Güncelleme Tarihi:
People dergisi sizi beşinci kez ‘dünyanın en güzel kadını’ seçti. Ekim ayında da 50 yaşına basıyorsunuz...
-(Kocaman gülümsemesiyle) Yüzüme vurun, rica ediyorum! Hatırlatın, hiç unutturmayın, lütfen...
Demek istediğim; ilk seçildiğinizde 1991 yılıydı ve 23 yaşındaydınız. İlk kezle bu sefer arasında nasıl fark var sizce?
-Açıkçası ilk kez kapak olduğum zamanı hatırlıyor musunuz bilmiyorum. Şirindim, tamam. Ama ‘dünyanın en güzeli’nden çok kedi ya da köpek yavrusu sevimliliğindeydim bence. Tabii ki bu titrin beş kez bana verilmesi çok gurur verici ama fazla da anlam yüklememek lazım. Konuşurken “Biliyor musun ben dünyanın en güzel kadınıyım” demiyorsun. Sabah uyandığında da bir değişiklik olmuyor. Kaldı ki dünyanın her yerinde daha ne güzeller vardır! Onlar ünlü değil, hepsi bu.
Kariyerinizde, hayatınızda sizi neler bekliyor bu noktadan sonra?
-50 yaşına basacağım çünkü mecburum. Kendinizi parçalasanız da bu oluyor, tercih meselesi değil. Ama niye bu konuda insanlar panikliyor, anlamıyorum. Bence hiç kimse gerçekten yaşlanmaktan korkmuyor aslında. Bakacak olursanız iyi bir şey, çünkü diğer seçenek ölmek! “Erkekler kadınlara göre daha iyi yaş alıyor” deniyor. Bence bu herkes için geçerli değil. 20’lerimde ben de “Ay yaşlanınca ne olacak” diye panikliyordum. Ama şu an, o hiç yok! Ne yani, 28 Ekim’de, yani doğum günümde uyanıp cinnet mi getireceğim? Sanmıyorum! Kaldı ki şu an hayatımda olduğum yerden çok memnunum. Ailem ve çocuklarımla... Öyle bakmayın, kulağa klişe gelebilir, ama doğru. 50’ye yaklaştıkça tüm klişeler bir bir gerçek oluyor zaten. Hayat böyle bir şey...
Bu konuda şikâyet edecek son insanlardan birisiniz. Muhteşem görünüyorsunuz, bu işin sırrı ne?
-Yine klişe olacak ama önemli olan mutlu olmak ve çevrenizi size huzur verecek insanlarla doldurmak. Ve benim gibi çalışmak istediğiniz işleri ve insanları seçme lüksünüz varsa, muhteşem. Üstüne harika bir ailem var. Mutlu olurum tabii! Ve bu mutluluk içten gelerek dışı da sarmalıyor. Yirmilerinde insan sahte mutluluklar yaşıyor, mutluymuş gibi yapabiliyor ve herkesi de bu yönde kandırabiliyor. Ama bu yaşta olmuyor öyle... Ne hissediyorsan yüzüne akıyor.
25 YILDIR BU FİLM BENİ TAKİP EDİYOR
Kariyerinizde en özel filmi sorsam?
-Bilemiyorum, zor bir soru...
Şöyle diyelim; Bugün, bir filminizi yeniden çekmek zorunda olsanız, hangisini seçerdiniz?
- 1988’de çektiğim ‘Mystic Pizza’. Ekip iyiydi. Canım çektiği kadar da pizza yiyebiliyordum. Hayal kırıklığına uğramış görünüyorsunuz, yerimde olsaydınız, hangisini seçerdiniz?
‘Pretty Woman’ bence...
-Tahmin etmiştim. Bu da biraz klişe olmuyor mu?
Evet ama görüp görebileceğimiz en muhteşem peri masalı hikâyesiydi...
-Bu filmin ne kadar popüler olduğunu idrak etmem 25 yılımı aldı. Tabii ki 25 sene bir filmin sizi takip etmesi iyi bir şey. Yıllar içinde popüler kültür tarafından ne kadar çok benimsendiğini daha iyi anlıyorsunuz. İlk başta anlamamıştım.
Bugüne kadar ‘Tüh, kaçırdım’ dediğiniz bir rol var mı?
-Hayır, çünkü düşündüğünüz kadar rekabetçi ve hırslı değilim. Çok istediğim roller oldu ama filmi izlediğim zaman dedim ki “Evet, doğru seçimi yapmışlar, bu oyuncu daha iyi uymuş role...” Öf, ne kadar sıkıcı bir cevap verdim, kendime inanamıyorum, lütfen başka bir soru sorar mısınız?
Julia Roberts, 1991’den bu yana 5 kez ‘Dünyanın En Güzel Kadını’ seçildi. İlki 1991’de son olarak da geçen ay. Bir fark görebiliyor musunuz?
HERKES SOPHIA LOREN’İ HAVLUYLA GÖRMELİ
Setlerde geçirdiğiniz en enteresan anınızı sorsam?
