Güncelleme Tarihi:
Güneşli ama soğuk bir günde Conrad İstanbul Bosphorus’un süitlerinden birinde buluşuyoruz. Ekin Koç üzerinde kot ceketi ve güneş gözlükleriyle içeri giriyor. Dışarıdan göründüğü gibi mesafeli biri değil; sizi tanıdıkça açılıyor,
sohbet etmeyi seviyor. Biz de başlıyoruz muhabbete...
- Yeni dizin ‘Taş Kağıt Makas: Hayatın Oyunu’. Senin hayatının oyunu neydi?
Benim hayatımın oyunu, oyuncu olmamdı. Her şey bir gün eve erken gelmemle başladı.
- Nasıl oldu?
Antalya merkezde yaşıyorduk. Üniversiteye hazırlanıyordum, İzmir’e gitmek istiyordum. Bir yandan da çok haytalık yaptığım bir dönemdi. Eve çok geç gidiyordum, arkadaşlarımla dışarıda takılıyordum. Bir gün arkadaşlarımla bir sebepten ötürü tartıştım ve eve erken döndüm. Annem “Uzaktan bir akrabamız geldi, ona bir ‘Merhaba’ de” dedi. Misafirimiz lafın ortasında “Ben organizasyon işi yapıyordum, İstanbul’da bir sürü oyuncu tanıyorum, gel seni oyuncu yapalım” dedi. Oyunculuk yapmak gibi bir şey aklımda yoktu. İzmir’e gideceğimi söyledim. Ama şans eseri sınavda İstanbul’u kazandım. Ve o kadın gerçekten elimden tuttu; çat diye ajansa götürdü, yazdırdı ve her şey yavaş yavaş gelişti.
- Üniversitede oyunculuk mu okudun?
Hayır, işletme. Ama zaten okula gitmiyordum. İstemediğim, bilmediğim bir bölümdü. Derslerim de iyi değildi. Boşlukta süzülüyordum.
- Tamamen tesadüflerle girdiğin oyunculuk dünyasında seni neler şaşırttı?
İnsanların algısında dışarıdan şaşaalı görünen hayatlar yaşıyoruz.
- Öyle değil mi?
Katiyen öyle bir şey yok. Tamam, belki normal bir çalışana göre çok kazanıyorsun ama inanılmaz bir iniş çıkış var. İç dünyanda büyük çalkantılar yaşıyorsun, dışarıdan görünenle sette veya set dışında geçirdiğin zaman arasında büyük uçurum var. Yarının sana ne getireceğini bilemiyorsun. Bir iş için birinin seni seçmesi lazım. Yani bir kariyer inşa etmen için her şey senin iradene bağlı değil.
- 11 yıllık kariyerinde seni en zorlayan neydi?
Beni en çok ben zorladım.
- Neden?
Hem sürekli yaptığın şeyi ve nasıl yaptığını bitmeyen bir sorgulama hali var hem de inşa etmek istediğin şeylerin gerçekleşmediği durumlarda yaşadığın çöküntü, hayal kırıklığı... Bu kadar iniş çıkışlı bir mesleğe sahip olmak güçlü bir mental direnç istiyor.
- O dirence sahip misin?
Bu dalgalanmalara karşı dik duracak özgüvene sahip olmam biraz zaman aldı.
- Tanınır olduğunda henüz 20 yaşındaydın...
İnan, benim için tanınınca hiçbir şey değişmedi. İnsanlar fotoğraf çektirmeye başladılar, o kadar. Zaten hep kapalı bir hayatım vardı, kendi sırça köşkünde yaşayan biriyim. Görüştüğüm arkadaşlarım, yaptığım aktiviteler aynı kaldı. Ünlü olduğumu hiç anlamadım.
ÜZERİME BİR ŞEYLERİN YAPIŞMASINDAN HEP ÇOK KORKTUM
- Geçen sezon ‘Kurak Günler’ ve ‘Okul Tıraşı’ gibi filmlerde oynadın. Senin için sanat filmi ve gişe filmi ayrımı var mı?
Evet, var.
- Hangi tarafta iş yapmak seni daha çok tatmin ediyor?
