Güncelleme Tarihi:
Çocukluk halini değil ama yetişkinliğini biraz biliyorum ‘Çelişki Bilmez Lezzet’in... Ama zaten benim bildiğim de; gülmeyi, güldürmeyi, en çok da kelime şakalarını seven, anılarını anlatırken gözünden ışıklar fışkıran, sinema ve futbol hakkında saatlerce konuşabileceğiniz, kedilere düşkün bir ‘yetişkin-çocuk’. Birlikte çalışma şansı da bulduğum; Uğur Vardan... Anılarından yola çıkarak yazdığı kitap vesilesiyle bir çocukluğun geçebileceği en güzel yılları, 70’leri anlattı: “Aşağı mahallenin çocuklarıyla kavgalar, kıyıda köşede kalmış yerlere uzanıp böğürtlen toplamalar, misket oyunları...”
*Nereden çıktı çocuk kitabı yazmak? Böyle bir hayalin olduğundan bahsettiğini hatırlamıyorum...
Elbette her basın emekçisi gibi ait göründüğüm kulvara -sinema ve spor- ilişkin çıkmış yazılardan oluşan kitap fikri her zaman vardı. Ama ilk adımı kendimce ilginç bulduğum anılardan oluşan bir derlemeyle atmak istedim. Yeni Yüzyıl ve Radikal çatısı altında uzun yıllar birlikte çalıştığım, halı saha arkadaşım, sevgili Derviş’le (Şentekin) -ki kendisi Çınar Yayınları’nın yayın yönetmeni- muhabbet ederken o çocuk kitabı fikrini ortaya attı. Bana da eğlenceli bir uğraş geldi, hem işe Freudyen bakışla çocukluktan başlamak gerekiyordu!
Eski bir Radikal çalışanı olan Çınar Yayınları Çocuk Kitapları Yayın Yönetmeni sevgili Burcu (Aktaş) metinlere el attı, çizer arkadaşımız Dilem Serbest de enfes desenleriyle öyküleri resmetti.
*Kitapta Lezzet Abi ismini kullanmışsın... Bilmeyenler için anlatır mısın hikâyesini?
Sevgili Mansur’un (Forutan) başında bulunduğu FHM (For Him Magazine) dergisinde mavraya düşkün bir ekip vardı. Mansur yazı okuma işini bana paslardı. Ben de farkında olmadan “İyi yazı ama lezzetli değil” ya da “Çok lezzetli” gibi ifadelerle değerlendirmelerde bulunurmuşum. Nihayetinde ekipten Levent (Ertem) ‘Lezzet Abi’ lakabını taktı, Mansur da yaygınlaşmasını sağladı.
“Eski bir Radikal çalışanı olan Çınar Yayınları Çocuk Kitapları Yayın Yönetmeni sevgili Burcu (Aktaş) metinlere el attı, çizer arkadaşımız Dilem Serbest de enfes desenleriyle öyküleri resmetti.”
“Ben hep futbolcu olmak istedim. Fakat orta ikide gözlük takınca bu şansım kalmadı. Yine de uyumadan önce bir saat nasıl bir futbolcu olacağımı düşlerdim. Bir de beni gözlükten kurtaracak bir tedavinin bulunmasını dilerdim. Lazerle tedavi bulunduğunda 35 yaşındaydım. Futbol kariyerimi mecburen halı sahada sürdürdüm.”
‘Tutarlılık önemliydi’
*Kitapta küçükken tutarlı biri olmaya karar verdiğinden bahsediyorsun. Neden önemliydi senin için tutarlı olmak? Annenin öğüdü olduğu için mi?
Elbette annemin öğüdü önemliydi ama kuşak olarak 70’li yıllar itibariyle farklı değerlerin olduğu bir Türkiye’de yetiştik biz. Nostalji gibi nitelendirilebilir ama dürüstlük, tutarlılık, vicdanlı olma o dönemlerin önemli toplumsal kriterleriydi. Orta sınıfın alım gücü belki azdı ama hayata tutunma çabaları, bilgiye, evrensele ulaşma isteği ve ilkeli kuşaklar yetiştirme gayreti bir Cumhuriyet öğretisiydi.
*Kitabı annene ithaf etmişsin. En çok ne zaman özlüyorsun onu?
