Oluşturulma Tarihi: Haziran 16, 2018 15:01
Yemek pişirmek, yazmak ve anlamak işin bahanesiydi. Asıl planı başkaydı. Hayatını, her şeyin insanlığa dair ve insanlığa dahil olduğunu kanıtlamak istercesine yaşadı. Bakış açısı daralan topluma, dünyanın aslında nasıl bir yer olduğunu göstermeye çalıştı. Geride bıraktığı “Yaşayan en iyi beyaz adamı kaybettik”, “Dünyanın en ilginç adamı artık yok” başlıkları nedense kimseyi şaşırtmadı. Bu dünyadan son sürat bir Anthony Bourdain geçti.
Bir Iggy Pop albümü, bir kutu baharat, bir şişe kırmızı şarap, Uzakdoğu’dan geldiği her halinden belli otantik tahta spatula, dibinde bilerek iki yudum bırakılmış bira şişeleri, babaanneden kalma yemek tarifleri, Fransız usulü baget ekmek, onlarca yüzlerce buket çiçek ve notlar, mektuplar... Manhattan’da 28 ile 29’uncu cadde arasında kalan, Park Avenue üzerindeki restoran Brasserie Les Halles’ın kapısına, bir dönem burada çalışmış Anthony Bourdain’in anısına/ruhuna bırakılanlardan birkaçı bunlar.
Maskeli bir politika şovunun kahramanı
Restoranın kapısına yapıştırılmış irili ufaklı notların neredeyse hepsi aynı kelimeyle, iri puntolu bir “Teşekkürler...” ile başlıyor, yazarına göre senaryo değişiyor: “Libya’daki, İran’daki insanların görüşlerini fikirlerine saygı duyarak tüm dünyayla paylaştığın için...”, “Şahane yolculuğuna bizi de ortak ettiğin için...”, “Bize, bizim gibi olmayanları en gerçek haliyle gösterdiğin ve bizi daha iyi birer insan yaptığın için...” Arkasından yazılanları okuyup Anthony Bourdain’in aslında eski bir şef, yemek yazarı ve seyahat-yemek programı yapımcısı/sunucusu olduğuna inanmak güç.
Aksini inandırmaya lüzum yok. Bourdain’e göre, CNN’deki ‘Parts Unknown’ ‘seyahat ve yemek’ maskesi takmış bir politika şovuydu. Bu bilinçle yaşıyor ve çalışıyordu. Bunu da bir New York gecesinde, çok sevdiği Mission Chinese Food’un şefi Angela Dimayuga’ya ‘itiraf’ etmişti açık açık. Görüntü yönetmeni Christopher Doyle’un ‘Aşk Zamanı’nda yaptığı mükemmel dokunuşlarından, Gaspar Noé’nin ‘Kafadaki Boşluk’un açılış sahnesinden ne kadar derin etkilendiğini anlatmıştı saatlerce aynı gece.
Penceresinden süzülen ışıkHer anlamda ‘Rock’n Roll’ geçen şeflik kariyeri sonra hayatı 1999’da The New Yorker dergisine yazdığı bir şefin itirafları makalesiyle değişti. Zaman içinde daha önce başkalarında görmediğimiz bir ‘şöhret’ ifadesi oturdu yüzüne: ‘Cool’ ya da sempatik gözükme derdi olmayan, tebessümü kendiliğinden, sert sözünü ve dürüstlüğünü esirgemeyen, hem asi hem nazik, başkalaşmadan babaanne masasına oturabilen stadyum değil sokak ‘rockstar’ı. Mükemmel tarifin, fotoğrafın, seyahatin, aşkın peşinde kurumuş modern insana, hayatın ‘arka sokak’larını göstermeyi görev bildi.
Farkında olmadan kendi mahallesinde sıkışan ve dünya görüşü Facebook’un ona uygun gördüğü algoritmayla sınırlananların hayatında bir ‘Bourdain’ penceresi vardı artık: Sınırsız, kuralsız, ayıpsız, önyargısız, günahsız, çok kültürlü, çokrenkli, çoksesli bir hayat yolcuğuna tanıklık ediyordu o pencereden. Ziyaret edilen her şehir, çekilen her bölüm, kurulan her sofra, insanın kendini olduğu gibi kabul edememesinin bir ürünü olan önyargıları, küçümsemeleri yok etmeye programlıydı aslında.
Çılgınların aşkı İtalyan aktris
Asia Argento karşısında onu ‘aşk tutulması yaşayan ergen bir oğlan’a benzeten yakınları abartıyor sayılmazdı. Bourdain’in “Ben ömrümde benden daha fazla intihara meyilli biriyle karşılaşmadım” sözü, ilişkinin özetiydi aslında. Yaşadıkları, ortak arkadaşları oyuncu Rose McGowan’ın deyişiyle, ‘aşktan da öte’; kendini görme ve kendi içinde kaybolma haliydi bu. Dipsiz bir buluşma. ‘Devlerin’ değil ‘çılgınların’ aşkı. #MeToo akımının öncülerinden Argento’nun saçtığı deli cesaret, çıkardığı özgürlük sesleri karşısında Bourdain’in nasıl da aklının uçtuğunu hayal etmek zor değil. McGowan’ın, Argento’nun ricası üzerinde kaleme aldığı açık mektupta yazdığı gibi: “İkisi de hayatını ağır depresyonla, karanlık fikirlerle, intihar düşüncesiyle yaşamış; o değil, depresyonu kazandı.”
