Güncelleme Tarihi:
Serin bir İstanbul gününde uzun bir aradan sonra görüşüyoruz Şükran Ovalı’yla. Belki yüz hatları sebebiyle dışarıdan sert bir havası var gibi algılanabiliyor ama tanışınca hiç öyle olmadığını görüyorsunuz. Öncelikle çok komik. Bir yanıyla güçlü, bir yanıyla da çok duygusal. Yıllar içinde kendini daha iyi tanımış, çözmüş. Geçmişiyle ve bugünüyle yaşadıklarını anlatmaktan çekinmiyor. Başlıyoruz sohbete...
◊ Çok uzun zamandır görüşmedik. Sana soracak çok sorum var...
Sor, bekliyorum Hakan.
◊ En patavatsız yerden giriyorum konuya, 40’a 1 kaldı...
Evet 1 kaldı kuzum, 1 Nisan’da 40 yaşımdayım ve bu yaşa geldiğime şükrediyorum.
◊ Yaş almak nasıl hissettiriyor, neleri değiştiriyor?
Oo çok şey var, söyleyeceklerim uzun sürebilir ama hazır mısın?
◊ Hadi anlat...
20’li yaşlar; saçmalama, cesaret, yer yer şuurunun yerinde olmadığı ama hatasıyla sevabıyla, zaafıyla kendini sevdiğin dönemler, özlüyorsun da arada. Şimdi öyle olmuyor tabii, kendine sınır ihlali yaptırmak istemezken başkalarının sınırlarına da daha kıymet veriyorsun. Bir de galiba 20’li yaşlarda her şeyi daha ciddiye alıyorsun, şimdi o kadar da değil, “Ölümlü dünya” diyorsun. Hele evlat olunca bütün normallerin değişiyor. Tek kişilik düşünmüyorsun. Mesela ben yalnız kalmayı sevmiyordum, insan sevmeye çok meyilliydim, şimdi öyle değilim.
◊ Ne değişti sende insanlar konusunda?
Doktorum “Sen sosyal görünümlü asosyalsin” dedi, gerçekten sosyal görünümlü asosyalim. Mesela seni gördüğümde çok sosyalim, hemen inanarak “Görüşeceğiz” diyorum ve olmuyor. Yalnız kalmaktan gitgide daha çok hoşlanıyorum. Bir de birey yetiştirirken birey olduğumu fark ettim. Duygularım daha kalabalıkmış, daha iri cümlelerim varmış eskiden. Sahici dostlar benim için daha kıymetli oldu, birbirini avutan değil, gerçekleri konuşabildiğin, sahici dostluklar kurabildiğin seçilmiş arkadaşlarım var. Bunu aynı anda 30 kişiye yapman imkânsız, o yüzden seçilmiş kardeşlerim daha az. Tabii omurgamda duran ve değişmeyecek şeyler de var.
◊ Mesleğe başlayalı 18 sene olmuş. 18 sene önceki Şükran’a bir nasihat verecek olsan, ne derdin?
“Hayallerini daha çok sesli dile getir” derdim.
‘LİNÇ KÜLTÜRÜ BÜYÜDÜ’
◊ Bunu neden yapamadın?
Biz utanan, dik duramayan bir nesiliz. Dik durmanın bile kibirli olduğunu düşünürdüm, “Bunu istemiyorum” derken bile ‘Bencil olarak anlaşılır mıyım?’ derdim. Halbuki bireysellik ne zamandır bencillik oldu? Psikiyatristim bana “Mustafa Kemal de kalemi ilk eline aldığında sınırları çizdi, sınırlar kıymetli bir şey” demişti. O heyecanımı keşke daha fazla dile getirebilseydim. Şimdi çoğu genç “Dünyaya açılmak istiyorum” diyor, dalga geçiyorlar, ya bırakın artık... Ve bunu diyenler de açıldılar. Hayallere ket vurmayın. Bir de manipülasyona ve mobbing’e (yıldırma, bezdirmeye dayalı psikolojik şiddet) kendimi keşke bu kadar maruz bırakmasaydım dediğim çok zaman oluyor. İnsan
manipülasyona uğradığını uğrarken anlamıyor; Ahmet Kaya şarkıları gibi; benim hikâyem hep sonradan geliyor aklıma.
