Güncelleme Tarihi:
Nişantaşı’nda trafiğin en yoğun olduğu saatler. Yolda kalanlar, taksi bulabilirim umuduyla yol kenarında bekleyenler... Hava çok sıcak ama yine de Akaretler’e gitmek için yürümek en iyi çözüm... Maçka Parkı’nın önünden geçerken bir gencin elindeki çöpü, konteynere atmak üzereyken tereddütte kaldığına tanık oluyorum. Konteynere yaklaşıyor ve içini incelemeye başlıyor. Bir-iki dakika süren incelemesi bitip uzaklaştığında bu kez ben merakla çöp kutusuna yanaşıyorum. Ve karşıma hiç ummadığım bir manzara çıkıyor.
BİENAL ZAMANI OLSA...
Çöp kutusunun iç duvarları adeta kes-yapıştır (cut-up) tekniğiyle yapılmış bir sanat eseri. Yiyecek ve temizlik ürünlerinin rengârenk paketleri, dergi, kitap ve gazetelerin sayfaları muntazam bir şekilde kesilip yapıştırılmış. Arada sakız, çikolata gibi ürünlerin üç boyutlu paketleri, şişe kapakları da göze çarpıyor. Bir de resimler yapılmış... İstanbul’da bienal zamanı olsa bunun bir yerleştirme olduğuna inanır, hatta iddia edebiliriz...
50 metre sonra beş yıldızlı bir otelin tam karşısında, bir çöp kutusu daha çıkıyor karşıma. Onun da içi aynı şekilde düzenlenmiş. Kendimi, kafam çöp kutularının içinde her ayrıntıyı incelerken buluyorum...
Çöp yığınlarının ortasındaki bu renkli dünyayı tasarlayanın kim olduğunu merak ediyorum. Bölgedeki park görevlisi bana İnan’ı anlatıyor. “Kendi halinde bir evsiz” diyor, “‘Gel çay iç, birlikte yemek yiyelim’ diyoruz bazen, istemiyor. Birazdan gelir...”
İnan geldiğinde cetvelini, falçatasını, yapıştırıcısını çıkarıp işe koyuluyormuş: “Önce cetveliyle yapıştıracağı kâğıtları tek tek ölçer, sonra o ölçüye göre keser. Ardından çöp kutusunun içine girer, orada oyalanır...”
İnan, bir evsiz. Hayatını, bir çöp kutusunun hemen 5 metre uzağında, bir küçük ağacın altındaki iki-üç kutuya, üç-beş çantaya sığdırmış. Zaten çoğu semtten topladığı ilaç kutuları, hediye, yiyecek paketleri, pet şişelerle tıka basa dolu...
Sohbetlerde İnan 41 yaşında ve Erzincanlı olduğunu anlatıyor. Ama doğma büyüme Bakırköylü olduğunu da ekliyor. Evini de zamanında çöp konteynerleri gibi süslemek istemiş ama ailesiyle anlaşamamış. O da evi terk etmiş. Kendini ‘bir hippi, bir gezgin’ olarak görüyor. Şimdilik kendine Teşvikiye sokaklarını yuva edinmiş. İleride neresi olur? Kim bilir! İnan, kafasında kurduğu bambaşka bir dünyada yaşıyor. Sohbet ettiğinizde gerçek dünyayla bağının kopmuş olduğunu fark ediyorsunuz. Belli ki çöp konteynerlerinin içinde, yarattığı rengârenk odacıklarda huzuru buluyor. Yaptıklarına gösterilen ilgiyi çok da önemsemiyor: “Makarna kutusunu alıyorum, kesip yapıştırıyorum. Ne var bunda? Sergi gibi kutu yapmışlar, niye çöp olsun ki?”
Hayran kaldığımız çöp konteynerinin önünden ayrılırken belediyenin temizlik görevlisi çıkıyor karşımıza. İnan’ı tanımıyor ama durumdan memnun: “Çok güzel oldu. Keşke hepsini böyle boyasalar, çizseler...”
‘BİR ODANIN İÇİ GİBİ’
Özgün Biçer, semt sakini
“Maçka Parkı’nın çıkışındaki konteynerde gördüm ilk kez. Muzip bir fikir gibi geldi önce. Sonra etraftan geçenlerin de dikkatini çekti. ‘Kim yapmış olabilir’ diye üzerine biraz lafladık. İnan’ı asıl pazar sabahı sokağımdaki çöpün kenarında çalışırken gördüm. Profesyonel bir sanatçı gibi malzemelerini yere dizmiş. Özenle konteynerin içini temizlemiş. Kâğıtların kenarlarını kesmiş, hatta bazılarına resimler yapmış. Sakin sakin yerleştiriyordu. Konteyner bir odanın içi gibi süslenmişti. Sanırım hayatım boyunca çöpün içini hiç bu kadar dikkatli izlememişimdir. Bence bu değişik bir yaratıcılık. Kentin içi her zaman sürprizlidir ama bu boyutunu beklemiyorsunuz. Her nasıl bir yaratıcılık bunun üretimini sağlıyorsa bakmak, keşfetmek iyi geliyor. Şimdi hiçbir çöpe şöyle bir göz atmadan geçemiyorum. İnan farklı bir sokak sanatçısı. Bitirdiği işi bırakmıyor. Kontrol ediyor, onarıyor, yaşatıyor. Şimdi mahallelinin de sahiplendiği bir kimlik oldu. Onu izlemek bize iyi geliyor.”