Çalıntı araba, dikiz aynası ve son“Bana kalsa 20’lerimden çoktan ölmeliydim” demişliği var iki sene evvel verdiği bir söyleşide. 40’ından sonra gelen şöhreti ve başarılı hayatı, “kendisine ait olmayan, çok fiyakalı, gıcır bir araba çalmaya ve sürmeye” benzetti hep. Ha yakalandı ha yakalanacak adrenaliyle son sürat sürdüğü bir araba yolculuğuydu sanki. “Sürekli dikiz aynasından bakıyorum hayata, ne zaman ışıkları yanıp sönen biri arkamda belirecek ve sonunda enseleneceğim diye. Şükür, şu ana kadar olmadı” sözünün ardından iki kelime bırakabiliyor insan ancak: Buna da şükür...
“Herhalde aile ortamını özledi” demiştik
Ünlü şef ve gazeteciyle 2009 ve 2015’te bir araya gelen, hatta onu evinde ağırlayan yapımcı Esra Yalçınalp, Bourdain ile İstanbul günlüklerini anlattı: “Kendisiyle özdeşleşen salaş ve lezzetli sokak yemeği tanımına birebir uyan midye dolmaya bayıldı.”
◊ Aslı BARIŞ/abaris@hurriyet.com.tr
‘Parts Unknown’ programı için bir araya gelmiştiniz. Bu proje için birlikte çalışma kararı kimden geldi, süreç nasıl ilerledi? - 2009 yılında, daha önce Amerika’da çalıştığım prodüksiyon şirketinden bir arkadaşım arayıp Türkiye’de bir yemek programı çekimi için yerel yapımcı olmamı teklif etti. Ne güzel ki bahsettiği yemek programı o zaman Travel Channel’da yayımlanan ‘No Reservations’ çıktı. Sıkı bir hazırlık döneminden sonra eylül ayında Ramazan esnasında çekimleri tamamladık. Hâlâ o programı izleyip Türkiye’ye gelmek isteyenlerden mailler geliyor. Altı yıl sonra aynı ekip, bu sefer CNN’deki ‘Parts Unknown’ için Türkiye’ye geleceklerini
haber verdi.
◊ Çekimler sırasındaki gözlemlerinizi anlatmanız mümkün mü?- Son derece disiplinli, dakik ve profesyonel biriydi. En ufak bir gecikmeye tahammülü yoktu. Ekibine çok düşkündü. 2015’teki gelişinden bir süre önce jijitsuya başlamıştı, burası için de bir hoca ayarlamamızı istedi. Kaldığı iki hafta boyunca her sabah 7’de jijitsuya götürdük, bir saat antrenman yaptı.
◊ İstanbul seyahatinde sizin gözlemlerinize göre en çok nelerden keyif aldı?- Buraya gelmeden önce mutfağımızı şiş kebaptan, Türkiye’yi de ‘Geceyarısı Ekspresi’nden öte tanımadığını itiraf edip “Amma cahilmişim” demişti. Amerika’da
diyet yiyecek diye bilinen yoğurta başta karşıydı, çoğu yemeğin yanında başeşlikçimiz olduğunu görünce kafasında başka bir yere oturttu sanırım. Hem yoğurdu hem de lahmacun yanında içtiği ayranı çok sevdi.
◊ Çekimlerden kamera önü ve arkası- size kalan, en iz bırakan anı neydi?- Bizim eve gelip yemek yemesi tüm ailemiz için en çok iz bırakan anı oldu. Annem ve anneannem sonsuz özenip harika bir sofra yarattılar. Sofrada anneannem, annem, babam, arkadaşımız Anka ve benle tek tek ilgilendi. Çok kibar ama rahattı. Sanki kırk yıllık aile dostu gibiydi. Anneannem İngilizce bilmemesine rağmen ona birçok soru sordu, sabırla dinledi. Normalde çekimlerden sonra hemen oteline döner. Buna rağmen bizim evde koltuklara yayılıp Türk kahvesi içip epey bir sohbet etmiştik. Kamera önü ve arkasındaki sohbetten samimiyetle keyif almıştı. Biz de “Herhalde aile ortamını özlüyor” diye düşünmüştük.
Serra Yılmaz: Bu dünya, akıllı ve vicdanlı insanlar için çok ağır
Bourdain’le sadece bir öğle yemeği paylaştık, başlangıçta mesafeli, tanıyınca o mesafenin çekingenlikten kaynaklandığını anladığınız incelikli ve hoş bir insandı, önemli bir miras bıraktı bize: hakikati söylemek. Tat, lezzet, mutfakların acımasız kuralları, yolsuzluk, siyasal baskı, tüketilen gezegen her konuda ufkumuzu açan biriydi. İntiharını öğrenince ne yazık ki bir kez daha şunu düşündüm: Bu dünya hoş, başarılı, akıllı ve vicdanlı insanlar için çok ağır ve biz asla yanımızdaki insanın içindeki uçurumun derinliğini bilemiyoruz. Gittiği yerde huzurlu olduğunu düşünmek istiyorum.