Her zaman özlüyorum. Yoksulluğun içinde çocuklarının eğitimi için çabalayan, özel bir yol göstericiydi. Neşeliydi, muzipti, hayatın yüklerini esprileriyle hafifletmeye çalışırdı. Ayrıca yazı eylemiyle de arası iyiydi. Küçük defterlere günlük notlar düşerdi; “Bugün Uğur hasta”, “Mine bugün okula başladı” gibi. Evdeki her fotoğrafın arkasına bir not yazardı. Çok basit ama bana çok değerli gelen çabalar bunlar.
*Kitaptaki hikâyelerin hepsi çok nahif, çok tatlı... Yaşandığı dönemin de etkisi vardır sanıyorum. Sence nasıldı çocukluk dönemin?
Şimdiden bakıldığında muhteşem günler gibi geliyor. Rutin okul hayatı, sonrasında boş arsalarda top oynama, çizgi romanlar, siyah-beyaz televizyonlar, radyoda maç nakli, ‘Arkası Yarın’, ‘Okul Radyosu’ kuşakları, aşağı mahallenin çocuklarıyla kavgalar, kıyıda köşede kalmış yerlere uzanıp böğürtlen toplamalar, misket oyunları, sakızdan çıkan sinema oyuncuları fotoğraflarını biriktirme... Ben çocukluğumuzun fakirliğe rağmen cennette geçtiğine inanıyorum.
*‘Dijital çağa doğmuş çocuklar beni anlar mı’ diye endişe ettin mi? İçinden bilgisayar, telefon, tablet geçmeyen bir çocukluk anlattığın...
Son takip ettiğim çizgi romanlardan ‘Conan’, ‘ilkel çağların yenilmez savaşçısı’ olarak tanıtılırdı. Benim anlattıklarım da belki dijital çağın çocuklarına öyle gelebilir ama kulak kabartacaklarını sanıyorum. Şöyle de bir gerçek var; yeğenim Emre küçükken bana geldiğinde ona “Bu evde televizyon var, çizgi romanlar var, kediler var, forma koleksiyonu var, kitaplar var, DVD’ler var. Ben küçükken böyle bir eve gelsem hiç çıkmazdım” derdim ama zamanla bu saptamamın pek de gerçeklik içermediğini, bizim kuşağa ilişkin bir hayalin uzantısı olduğunu anladım...
*Aran iyi midir çocuklarla?
En sıkı dostlarımdan biri, meslektaşlarımız Bahar Çuhadar-Olkan Özyurt çiftinin oğulları Ali Güney. Kızları Haziran’la da aram iyidir. Ali Güney’e yetişkinlere yaptığım türden kelime oyunları yaparım, çok hoşlanır. Sinema yazarı arkadaşım Yeşim Burul’un oğlu Ali’yle iyi anlaşırız...
‘Demek ki hayatta çalışkanlıktan başka meziyetler de var’
*Esprili biri olmaya “Dürüstler sıkıcı olmak zorunda değil” deyip karar verdiğini öğreniyoruz kitaptan...
Üç ilkokulda okudum, üçünde de sınıf birincisiydim. Yatılı okulu kazanıp Arifiye’ye gidince seçilmiş öğrencilerden oluşan bir grubun üyesiydim artık. Orada birincilik elden gitti! Yine de lisede fen ve matematik bölümlerinde okudum, orası ayrı. Zamanla şunu fark ettim, bir espri yapıyorum ya da sınıfta öğretmene hınzırca bir cevap veriyorum, birinci olduğum zamanlardaki gibi ilgi görüyorum... Dedim ki: “Demek hayatta çalışkanlığın dışında başka meziyetlere de değer veriliyormuş, ben artık buradan yürüyeyim.”
*Ailece düzenli olarak sinemaya gidermişsiniz. En çok hangi filmlerden etkilenmiştin? Kitaptaki ipucundan, birinin ‘Bisiklet Hırsızları’ olduğunu tahmin ediyorum…
Onu televizyondan izlemiştim. ‘Tarkan’ filmlerini çok severdim, rahmetli babam, kız kardeşim küçük diye “Biz alışverişe gidiyoruz” türü bir yalan söyleyerek beni alıp ‘Gümüş Eyer’e götürmüştü! Balıkesir’deki evimizin karşısında açık hava sineması vardı, oradaki çalışanlar beni çok severdi, her gece onlarla birlikte bilet keser, sonra da film izlerdim. Zeki Alasya-Metin Akpınar komedileri, ‘Tosun Paşa’, Giuliano Gemma-Bud Spencer’lı western’ler, Franco Nero’lu aksiyonlar, ‘Yavru ile Kâtip’ serisi, Hitchcock’un ‘Kuşlar’ı aklımda kalan derin izler...