◊ Kariyerinde hep iyi noktalardaydın. Buna rağmen bunları yaşadın mı?
Yaşamayan var mıdır, sen yaşamadın mı Hakan? Meslektaşlarından ya da işyerinde muhakkak yaşadın! Beşerin olduğu her yerde var maalesef bunlar var. Sadece bunları anlatmaktan hâlâ çok hoşlanmıyorum.
◊ Neden?
Maalesef yaralıları ayrıca sevme gibi bir durumumuz var. Ama bir insanı sevmemiz için onun başına çok kötü bir şey gelmesine veya bundan bahsetmemize gerek yok. Kendimi ben bu anlamda çok açmadım.
◊ Yaşadığın mobbing’ler erkeklerden miydi?
Kadınlardan da erkeklerden de yaşadım sektör içinde. İnşallah yaşamayan birçok meslektaşım olur, özellikle yeni neslin heyecanını kimsenin elinden almasına izin vermek istemiyorum. Çünkü birileri baltalamaktan hoşlanıyor, o konuda linç kültürümüz gitgide büyüdü.
‘UMARIM SONUNDA İYİLER KAZANIR’
◊ Anne olduktan sonra kadın oyuncular için “Artık mesleği bırakacak mı” algısı oluyor. Oysa erkek oyuncular için bunu görmüyoruz. Bunları sen de yaşadın mı?
Çok omurgalı meslektaşlarım var, çok güzel cevaplar da verdiler bu konuyla ilgili. Bir babaya “Baba oldunuz, artık çalışmazsınız” denmediği gibi bir anneye de sormamanız gerekiyor. Her şeyin dilden değişeceğini düşünüyorum. Mesela bir baba çocuğa yardım ettiği zaman bu marifet olmamalı. Bu zaten asli görevi. Ben şunu söyledim, insanların hoşuna gitmedi: “Annelik ve babalık kutsal değil.” Kutsal olan tek şey var, o da çocuk.
◊ Bunu biraz açsana...
Çocuk ileride sana teşekkür ediyorsa, sen annelik görevini iyi yerine getirmişsindir. Hiçbir şey savunmasız bir canlı kadar kutsal olamaz gözümde. 2 yaşında kaybettiğimiz bebeğin annesi kutsal olabilir mi? Narin’in annesi gerçekten orada her şeyi biliyorsa ve susuyorsa katille eşdeğer değil midir? O yüzden ne kadar kızarlarsa kızsınlar bunu söylemekten vazgeçmeyeceğim; çocuktur, hayvandır kutsal olan, yaşlıdır... Ki her yaş almışa da saygı duymak zorunda değiliz. Bazıları iyi yaş almıyor maalesef ama savunmasız her canlı Allah’ın emanetidir ve kutsaldır. O bir proje, tasarım değildir. Senin gibi olmak zorunda da değildir. Sadece ona vicdanlı bir insan olması için yanında eşlik edeceğimizi unutmamamız gerekiyor.
◊ Kızınız Mihran 6 yaşında. Daha çok küçük ama ona verdiğin en büyük öğüt ne?
Çizgi film veya bir hikâyede kötüyü gördüğü zaman “İyiler kazanacak annem, merak etme” diyorum, umarım çocuğumu kandırmıyorumdur. Umarım her zaman sonunda iyiler kazanır.
'BEŞİKTAŞ'IN DURUŞUNA ÂŞIK BİRİYİM'
◊ Caner’le (eşi Caner Erkin) bir cilt doktorunda tanışıyorsunuz. Sen randevunu beklerken Caner de o doktora geliyor. Başlarda futbolcu olduğu için önyargılı davranıp biraz peşinden koşturuyorsun...
Evet, Caner Fenerbahçe’deydi, ben Beşiktaşlıydım ve maçları da izleyen biriydim. Kavgacı gibi görünüyordu. Karşılaştık, bana elini uzattı, hayatımda ilk defa bana elini uzatan birine elimi uzatmadım.
◊ Eyvah! Bu inadı nasıl kırdı?
