş hastalığıyla barışmaya ve sonra savaşmaya, savaşırken de hayatındaki bazı şeyleri değiştirmesi gerektiğine inanır. Eğer hastaya öleceğini, hayatını altüst edecek şekilde birden söylerseniz, hastayı iyileştireceğiniz varsa bile hasta kendi kendini yemeye başlar. Herkesin kendisinde ne olduğunu öğrenme hakkı vardır. Ama bunu kafasına çekiçle vurur gibi değil, daha uygun yöntemlerle söylemek gerek. Biz hastaların mihmandarıyız, onları ya sağlığa ya ölüme götürüyoruz. Onun yanındaki insan olarak onu sevmek farklı, dövmek farklı sonuçlar veriyor. Ciddi bir hastalığı olan bir çocuk da eğer yaşı 15-16’ysa içinde bulunduğu durum aynı yöntemlerle ona da anlatılmalı. Ama yaşı küçükse ölümle savaştığını bilmesi çok saçma olur.
Doktor “Çok az ömrü kaldı” dediği gün anneannem çöktü
B.T. (34 yaşında, erkek)
Anneannem kan kanserine yakalanmıştı, son evrede öğrendik. Kalan günlerinde çökmesin diye ona söylemedik, zatürre oldun deyip geçiştirdik. Okuma yazması da olmadığı için yattığı servisin kanser için olduğunu anlamadı. Bir gün servise gelen başka bir doktor onun yanında “Hasta kan kanseri, son evre, çok az ömrü kaldı” dedi. Kadın o gün çöktü. Kısa sürede öleceğini bile bile yaşamak çok zordur muhtemelen. İki ay geçmeden vefat etti. Hekim arkadaşlara ufak bir tavsiye: Siz siz olun, hastanıza “Öleceksin” demeyin.
Yengeme söylemedik kaldıramazdı; teyzeme söyledik çünkü metanetli bir kadındı
Bir sağlık forumunda hikâyesini paylaşan Bahadır Cüneyt
Yakın çevremde iki kanser hastası vardı. Amcamın hanımı akciğer, teyzem de meme kanseri olmuştu. Biz iki hastamızda da farklı yöntem uyguladık. Akciğer kanseri olana kanser olduğunu söylemedik. Bünyesi ve psikolojisi bunu kaldıracak durumda değildi. Kanser vakalarında moral çok önemli. Tedavisi boyunca çok neşeliydi. Acıları vardı ama kanserden kaynaklandığını bilmediği için dayanma gücü daha fazlaydı. Zannımca en azından psikolojik olarak çok ıstırap çekmedi. Teyzeme meme kanseri olduğunu söylemiştik. Çünkü metanetli bir kadındı. İnançları itibariyle ölümden korkmazdı. Hastalığı boyunca çok zorluk çekti ama tahmin ettiğimiz gibi çok sağlam durdu rahmetli.
Hasta Hakları Yönetmeliği ne diyor?
Madde 19 - Hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yapmak suretiyle hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin ve sonucunun vahim görülmesi hallerinde, teşhisin saklanması caizdir. Hastaya veya yakınlarına, hastanın sağlık durumu hakkında bilgi verilip verilmemesi, yukarıdaki fıkrada belirtilen şartlar çerçevesinde tabibinin takdirine bağlıdır. Tedavisi olmayan bir teşhis, ancak bir tabip tarafından ve tam bir ihtiyat içinde hastaya hissettirilebilir veya bildirilebilir. Hastanın aksi yönde bir talebinin bulunmaması veya açıklanacağı şahsın önceden belirlenmemesi halinde, böyle bir teşhis ailesine bildirilir.