Güncelleme Tarihi:
Hatay’ın konuklarına sunacak çok şeyi var. En önemlisi de aşırı lezzetli mutfağı!
Hatay bence gastronomi turizminin en önde gelen kentlerinden... Arap, Türk, Nusayri, Ermeni, Yahudi kültürlerinin birbirlerini etkilemesiyle burada ortaya muhteşem bir mutfak çıkmış. Masalar öylesine lezzetli yemeklerle donanıyor ki, insan hangisinden başlayacağını şaşırıyor.
Hâlâ pişen yemeklerin yanı sıra bir de unutulmaya yüz tutanlar var. Bunların arasında en çok ‘Seyis lahmacunu’nun unutulmasına karalar bağlıyorum. Kentin bir diğer özel yiyeceği de ‘sürk’. Bu, birçok baharatla yapılan bir çökelek. Tazesi değil, küflenmişi benim için makbul. Kokusu ağır. Ancak lezzetini tarif edebilmek için çok özel kelimeler bulmak gerekiyor.
Geçenlerde Hatay’da döner yemek için Abdo Döner’e gittim. 45 yıllık bir lezzet durağı burası. Dönerde kaburga eti kullanılıyor. Acılı salçayla ıslatılan lavaş, dönerin ateşine tutulup ısıtılıyor. Sonra içine döner ve özel sos konup, dürüm yapılıyor.
Hatay denince akla gelen yemeklerden biri de kasap kebabı. Buna kimileri tepsi kebabı diyor. Uzun Çarşı’nın içindeki hemen bütün kasaplarda bulmak mümkün. Ben Pöç Kasabı’nı tercih ettim. Kaburganın çevresindeki et, Samandağı’nın acı biberi, maydanoz, kuyrukyağıyla elde kıyılıyor. Tepsiye yayılıyor. Üstüne yeşilbiber ve domates dilimleri konup çarşının fırınına gönderiliyor.
Konak Restoran, ara sokaklardaki bir vaha adeta. Mönü yöresel yemeklerden oluşturulmuş. Arap ve Suriye mutfağından da örnekler bulmak mümkün.
Hatay’da yemek denince akla hemen mezeler geliyor. Konak’ın mezeleri de şaşırtıcı derecede lezzetli. Buradaki çiğköfteyi denemenizi hararetle öneririm. Macun kıvamındaki köfteler, üstüne kavrulmuş kıyma konarak yeniyor.
Sultan Sofrası kentin en önemli lezzet duraklarından... Hatay yöresi yemeklerinden oluşmuş mönü ağız sulandıran cinsten. Buranın en önemli yemeği fırında pişirilmiş olan ‘oruk’. Dışı incecik, içi lezzetli bu özel içliköfte, damakla tam bir aşk yaşıyor.
‘Tasarım şehir’ unvanı İstanbul’u yeniden çekim merkezine dönüştürme sinyalleri veriyor.
Usta: Bir zanaatı bütün incelikleriyle, gereği gibi öğrenmiş olan ve onu kendi başına uygulayabilen, yapabilen kimse. Aynı zamanda, UNESCO’nun İstanbul’u ‘tasarım şehir’ seçmesini sağlayan, kent ruhunu şaha kaldıracak bir büyük planın gizli kahramanları. UNESCO tescilli unvan sonrası İstanbul uzun bir süre (neresinden baksanız dört yıllık bir kalkınma planı tadında) tasarım etkisi altında kalacak. İşin daha enteresan ve güzel olan tarafıysa bu rüzgârı estirecek isimlerin emektar el işi ustalarından, zanaatkârlardan oluşacak olması.
Usta-çırak kültürü yeniden
Crafted in İstanbul, 2012’de İTÜ’de yüksek lisans yapan üç öğrencinin bir ders projesiyle ortaya çıkmış. Ekip, ders sırasında hanlar bölgesinde tanıştıkları ustalardan bölgenin geçmişini dinlemişler, yüzyıllar içinde birikmiş atölye ve zanaat bilgisinin kaybolma tehlikesi altında olduğunu fark ederler. Sonra bölgedeki atölyeleri tek tek ziyaret edip ustalarla iletişim kurarak yaptıkları işi belgelerler.
Şimdi amaç, İstanbul’un geleneksel zanaatlarla uğraşan ustalarını ve küçük üreticilerini tasarımcılarla bir araya getirmek, usta-çırak pratiğinin deneyimlenebileceği ortamlar yaratarak bilginin aktarılmasına katkıda bulunmak.
Tasarım haritası
Kimi Eminönü’nde şapka dikiyor, kimi Fatih’in bir köşesinde el yapımı enstrüman tasarlıyor. Önümüzdeki dönemde Crafted in İstanbul’ın tasarım haritasına dahil ettiği atölyelerin ustalarını ‘Usta & Tasarımcı’ projesi sayesinde tanıma imkânı bulacağız.
ütahya, zanaat ve halk sanatları dalında UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na kabul edildi. Kenti ziyaret ettik, emekçi ustalarla konuştuk. Kütahya ile birlikte anılan çini atölyelerinde, yedi asırlık ama hâlâ yenilikçi bu sanatın inceliklerini araştırdık.
Kütahya Çinisi’nin geçmişi 14. yüzyıla kadar geri gidiyor. Ustaların bu sanatı yedi asırdır kuşaktan kuşağa aktarması, Kütahya çinisini Türk İslam sanatında bir geleneğe dönüştürdü. İznik desenleri saray tarafından oluşturulmuş standart desenlerken, Kütahya çinilerinde özgün desenler kullanıldı. Desenleri sanatçılar yapıyor; anonim denen laleler, karanfiller, top güller resmediliyor. İznik çinisinde ana renkler (mavi, beyaz) çalışılıyor, Kütahya çinisinde ise her renk var. Bu teknik, evani denen tabak, kâse, fincan, kupa, vazo çeşitleri gibi ev eşyalarının yanısıra mimari de kullanılıyor.
Altı bin kişi emek veriyor
Kütahya’daki çini atölyeleri, bu işin sevilmeden yapılamayacağını söyleyen ustalarla dolu. Kentin, zanaat ve halk sanatları dalında UNESCO’nun Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil olması onları çok heyecanlandırmış. Ta 14. yüzyıldan bugüne kesintisiz devam etmiş bir el sanatından söz ediyoruz. Çini, önceleri camilerin, sarayların ve mabetlerin görkemli süsüyken, zamanla evlere de girmiş, dekoratif amaçlı fincanlar, kupalar, vazolar ve tabaklara dönüşmüş. Bugün tam 417 çini atölyesinde, (815 çini ustası ve çalışanlarıyla birlikte) 6 bin kişinin emek verdiği ve kenti dünyanın en büyük el sanatları merkezlerinden birine çevirmiş bir uğraş olmuş.