-’Prêt-à-Porter’ (1994) filminde Sophia Loren ile birlikte çalışmıştım. Bir gün sette oturuyordum. Asistanlarından biri gelip, “Sophia sizinle tanışmak istiyor” dedi. Henüz tanışmamıştık; haliyle ilk önce küçük bir kalp krizi geçirdim. Yanaklarımı çimdikledim, üstümü başımı düzelttim. Sophia’dan bahsediyoruz burada! Karavanına gittim, kapıyı çaldım, içeri girdim. Karşıma havluyla çıktı; sadece havluyla! Muhteşem görünüyordu, o harika tonlamasıyla “Juuuuliaaaaa” dedi. Yemin ediyorum baygınlık geçirecektim heyecandan. Garip garip güldüm, “Merhaba, memnun oldum” diye geveledim. Hayatımın en önemli anılarından biriydi. Eğer bir anıyı hediye edebilecek olsaydım, bunu seçerdim. Sonuçta herkesin Sophia Loren’i havluyla görme hakkı olmalı!
İtalyan moda devi Calzedonia’nın yüzü olan Julia Roberts, markanın defilesi için Verona’daydı. Roberts, objektiflere poz verirken hiç değişmediğini kanıtladı.
MERDİVENDE YUVARLANMAKTANSA AYAKKABILARIMI ÇIKARDIM, NE VAR Kİ?
Sizin çıkış yaptığınız dönemle şimdiki kadın oyuncuların arasında nasıl farklar var?
-25 yaşında bir yeğenim var, (Emma Roberts’tan bahsediyor). Muhteşem bir oyuncu, çok da doğal! Halasına çektiğini düşünüyorum açıkçası... O ve arkadaşları, yani yeni nesil oyuncular çok daha akıllı. İşi daha iyi biliyorlar.
Örneğin?
-Nasıl giyinmeleri gerektiğini çok daha iyi biliyorlar mesela. O yaşlardaki halime kıyasla, çok daha sofistike. Tamam ben de abaküs döneminden gelmiyorum. Ama sosyal medyanın gücünü de görmezden gelemem: Şimdi daha iyi biliyorsun, ne yapmalısın, ne yapmamalısın.
1999’da koltukaltı tüylerinizi tıraş etmeden hayranlarınıza el sallamıştınız, geçen yıl Cannes Film Festivali’nde kırmızı halıda çıplak ayakla gezdiniz. Tüm bunlar bir tavır mı?
-Alakası yok. Olabildiğince doğal kalmaya uğraşıyorum, hepsi bu. Cannes Film Festivali hesapta muhteşem ama siz bana sorun. O merdivenleri görünce paralize oluyorum. Ayağımda devasa topuklar vardı ve merdivenlerden yuvarlanacağımı hissettim. Düşüp gazete manşetlerinde takla atarken yer almaktansa, ayakkabıları çıkardım, ne var ki bunda? Ama o andan en çok aklımda kalan, daha önce hiç tanımadığım bir beyefendinin peşimden koşup “Bayan Roberts, ayakkabılarınız burada” demesi oldu. Ne kibar insanlar var hayatta, gerçekten...
Tarzdan bahsetmişken Calzedonia’nın yüzüsünüz.Modayla aranız nasıl?
- Birkaç yıl öncesine kadar bu konuda daha tembeldim. Ama sağ olsunlar, bu konuda beni yönlendiriyorlar. Düşünsenize, çorap giymeme gibi bir yanlış yapıyordum önceleri!
KADINLARIN GİYECEKLERİ İÇİN MÜCADELE ETMEK ZORUNDA OLMASI TALİHSİZ BİR DURUM
Sofistike bir film yıldızı, aykırı bir öğretmen ya da genç bir hayat kadını, sizi onlarca farklı karakterde gördük; hiç yadırgamadık. Role bürünmek için ilk olarak neler yapıyorsunuz?
-Senaryoyu inceledikten sonra, öncelikle neler giyeceğime bakarım. Karakterimin tarzı nasıl kafamda oturtmaya, nasıl bir kadın olduğunu çözmeye çalışırım. Bu noktada kostüm departmanının önemini anlatamam. Tabii kostümlere bakarken “Aa bu güzelmiş, bu giysileri eve götürürüm” diye düşünmüyorum.
Giymekten en rahatsızlık duyduğunuz kostümler hangisiydi peki?
-Böyle bir şeyi söylemem o dönem çalıştığım insanlara büyük bir haksızlık olur. Ama geçenlerde eski bir filmimde giydiğim aşırı kısa bir tişört çıktı karşıma, “Bunu kızıma nasıl anlatacağım acaba” dedim. Sevdiklerimi sorarsanız, ‘Mona Lisa Smile’ filmindekiler gerçekten harikaydı. O filmi çekerken eşim Dany bana sürpriz bir doğumgünü partisi vermişti. Herkes setten gelmişti, o yüzden muhteşem görünüyordu. Ben jean ve tişörtleydim ama neyse...
Muhafazakâr mısınız giyim kuşam konusunda?