Sanat filmleri. Anaakımda seyircinin duygularını nasıl birazcık kışkırtırız, seyirciyi nasıl daha kendimize çekeriz gibi izleyici odaklı bir şey var. Sanat filmlerinde bu çok çok az. Orada gerçekten hayatı, insanları ve ilişkileri düşünerek hareket ediyorsun. Çok daha bağımsızsın, dolayısıyla bir oyuncu için çok daha tatmin edici.
- Bizi şaşırtacak yeni projeler var mı?
Geçen yaz Alireza Khatami ile bir film çektik. Filmde Hazar Ergüçlü, Erkan Kolçak Köstendil ve Ercan Kesal gibi isimlerle oynuyoruz. Akademisyen bir karakteri canlandırıyorum. Baba-oğul ilişkisine farklı bir yerden odaklanıyor, beni çok heyecanlandıran bir iş.
- Kariyerine baktığımda hep bir derdi olan işleri seçmişsin. Jön oynama fırsatın varken bu özellikle yaptığın bir tercih mi?
İlk dizimden itibaren üzerime bir şeylerin yapışmasından hep çok korktum. ‘Skalamı ne kadar çeşitlendirirsem, oynadığım karakterleri o kadar çok tercih etme şansım olur’ diye düşündüm. Bu da beraberinde bir sürü zorluk getirdi tabii.
- Ne gibi?
Bir kere reddetme cesaretini göstermen lazım. Parayı elinin tersiyle itip büyük bir risk alıyorsun. Reddettin, reddettin, bir yerden sonra aradığını bulamazsan ne yapacaksın? Hiç istemeyeceğin bir tercih yapmak durumunda kalacaksın. Dolayısıyla bu biraz kumar gibiydi. Zordu ama şu an geldiğim noktadan mutluyum.
BABAM BENİM İÇİN EVDE BİR OTORİTE FİGÜRÜYDÜ
- Dizide Umut karakterini canlandırıyorsun. Karakterin senin için en belirleyici özelliği neydi?
Sebat etmesi ve meydan okuması. Umut kendine güvenen ama hırs küpü olmayan biri. İddialı ve inatçı fakat agresif değil.
- Umut ismi gibi umut veren bir karakter. Sen umutlu birisi misin?
Umutlu biriyim desem arkadaşlarımla aram açılır, ben çok umutlu biri değilim.
- Neden?
Umut, yani bir şeyi ümit etmek, genelde hep hayal kırıklığıyla birlikte gelir. Dolayısıyla ben geleceğe çok umutla bakan, hep iyi düşünen biri hiç olamadım. Bunları da karamsarlık gibi algılama! Nötr bir yerden bakmaya çalışıyorum. Elimizdeki araçlar neler, nasıl bir yerde yaşıyoruz, neler yapabilirim gibi düşünüyorum ve daha analitik bakmaya kendimi zorluyorum. Soyut düşüncelere çok kendimi kaptırmamaya çalışıyorum.
- Aynı zamanda bir baba-oğul hikâyesi. Senin babanla hikâyen nasıl?
Babam benim için evde bir otorite figürüydü. Hep bir çatışma oldu aramızda. Çünkü ben bağımsızlığına düşkün biriydim ve babam da belli bir disiplin, otorite içinde bizi büyütmek istedi. Ben de ebeveynlerimi yeterince iyi olmamakla ya da bazı şeyleri farklı yapabilirlerdi gibi şeylerle suçladığım bir dönem yaşadım. Olgunlaştıkça bu değişti, mesleğimi icra etmeye başladıktan sonra artık iki yetişkin olduk. Şu an sulh içindeyiz.
- Hayattaki mücadelen neydi?
Doğduk, büyüdük, bir okula sokulduk, bizden bir şeyler öğrenmemiz bekleniyor. Sonra aslında farkında olmadan bir yere sürükleniyorsun. Ve sanki bir uyanış anı oluyor, şimdi ne yapacağım diyorsun. İş işten geçmiş gibi görünüyor birazcık. ‘Bununla nasıl mücadele ederim’ diyorsun. Dolayısıyla oyunculuk birazcık bana uzatılan bir dal gibi oldu. Hayatımdaki en büyük mücadelem bunu elimde tutmak, oyunculuğu iyi yapmak ve orada tutunabilmekti. Çünkü bu benim için çıkış kapısıydı, öteki türlü bir bilinmezlik vardı, sanki okyanusuna doğru sürükleniyordum.
