Güncelleme Tarihi:
Salim Fikret Kırgi ile Beşiktaş’ta buluştuğumuzda daha merhaba demeden ilk sorduğum “Yazdıkların gerçek mi” oluyor. Hafifçe gülümsüyor ve “Gerçek öykülere dayanan bir kurgu roman” cevabını veriyor. Hayatında kahve falı baktırmaktan başka mistik olaylarla hiç ilgilenmemiş biri olarak biraz tedirgin oluyorum ama merak içindeyim. Haziranda yayımlanan ‘Seyrüsefer-Bir Medyumun Kişisel Tarihi’ isimli romanıyla ilgili sorularımı sormaya başlıyorum. Arada bir “Tövbe, tövbe” dediğime ben bile inanamıyorum.
◊ Medyumluğa, falcılara, böyle mistik olaylara nasıl merak sardın?
Doğaüstü, fantastik, kurmaca eserleri ben hep çok sevdim. 90’larda ‘Vampir Avcısı Buffy’ diye bir dizi vardı hatırlarsınız. Ben kendimi oradaki kütüphaneci Rupert Giles (Anthony Head) karakterine benzetiyorum. İdealimdeki kariyer seçimi buydu (gülüyor).
◊ Osmanlı tarihi üzerine eğitim aldın aslında, değil mi?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunuyum. Film öyküleri, senaryo derken yazma alışkanlığını orada edindim. İstanbul Şehir Üniversitesi’nde Osmanlı tarihi okudum. Edebiyat yan daldı. Daha sonra yüksek lisansımı Budapeşte’de, Central European University’de Karşılaştırmalı Tarih Bölümü’nde yaptım. Orada da Osmanlı tarihi ve Avrupa tarihi eğitimi aldım.
◊ İlk kitabın ‘Osmanlı Vampirleri-Söylenceler, Etkiler, Tepkiler’i (İletişim Yayınları) de bu sayede yazdın sanıyorum...
O aslında Osmanlı’daki vampir inanışı üzerine akademik çalışmaydı. Kökeni 16’ncı ve 17’nci yüzyılda yaşamış gayrimüslimlere dayanıyor. Doğaüstü bir inancın nasıl algılandığı ve yaşandığından bahsediyorum.
◊ Meşhur ‘Drakula’ hikâyesinin Osmanlı’yla ilgisi var, değil mi?
Evet. Drakula aslında ilk başta vampir değildi. Kazıklı Voyvoda, yani gerçek adıyla Vlad Tepes, Osmanlı Sarayı’na esir verilen bir Eflak prensiydi. Asıl gerçek Drakula ile söylencedeki karakter aynı olmadığından bir karışıklık doğuyor ama yine de Osmanlı’yla ilgili.
◊ Yeni yayımlanan kitabının adı da ‘Seyrüsefer-Bir Medyumun Kişisel Tarihi’ (İletişim Yayınları). Vampirlerden medyumlara geçme fikri nasıl doğdu?
Bu tarz doğaüstü olaylardan bahsedilen bir ailede büyüdüm. Ailemin kadınları fal baktırmaya giderlerdi, kurşun döktürürlerdi. Bir rüya gördüklerinde bunun anlamını sorgularlardı. 90’larda anne ve babalarımız yetişkin toplantılarında ruh çağırma seansları düzenlerdi.
◊ Nerede yaşıyordunuz o dönemde? Anlatır mısın biraz, neler yapıyorlardı?
İstanbul, Kadıköy’deydik. Salonda bir yuvarlak masa kurulurdu, tüm arkadaşlar o masaya toplanırdı. Ben daha ilkokuldaydım. Hatta merak edip okuldaki bir hocamıza sormuştuk “Öğretmenim bunlar doğru mu” diye. O da bize “Çocuklar inanmayın, bunlar cinlerin oyunu” demişti. Bu açıklamayla herkes daha da bir korkmuştu.
◊ Ruh çağırma seanslarında ailen kiminle konuşmaya çalışıyordu?
Kısa süre önce vefat edenlerle başlıyorlardı. Sonra eski nesiller ve ardından da ünlülere geçiyorlardı (gülüyor). Büyük de bir hazırlığı vardı. Alfabe kâğıtlara yazılır, tüm harfler nizami bir şekilde kesilir. Sonra yarım ay şeklinde dizilir. Evet-hayır yazılır. Korku filmlerindeki sahneler gibi aynı.