-Tarz meselesi. Bence kadınlar istediğini giymeli. Eğitimden, kıyafetlerden ve haklardan bahsedecek olursak, ne yazık ki dünyadaki tüm kadınların şartları eşit değil. Kimi ülkelerde hatta şehirlerde kadınlar ne giyecekleri için mücadele etmek durumunda. Ve bence bu talihsiz bir durum.
UMUDA SAHİP OLMAK İÇİN EN İYİ ZAMAN, ŞU ZAMAN
Dev bir Hollywood yıldızı ve üç çocuk annesi olarak, dünyada olup bitenleri nasıl yorumluyorsunuz?
-Endişe verici ve yorucu... Şu an benim ülkem tarihinin en iyi durumunda değil biliyorsunuz. Ama umudumuzu hiçbir zaman kaybetmemeliyiz. İşte umuda en çok ihtiyacımız olduğu anlar bu anlar. birlik olmalı, mantığın sesini duyurmalıyız. İnsan olarak, vatandaş olarak, toplum olarak, aile olarak, birey olarak... Mantığın sesini duymayanlara karşı sesimizi yükseltmekten çekinmememiz lazım. Ben anne olarak buna uğraşıyorum. Çocuklarım da siyaseti ve dünyadaki durumları anlayabildikleri yaşa geldikleri zaman, böyle bireyler olmalarını isterim. Kocamla birlikte üç çocuğumuza dürüst davranmaya çalışıyoruz ki, onlar da haksızlıklara yeri geldiğinde karşı gelebilsinler.
Politikaya atılmak gibi bir hevesiniz var mı? Bir gün Amerikan başkanı olmak ister miydiniz?
-Mersi, almayayım.
Anne olmak sizde neler değiştirdi?
-Önceliğim onlar haline geldi. Onların okulu, futbol antrenmanı birinci önceliğimiz eşim ve benim için.
TV ÇOK HEYECAN VERİCİ
Son dönemde dev yıldızları TV dizilerinde izliyoruz. Siz de geç olsa da furyaya uydunuz, ‘Today Will Be Different’ adlı bir televizyon dizisiyle sizi ilk kez ekranda göreceğiz...
-Dürüst davranayım, çok heyecanlıyım çünkü televizyon daha önce hiç yapmadığım bir şey. Film çeviriyorsunuz, bitiyor. İzleyici beğeniyor ya da beğenmiyor.Televizyon ise bir yerine beş-altı kez film çekmek gibi... Burada her bölümde izleyicinin ilgisini çekmeniz gerekiyor ki zor bir durum. Bakalım. Ama yeni bir sinema projem de var, kasım ayında yeni filmim ‘Wonder’ gösterime giriyor. Televizyona yönelip film çekmeyi kesmedim yani.
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI
◊ Dünyanın en güzel mesleğine sahip olduğunu düşündüğüm günlerden biri: Julia Roberts’la bir röportaj için buluşma fırsatı. Üstelik randevu yerimiz İtalya’nın en güzel yerlerinden, Shakespeare oyunlarının sahnesi güzel Verona. Daha ne olsun? Heyecandan gözüme uyku girmeden, uçarak gittim İtalya’ya...
◊ Tabii hayatta hiçbir şey bu kadar harika olamaz: Röportaj mekânına gittiğimde ekibi, beni ‘yasaklı konular’ listesi karşıladı. Taboo oyunu gibi: Ülke özelinden aileye, hatta kariyerini başlatan Pretty Woman’a muhtelif konulara girmeyeceğiz. “Genelde bu kadar büyük isimlerle standart prosedür, ne yapalım” diyerek boynumu büktüm.
◊ İkinci darbe ardından geldi: “Birlikte imza fotoğrafına’da geçit yok! “Yapmayın, etmeyin” dememe rağmen aldığım cevap “Üzgünüz.” Düşündüm: Çoğu yıldız “Apar topar çekilen karelerde kötü çıkarız” endişesiyle bu işi yokuşa sürüyor son zamanlarda... Ama beş kez dünyanın en güzel kadını seçilen Roberts’ın kötü çıkmasına imkân var mı? Neyin endişesi, neyin önlemi bu? “Neyse, akşamki etkinlikte bir yolunu bulurum” diye kendimi avuttum. Gereksiz bir özgüven; sanki yanındaki koruma ordusu geçit verecek...
◊ İyice moralim bozuk, röportaj yapılacak odaya girip beklemeye başladım. İki dakika içerisinde o geldi: Kocaman gülümsemesi, gür saçları, ışıltılı gözleri ve sonsuza uzanan bacaklarıyla Julia... İlk işi takılmak oluyor: “Bacaklarıma mı bakıyorsun? Doğru bir iş yapıyorsun, haklısın ve bakmalısın da!” Aynı filmlerde gördüğümüz gibi, hiçbir farkı yok. Yılların eskitmek bir yana dursun, kapısını çalmadığı yıldız konuşur, konudan konuya heyecanla atlarken insanı mutluluk kaplıyor. Tıpkı filmlerini izlerken hissettiğimiz gibi...