- Dizide adalet sistemi de işleniyor. Sence hayatın içinde ne kadar adiliz?
Adalet bizim aldığımızı vermek ya da verdiğimizi geri almak üzerine beklentilerimizden oluşmuş bir soyut kavram, belki hayatın kendi içinde olmayan bir kavram. Dolayısıyla ben neyin adil olduğunun nasıl belirleneceğine dair bir yöntem nasıl geliştirilir ondan çok emin değilim. Tabii belli sınırlar çizilmesi toplumsal yaşantı açısından önemli. Birini öldürmemek, birinin özgürlük hakkını elinden almamak veya işte başkasının malına el koymamak gibi şeyler zaten kadim kanunlar olarak adaletin yerini bulması açısından sağlanmış. Ama onun dışında daha incelikli ‘ne adildir, ne değildir’ gibi şeyleri belirlemek çok zor.
SOĞUK OLDUĞUMA DAİR BİR İNANIŞ VAR, KATILMIYORUM
- Sosyal medyada kimileri ‘Ekin Koç vampir mi’ diye espriler yapıyor. Vampir misin?
Vampir değilim, ne yazık ki ölümlüyüm (gülüyor).
- 11 yıldır gerçekten değişmemişsin. Sırrın ne?
Dizide beş sene öncesine geçişler var. Bunun için saçım boyandı, makyaj yapıldı, kamerada filtreler kullanıldı. Yoksa senin de gördüğün gibi saçlarımda beyazlar mevcut.
- 30’ların başındasın. Hayatı dönemlere ayırsan nasıl anlatırsın?
20’lerim hep böyle varoluşsal problemlerle geçti. 30’lar bana daha çok gelecekte kendimi nasıl güvence altına alabilirim planlarıyla geçecek gibi geliyor.
- Şimdilerde nasıl hissediyorsun?
Pek çok şeyi kabullendiğim, kendimi daha çok tanıdığım bir döneme girdiğimi hissediyorum. Yaşlanmak biraz da kabullenmek demek gibi geliyor bana. Bazı şeyleri yelkenleri indirip olduğu gibi kabul etmeyi öğreniyorsun ve bu bir rahatlama getiriyor. Hayat akıyor işte.
- Hakkında bilinen en büyük yanlış nedir?
Soğuk olduğuma dair bir inanış var, buna katılmıyorum. İnsanlar kişisel alana saygı ve mesafeyi soğuklukla karıştırıyor. Ben hep belli bir mesafede başlıyorum ilişkime; karşı tarafa duyduğum saygıdan ve kendime duyulmasını beklediğim saygıdan ötürü. Ama zamanla bu mesafeyi de kırmayan biri değilim.
KARŞIDAN SİNYAL ALMADAN YÜRÜMEM
- Beş yıl önce konuştuğumuzda aşkı kaos olarak tanımlamışsın. Hâlâ aynı mı düşünüyorsun?
Artık çok kaos gibi gelmiyor. Mesela ilk defa bir denize açıldın, dalgalar geliyor, nereye gideceğini bilemiyorsun; belki o şaşkınlık kaos durumunu getiriyor. Ama bir süre sonra alışıyor, başına neler gelebileceğini öngörüyorsun, o kaos durumu beklediğin sınırlar dahilinde kalıyor. Aşk yaşamak da böyle bir şeye dönüştü benim için, sıkıcı değil ama daha kolay baş edebileceğim bir şey.
- Şimdi âşık mısın?
Evet.
- O da oyuncu mu?
Değil, model ve ressam.
- Tavlar mısın tavlanır mısın?
Tavlarım da tavlanırım da ama şu var; karşıdan bir sinyal almadan yürümem.
- Nedir seni çeken şey?
Estetik kesinlikle önemli, birini beğenmem gerekiyor ama özgüven sahibi ve rahat bir birey olduğunu görmek de benim için pozitif bir faktör.