Güncelleme Tarihi:
El freninin sesini duyunca önce kemerimi açtım, sonra kapıyı. Daha yere basmadan güçlü, serin bir rüzgârla karşılaştım. Arabadan indiğimde rüzgârın sesi ve kuş cıvıltılarının ardından yoldan geçen motosikletin gürültüsünü duydum. Sonra gökyüzünden gelen sesi fark ettim. Türk bayrağı adeta bana bakıyor, öfkeli öfkeli hışırdıyordu. İstanbul’un en yüksek noktalarından Çamlıca Tepesi’ndeydik. Bayrağımızı izlemeye başladım. Gururlandım...
Çamlıca Tepesi’ndeki yürüyüşüme başladım. Hiçbir şeyi umursamıyordum. Sadece eskiden hatırladığım tepede geziyordum. Buraya en son yaklaşık 20 yıl önce gelmiştim. O zamanlar biraz görüyordum. Tepede kağnı çeken koca koca öküzler vardı. Bir de dışarıdan çok pahalı gözüken bir restoran. Şimdilerde sosyal tesis olmuş...
Bastonumun değdiği her ağacı, nesneyi durup elimle inceledim. Kaldırım kenarından yürürken insanların durup hakkında konuştukları bir yer dikkatimi çekti. Kulak kabartınca kıpırdananların ayak sesinden tahta bir zeminde olduklarını fark ettim. Onlara doğru yürüdüm. Yedi-sekiz adım sonra tahta zemin sona erdi, parmaklıklara geldim. Buranın bir seyir terası olduğunu anlayınca aklımda kalanlarla birlikte manzarayı seyretmeye başladım. Sonra da “Etraftakiler ne görüyorlar acaba” diye merak edip konuşmaları dinledim. Fakat Türkçe tek bir kelime duyamadım. Çevremdekiler Arapça ya da İngilizce konuşuyorlardı.
Hava karardığında tekrar seyir terasına geri döndüm. Gözümde hâlâ ışık hissiyatı olduğu için kendimce köprüyü görmeye çalışacaktım. Minicik görüşümle köprünün ışıklarını aramaya başladım. Çok geçmeden buldum. Yine çevremdeki insanları dinleyerek köprünün eski ve yeni halini karşılaştırmaya çalıştım. Köprünün ışıklarını birkaç dakika izleyince bir duygu seline kapıldım. Gözlerim doldu. Sonra Sezen geldi aklıma. Sessizce söylemeye başladım: “Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa / Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru...”