Uzun sürdü biraz. Bu noktada Caner’i kutlamak lazım, gerçekten pes etmedi. Telefon numaramı bulmuştu. Herhalde hayatımda en çok engellediğim insan oydu, 14 kez engelledim. Bir numaradan engelliyordum, başka numaradan tekrar arıyordu. Sonra “Acaba beni gözünde çok mu büyüttü, bir tanışayım artık, ne istiyor” dedim. Onu tanıdıkça her geçen gün biraz daha şaşırdım. Bir insan bu kadar iyi olamaz diye düşündüm, sonra ben onu daha çok sevdim.
◊ O daha âşık gibi duruyor...
Caner tribüne oynamayı biliyor (gülüyor), zaman içinde ben onu, onun beni sevdiğinden daha çok sevdim.
◊ Caner’de en çok neye vuruldun?
Çok merhametli, ‘Hababam Sınıfı’ izlerken bile ağlıyor. O merhameti beni etkiledi.
◊ Sen ona ‘Fişek’ diyorsun, peki o sana ne diyor?
Onun lakabı fişek, taraftar böyle söyledi. Onun gibi iyi bir sol ayak yok, 35 yaşını bitirmesine rağmen asist kralı ve çok iyi oynuyor. O bana ‘Melezim’ diyor.
◊ Caner, Eyüpspor’da oynuyor. Sen de takım değiştirdin mi?
Yok, rengim belli benim, Beşiktaşlıyım. Beşiktaş’ta da oynamıştı zaten. İlişkimiz varken Beşiktaş’a geçmişti, “Şükran getirdi” dediler, ben kulüp başkanı mıyım? Bu kadar yararlı biri olsam önce kendime olur yararım. Benimle alakası yoktu ama tabii etkilenmiş olabilir çünkü ben Beşiktaş’ın duruşuna âşık biriyim.
‘CANER KALP KIRMAKTAN ÇOK KORKAR’
◊ “Linç kültürümüz gitgide fazlalaştı” dedin. Sen de bu linçlere maruz kaldın. Yanlış anlaşıldığın zamanlar da oldu...
40 yaşıma gelirken söyleyebilirim ki bu coğrafyada yaranamazsın, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaranamadığı yerde ben kimim, hâlâ Atama dil uzatanlar görüyorum. Heybesi dolu bir sürü insanla ilgili en ufak hatasında, en ufak tökezlediğinde vurun abalıya yapılıyor. Soruya dönersek, yanlış anlaşıldığım şey; bir kere beni çok soğuk zannediyorlar, herhalde yüzüm biraz kemikli, daha ciddi duruyorum ama bana mı kalmış soğukluk, ciddiyet! Gerçekten değilim. Linç konusunda da mesela Caner’le evlendikten sonra sözlü, sözsüz mobbing’e uğradım; “Şükran’ın keyfi de yerinde artık” dediler.
◊ Futbolcuların çok kazandığını bildiğimiz için bir futbolcu eşi olduğun zaman çok lüks ve muhteşem bir hayat yaşamakla mı suçlandın?
Maalesef... “Son model araba aldı” diye yazdılar, arkadaşlar araba kullanmayı bile bilmiyorum! “Bu adamla parası için mi evlendi” dendi. Caner’e gerçekten çok âşık olarak, çok severek evlendim, başlarda çok önyargılıydım, keşke olmasaydım diyorum. Bir de bence kendi başına ayakları üstünde durup çalışan herkesin hayatın içinde rahatlığı oluyor, ben buna alışmışım, okuldayken bile çalışıp kendi parasını kendi kazanmanın tadına varmış biri olarak bırakın bir erkeği, kendim dışında hiç kimseye yaslanmadım.
◊ Neler hissettin bunlar olurken?
Başta çok yoruldum, uğradığım mobbing’ler sebebiyle kendimi üzdüm. Caner iyi model bir araba kullanıyorsa ona binerken bile çekiniyordum, psikiyatristim “Şükrancığım, Caner haram para kazanmıyor, onun arabasına binmeye neden çekiniyorsun” dedi. Haklıydı. Ama zaman her şeyi gösteriyor, sekiz seneyi bitirdik. Bir ömür boyu onu görmek istiyorum. Dönüp baktığımda iyi ki çocuğumun babası, iyi ki yol arkadaşım oldu diyorum. Caner’i tanımıyor insanlar, maçta çok sinirli birini görüyorlar ama Caner kalp kırmaktan çok korkar.