◊ Osmanlı’da da müneccimbaşı varmış. Toplumumuzun bilinçaltında var bunlar. Özellikle de ‘üç harfliler’...
Bizim bu tarz doğaüstü inançlara bakış açımız biraz Uzakdoğu’ya benziyor. Japon korku filmlerini izlemişsinizdir. Güney Kore de öyle... Altında bir inanç sistemi var. Ama Amerikan dizilerine ve filmlerine baktığınızda onun bir fantezi olduğu daha belirgindir.
‘ERKEKLER DE MERAKLI AMA...’
◊ “Yazdıklarım gerçeğe dayanan kurgu” diyorsun ama ne kadarı gerçek, anlatır mısın?
Bir biyografi değil ama tanıdığım medyumlardan, kendi kaynaklarımdan duyduğum gerçek hikâyeler var içinde. Bu konuda çok araştırma yaptım. Karşıma çok akademik ve akademik olmayan kaynak çıktı. Gidip yıldız falına baktıran insanların hikâyelerini de dinledim. Şu an aile dizimi konusu var mesela. Akademiden tanıdığım, hiç beklemediğim insanlar bile ilgi duyuyor buna.
◊ Gerçekten kimler gidiyor medyumlara?
Çok fazla insan var. 2000’li yıllardaki o fal kafe kültürünü hatırlarsınız. Şu an belki o kadar yaygın değil ama insanların bu tarz mistik inanışlara eğilimi hiç bitmedi. Özellikle gönül derdi olan kadınlar çok medyuma gidiyor. Öncelikle toplumsal yapı buna neden oluyor. Bir şekilde kısıtlanan, özellikle geleneksel ailelerde kendini gerçekleştirmekte sıkıntılar yaşayan kadınlar buna meyilli oluyor. Yani benim gözlemlediğim kadarıyla böyle. Erkekler de meraklı bu işe ama düzenli olarak falcıya gitmek ataerkil toplumda onlar için kabul edilemez.
◊ Falcılık insanları dolandırmak için çok uygun bir zemin değil mi?
Bunu kitapta da vermeye çalıştım aslında. İnandıkları için mi falcılık yapıyorlar yoksa dolandırıcılık mı bu? İki taraf da eğleniyorsa, fal baktıran psikolojik bir rahatlama yaşıyorsa bir mahsuru yok.
◊ Medyumluğu üç temel faaliyete ayırıyorsun kitabında: Duru görüye sahip olanlar, varlıklarla işbirliği yapanlar ya da ölülerle iletişim kuranlar. Tövbe, tövbe... Ben sayarken bile korktum şu an ama bunu neye dayandırdın?
Bu benim yaptığım bir çıkarım. İlki sadece fal bakan, bazen de rüyaları yorumlayanlar. İkincisi ‘cinci hoca’ dediğimiz kişiler. Aslında bunların meşruiyetini kimse sorgulamazdı. Medyum Memiş’le Medyum Keto bir dönem çok ünlüydü. Siyasetçiler ve ünlüler de gidiyordu onlara.
‘GİT DİYORUZ, GİTMİYOR...’
◊ Sen mistik bir olay yaşadın mı?
Yine 90’lar... Annemlerin altın günü gibi bir organizasyonu vardı. Yetişkinler bir odadayken biz gizlice ruh çağırma seansı yaptık. “Ey ruh, geldiysen işaret ver” tarzı büyüklerden öğrendiğimiz şeyleri söylüyoruz. Önce yarı ciddi yarı oyun başladı, sonra nihayet bir ruh ya da her neyse geldi. “Git” diyoruz, sürekli “Hayır” yazısına gidiyor. Çocuklardan biri korkup ağlama krizine girdi, biri fincanı açtı vesaire... Kesinlikle gitmedi. Sonunda yetişkinlere anlattık. “Korkmayın, o gerçek değil” yerine “Siz nasıl böyle bir işe kalkışırsınız” dediler bize. Biz bilmesek de meğer o evin eski sahibinin oğlu o odada intihar etmiş. Kuzenim korkmasın diye bunu saklamışlar, bizim olayla ifşa oldu. Sonra bu ruhu huzura kavuşturmak için dualar, Yasin’ler okundu, hocalara danışıldı. Sonunda nasıl kurtulduk hatırlamıyorum. Ben doğaüstü olayların sıradan olduğu bir ortamda büyüdüm. Hayatımızın tümünü bu düzlemde yaşamazdık; ancak kimse de “Ne saçmalıyorsun” demezdi.