“BİLEKLERİ İNCECİK DE SESİ NE KADAR KALIN YA RABBİM”
◊ Fiziğin ve görüntünün ön planda olduğu bir işin var. Çok güzel bir kadınsın. Ama doğum sonrası kilolarınla seni vurdular. Üzüldün mü?
Doğum sonrası ‘Ufak Tefek Cinayetler’ dizisine konuk olmuştum. Çok kilo aldığım için “Dana gibi” bile dediler. Ben 35 kilo aldım ve bunu da saklamadım. Yazılanlara da üzüldüm. Bir de kadınlardan duyunca ekstra üzülüyorsun. Ben kadınlardan övgü alınca da ekstra mutlu oluyorum ama eleştiriyle hakareti karıştırıyoruz. Tartışmayı da bilmiyoruz. Tartışmanın kavga olduğunu zannediyoruz. Halbuki güzel tartışmak, uzlaşamamayı da cebinde bulundurmak bence kıymetli bir şey.
◊ Ayırt edici bir sesin var, kimileri buna bayılıyor, kimi bile bile mi kalınlaştırıyor diyor...
Yok canım, bununla ilgili ameliyat bile oldum; nodüllerim, reflüm var, mide kanaması geçirdim. Sesimin karakteristik özelliği, çocukken de böyleydi. Babaannem rahmetli “Bilekleri incecik de sesi ne kadar kalın ya Rabbim” derdi. Ama bu benim bir özelliğim. Beni ben yapan, belki de ayırt eden şeylerden biri, bunlarla zaman içinde barışıyorsun.
‘YETMEYE ÇALIŞMAK, YETEMEMEK NASIL ZORDUR BİLİRİM’
◊ Yaşadığın bir sürü şeyi konuştuk. Ama oyunculuğun en zorlayan yanı neydi?
Okuduğun bir senaryoyu bilmiyormuş gibi oynamak. Başka biri olmayı kabullenmek, hatasıyla, zaafıyla onu savunabilmek. Zaafsız karakter yoktur bana göre, bir insan zaaflarıyla ve kusurlarıyla güzeldir.
◊ Seni izlemeyi özlemiştik. Yeni projelerin neler?
Bir dijital işimiz oldu; ‘Erşan Kuneri’, Cem Yılmaz’la. Aynı zamanda ‘Kalpazan’ devam ediyor. İşini dert edinmiş oyuncularla birlikteyim, partnerim Timuçin Esen, elini omzumda hissettiğim biri.
◊ Canlandırdığın Canan nasıl bir karakter?
Herkesin çok ortak nokta bulabileceği bir karakter. Üstüne bir sürü ceketi giymek zorunda bırakılmış;
hem anne, hem eş olmuş hem de işyerinde çalışmış. Her şeyi yapmak istemiş ama her şeyden biraz yapabilmiş, kendisini eksik hisseden biri. Ekonomi herkesi vurduğu gibi onları da vuruyor ve aile ilişkilerini temelinden sarsıyor. Çok ortak derdimiz var, ben de zorluktan geliyorum, memur çocuğuyum. Yetmeye çalışmak, yetemediğini hissetmek nasıl zordur biliyorum.
◊ Hikâyede çocukları için her şeyi yapan bir aile var. Sen ne kadar ileri giderdin?
İnsanlar sana istediğini söylesin, üstüne basıp geçebiliyorsun ama çocuğunla ilgili herhangi bir şeyde gözün dönebilir, orada kestiremiyorum.
◊ Dizinin mottosu; “İnsan mı paranın sahtesini yapar, para mı insanın”. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Evet işimizin mottosu bu ve maalesef günümüzde ikisini de sıkça görüyoruz. Oysa insan olan, aklı, vicdanı olan herkes ölümlü dünya olduğunu bilir ve en kıymet verdiği şey rahat uyumaktır.